Hindistan’da olmak ...(*)
Kuvvet Lordoğlu
Her birimiz farklı ülkelere, farklı şehirlere gitmişizdir. Elbette gidilmeye de devam edilecektir. Bu ülkelerden biri de Hindistan olabilir. Yabancı bir ülke bazen sizin hayallerinizi tatmin eder, bazen bu hayallerinizin uzağında kalır… Bu hayaller; belki de gittiğiniz yer hakkındaki düşünceleriniz, size aktarılanlar ya da gördükleriniz, okuduğunuz bir yazı-çizi, resim veya bir müzik bile olabilir... Bunlar o ülkeye varışınızdan itibaren bir araya gelerek gözünüzde yavaş yavaş canlanır. Gördükleriniz ile hayallerinizi karşılaştırmaya başlarsınız. İşte tam da bu noktada Hindistan’ı, aktarılanlarla ve hayallerinizin tamamen dışında kalan bir ülke olarak kafanızdan geçirin. Hayalinizin ötesinde, algılarınızın çok üstünde kısaca “yok artık” denecek şeyleri görmeye, işitmeye ve duymaya hazır olun. Neye benzediği veya benzemediği üstünde durmayın. Ben öyle yaptım… Orada yaşamak, kısa bir süreliğine bile olsa kafamdakilerin önemli bölümünü hatta tümünü sildi gitti.
Aslında belki de Hindistan’da olmak; hayal ile gerçeğin çok yakın seyrettiği, ışık ile karanlığın iç içe olduğu, şaşırmak ile olağanlığın paralel gidebildiği bir ülkede olmaktı ve bunu artık kabul edebilmekti...
En zengin ile en fakirin bir arada olduğu, kalabalık kelimesinin bilinen anlamını kaybettiği, ölenler ile yaşayanların yan yana olduğu, son noktada her zaman benzer bir kül parçası haline dönüştüğü, sonrasında ise o geniş nehre atıldığı bir ülkede olduğunuzu yazın bir kenara...
Tanrılarının, taşıdığı karakterlere göre sınıflandırıldığı, iyilik, kötülük, keyif, cinsellik ve insana ait olan yapılara büründüğü bir coğrafyada olmak!
En altta kalanların “dokunulmazlar” olarak sınıflandığı, sadece süfli işlerin onlara yaptırıldığı, buna karşılık dünyanın en zengin insanlarının da aynı yerde yaşadığı bir kıta burası. Öyle derin uçurumlar var ki, görmeyi ve bakmayı reddedersiniz.
Bu ülkede servetin oldukça çarpık biçimde dağıldığını gözünüzle izlersiniz. En üstteki %1’lik kesimin ulusal servetin %40’ına, en alttaki %50’lik kesimin ise sadece gelirin %6’sına sahip olduğunu istatistiklerden önce siz anlarsınız ve elbette bütün bunlar gözlerinizin önünde somutlaşır, elle tutulur hale gelir.
Mihracelerin özel müzeleri, ordusu, toprakları, otelleri, araçları ve doğal olarak saraylarının olduğu bir ülkede olduğunuzun farkına sonradan varırsınız.
Müslümanların, Hırıstiyanların, Yahudilerin ayrı ayrı ibadetlerini yaptığı ancak en çok çatışmanın Hindular ile Müslümanlar arasında olduğu ve kısmen sürdüğü bir ülkede olunca dinsel değerler üzerine düşünmeye başlarsınız. Hatta Hinduizmin benzeri birçok dinsel ayırımın olduğunu görüp hayret edebilirsiniz.
Barışın hâkim olması için elinden geleni yapan, sonunda bir Sih militanı tarafından katledilen Mahatma Gandi’nin ülkesindesiniz. Asasıyla uzun yürüyüş yapıp pasif direnişi, ezilen insanların direniş kültürüne armağan edip sömürgeci İngilizlere hayatı dar eden bir Liderin ülkesindesiniz.
Bütün canlıları değerli kabul eden, inançlarına göre onların öldürülmesine hem dinsel referansla hem de görüşlerine göre reddeden insanların yaşadığı bir ülkesinde olmanın çelişkilerini yaşarsınız. Aklınızdan vejetaryen olmak bile geçer. Bol baharatlı yiyeceklerle yaşayanların, bazen de hiçbir şey yemeden yaşayan Sadu’ların ülkesindesiniz. Bu ülke kendilerine vegan veya vejetaryen demeden ama buna uygun davranan insanların cenneti. Balık veya tavuk eti için bir kısıtlama olmadan yaşam devam eder.
