Hikâyede kalmasın
Öyle bir ülke düşünelim ki, hayalde kalmasın, storide de kalmasın, içimizde de kalmasın. Öyle bir ülke ki diyelim ki dünyanın en güzel yerlerinden birinde. Medeniyetlerin çıktığı, binlerce yıllık tarihi ve bereketli doğası olan, taş bile ekseniz, topraktan taş ağacı çıkabilecek kadar verimli. Ormanlarında çeşit çeşit hayvanın, böceğin, mantarın yaşadığı bir yeryüzü cenneti. Dünyada başka yerde bulunmayan canlılara ev sahipliği yapan bir beşik. Serin hikaye değil mi?
Öyle bir ülke düşünün ki, ülkeyi bir tek fikir yönetiyor. Eğitimden, sağlığa, pek sevmediği bilimden ve sanattan, kültüre dair her şey hakkında bir akıl karar veriyor. Kararların herhangi bir tutarlılığı yok, günü kurtarma ve genelde cebi doldurma özelinde, o an nereden hangi rüzgar eserse, kimin alnı nereye değerse hemen onlarla el ele, iki gün sonra pasta paylaşılamayınca da hemen affediyor kendi kendini. Sadece bu kadar olsa iyi, bir de terso, tedirgin, vizyonu onyıllar öncesine ait, geleceğe kapalı, geçmişin gölgelerinde serin kalabileceğini düşünüyor. Öyle bir ülke düşünün ki olmayan bir tarih peşinde. Kendisine ihanet edenleri bile yüceltiyor, kendisine en büyük kötülükleri yapmışları ayakta alkışlıyor.
∗∗∗
Öyle bir ülke düşünün ki eğitime gerçekten zerre değer vermiyor. Eğitilmek istemiyor çünkü. İşin ilginç tarafı ise kendisi eğitilmek istemese de herkesi kendince “eğitmek” istiyor. Öyle bir ülke düşünün ki gazeteciler, öğrenciler, tivit atanlar anında paketlenebiliyor ama en büyük şehirlerinde bütün dünyanın aradığı suçlular birbirleriyle silahlı çatışmalara girebiliyor. Öyle bir ülke düşünün ki vatandaşlığını para karşılığı herkese verebiliyor.
Öyle bir ülke düşünün ki, ortasından dev bir fay hattı geçiyor ama hala dere yataklarına, fay hatlarına inşaatlar yapıyor, adeta betona tapıyor. Öyle bir ülke düşünün ki yaşanan depremde kaç bin canının kaybettiğini bile bilemiyor, çünkü önemsemiyor. Her vatandaşının canı bir sayı belki de o ülkenin. Her birimiz sadece istatiksel bir veriyiz ve öyle bir ülke ki ülkenin resmi istatistik kurumu bu verilerle de oynayıp, gerçeklerden kaçmak için adeta kendi matematiğiyle kafasını kuma gömüyor.
Öyle bir ülke düşünün ki sınırlarından içeri girmek, tiktok videosu çekmek kadar kolay ama nedense pasaportu dünyada pek de itibar görmüyor. Ülkeden çıkmak için başka ülkelere yalvar yakar dil dökmeniz, sayfalarca belge hazırlamanız gerekiyor. Öyle bir ülke düşünün ki, kendi evinde kiracı gibi takılıyor, toprağında yetişen yetişmeyen her şeyi dışarıdan alıyor. Kendi vatandaşını işsiz, topraksız, arazisiz, tarımsız bırakıp yerine betondan kuleler dikiyor. Kimsenin oturmadığı, otursa bile mutlu olmadığı, mulu olsa bile özgür olamadığı betondan kuleler ve betondan ormanlar…
∗∗∗
Öyle bir ülke düşünün ki memleketini işgal etmiş düşmandan bir çırpıda kurtulmuş, ekonomisini, sanayisini, bilim insanlarını yetiştirmiş, her şeye sıfırdan başlayıp medeniyetini ilan etmiş. Öyle bir ülke düşünün ki hala umudu var ama hala da umudunun yan etkisiyle her duyduğuna inanıyor, sürekli ağzı kulaklarında gülüyor ama hep kandırılıyor, hep üzülüyor. “Bal bal” demekle ağızının tatlanacağını düşünüyor. Öyle bir ülke düşünün ki, tüm yönetenleri ısrarla daha fazla yönetmek istiyor. Peki neden? Yıllardır “Sabredin” denile denile, artık yoksulluğun bir standart haline geldiği, hayatın normal tüketimlerinin bile lüks sayıldığı bir yer haline gelmiş bir ülke. Yönetenler ise hâlâ “Biraz bekleyin bakın süper” olacak diyorlar. Sanki bugüne kadar olmuş gibi. Yılmıyorlar, en büyük yalanları kendilerine söylüyorlar. Bir hayal içinde, dünyadan ve hayattan, gençlikten, insanlıktan uzakta hayalden devasa bir kalede, odaların içindeki odalarında hep daha fazla yönetmek istiyorlar. Bir bağımlı gibi sürekli en kötü zamanlarında biraz daha yönetmek istiyorlar. Bağımlılık da tabii kötü, şimdi birisini bıraksan bir başkasına başlayacaksın. Torun olur, çocuk olur, bir hayvan olur, bir çiçek olur. Belki de yazarın dediği gibi: Bir insanı sevmekle başlayacak her şey. Peki nerede, nerede o insanlar? Şimdi de bunu düşünün.