Hayatın her alanına farklılığı yazı olarak, düşünce ve eylem olarak sokabilen bir ülkede olmaktır Hindistan. Paralarının üstünde hem kendi dillerinden hem İngilizce yazılar bulunduran bir ülkede olmanın çokkültürlü yapısına biraz hayret biraz da gıpta ile bakarsınız.
Uzun tarihinde hiçbir ülkeyi işgal etmemiş, kölelik kurumunu hiç tanımamış olan bir ülkedesiniz.
Uzun Hint tarihi çeşitli olaylarla bezeli. Son dönemlere bakarsak 16. yüzyılda uzun süreli Moğol istilası, ardından Kolonici Avrupalıların bu zengin ülkeyi paylaşma girişimleri olmuştur. Portekiz, Fransa ve ardından kalıcı olarak İngiltere 1947 yılında bağımsızlık ilanına kadar bu zengin ülkeyi sömürge haline getirmişler. Ardından En büyük dinsel cemaat olan İslam ile Hinduizm kavgası ise bölünme ve kanlı bir parçalanma getirmiş. Kendilerine temiz anlamında; Pak diyen Müslümanlar Pakistan’ı kurmuşlar.
En şiddetli ve gösterişli milliyetçilik güreşini her akşam bayrak direğine kendi ulusal bayraklarını çekerken izlendiği bir ülkede olmak... Kaz adımları ile yürüyen aynı ırkın, aynı renkli insanlarının ve izleyicilerinin coşkuları, patlamaya hazır bir bomba gibi her günün sonunda sınırda tekrarlanıyor. İslam ve Hinduizmin yıllar süren rekabeti sanki hiç bitmeyecek bir kavganın tohumlarını serpmeye devam ediyor.
Hindistan çok büyük bir ülke Yahya Kemal’in İstanbul için yazdığı şiirde olduğu gibi “sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel” dediği ölçüde, Hindistan’ın bir bölgesini tanımaya çalışmak kapalı bir gözle filin bacağına dokunup ne olduğunu anlamak gibi zor. 28 eyaleti bulunan dünyanın en büyük yüzölçümüne sahip yedinci ülkesi ve nüfus açısından dünyanın en kalabalık ülkesinde bulunuyorsunuz. Hele bir de yapılan yolculuk on gün civarında sürüyorsa dokunduğunuz şeyin Filin bacağı mı yoksa başka bir şey mi olduğu konusunda fikriniz bile olmayacaktır.
Delhi’den başlayan uzun yolunuz Agra, Jaipur, Puskar, Udaipur, Jothpur ve Varanisi’den geçip yine Delhi’de son buldu. Belki de yeniden başladı bilinmez? Tren, uçak, deniz motoru ve otobüs kullanarak yaptığımız yolculuk başlangıç noktasına döndü.
Bilinen öyküdür, Hızlı okuma kursuna gidip Tolstoy’un dev eserini okuyana “kitap nasıldı?” diye sorulunca alınan yanıt gibi, olay Rusya’da geçiyordu dememek için kalınan süreyi uzatmak ya da bir daha bir daha... Hindistan demek gerekir.
Yazıyı yine yolculuk üzere yazılmış Pessoa’nın bir şiiri ile bitirelim:
Yola çıkmak! Yitirmek ülkeleri!
Bir başkası olmak süresiz,
Yalnız görmek için yaşamaktır
Köksüz bir ruhu olmak!
Kimseye ait olmamak, kendime bile!
Durmadan gitmek, sonu olmayan
Bir yokluğun peşinde
Ve ona ulaşma isteği içinde!
Böyle yola çıkmaktır yolculuk.
Ama ben açık bir yol düşünden öte,
Bir şeye gerek duymuyorum yolculuğumda.
Gerisi sadece gök ve toprak.
(1933)
Fernando PESSOA
(*) Bu yazıya 28 Ekim - 10 kasım 2024 arasında Sevgili Özcan Yurdalan rehberliğinde gerçekleşen bir Hindistan yolculuğu kaynaklık etmiştir.