Google Play Store
App Store

Lübnan’daki Hizbullah, İsrail ile çatışmaların bölgesel bir savaşa evrilmemesi için kontrollü davrandı. Ancak Lübnan’da siyasi fay hatlarını derinleşirken Zaman, ABD seçimlerini bekleyen Netanyahu’nun aleyhine işliyor.

Hizbullah-İsrail savaşı: Zaman Lübnan’ın aleyhine işliyor
Fotoğraf: AA

Ümit Fırat AÇIKGÖZ*

Gazze Savaşı’nın başladığı 7 Ekim 2023’ü takip eden haftalarda Lübnan’a büyük bir gerginlik hakimdi. 8 Ekim’de Hizbullah, Hamas’a “destek cephesi” açmış, hedefi ve etkisi dikkatle hesaplanmış ilk füzelerini işgal altındaki Lübnan toprağı Şeba Çiftlikleri’ne fırlatmıştı. İsrail’in cevabı da ilk aşamada kontrollü idi. Resmen adı konulmamış “angajman kuralları” çerçevesinde Hizbullah mevzilerini vuruyor, sınırdan birkaç kilometre ötesine geçmemeye özen gösteriyordu.

Bu dehşetli denge her an bozulabilir, savaş Lübnan’a sıçrayabilirdi. Bu endişe ile Lübnanlılar yiyecek ve benzin depoluyordu. Sınırda yaşanan her tırmanma, birkaç kilometre daha içeriye yapılan her saldırı, Beyrut sokaklarında benzeri 2008’deki mini iç savaştan beri görülmemiş bir gerginlik yaratıyordu. Kentin en enerjik ve gürültülü kısmı Korniş’e çöken sessizliği ancak ara sıra geçen Filistin’e destek konvoylarının kornaları kırıyordu. O haftalarda imkânı olan ailelerden yurtdışına çıkanlar oldu. 1975-1990 İç Savaşı’nın çocukları, şimdinin ebeveynlerinden bir kısmı kendileri gidemiyorsa çocuklarını yolladı. Yabancı ülke vatandaşı bir tanıdık, savaş durumunda ülkesi tahliye gemisi yollarsa kedilerini de götürüp götüremeyeceğini öğrenmeye çalışıyordu.

Geçtiğimiz dokuz ayda iki taraf da el yükseltti, pek çok kırmızıçizgi aşıldı, ama saldırılar kapsamlı bir savaşa evrilmedi. İsrail ve Hizbullah arasındaki gerginlik hiç son haftalardaki kadar büyük, savaş ihtimali hiç bu denli yüksek olmamıştı. Fakat artık Lübnan’da kimse yiyecek depolamıyor. Yurtdışına yollanan çocuklar ülkeye, kalabalıklar ve yüksek sesli müzik çalan arabalar ise Korniş’e döneli çok oldu. Dokuz ay boyunca çıktı çıkacak denen savaş artık Lübnanlıları pek endişelendirmiyor. “Çıkacaksa çıksın artık” isyankarlığı bile geride kaldı. Geçen yıla oranla yurtdışında yaşayan Lübnanlılardan yaz tatili için ülkeye gelenlerin sayısı azalsa da plajlar hala dolu, pek çoğuna giriş ücreti hâlâ yüksek.

Belki bu küçük ülkenin büyük bir kısmı halihazırda devam eden düşük yoğunluklu savaşı hiç hissetmedi, ama geçtiğimiz aylarda özellikle Lübnan’ın güneyinde yaşayanların hayatı alt üst oldu. Doksan beşi sivil, yaklaşık beş yüz kişi hayatını kaybetti. Savaş durumu on binlercesini yerinden etti. Tarımsal üretim ve turizm durma noktasına geldi. İsrail saldırıları artık sınır bölgesinin epey ötesine geçiyor. Özellikle nokta atışı ile Hizbullah’ın askeri liderlerini hedef alan İHA saldırıları Sur kentinden Bekaa Vadisi’ne, hatta ocak ayındaki Hamas lideri Salih al-Aruri suikastını de sayarsak Beyrut’a bile ulaştı.

KONTROLLÜ ÇATIŞMA

Tüm bu süreçte savaşı büyütmek isteyen İsrail, belli sınırlar içinde tutmaya çalışan ise Hizbullah oldu. Hizbullah tehdidiyle sınır bölgesinden tahliye edilen yüz bine yakın vatandaşı, kuruluş gerekçesi Yahudiler için güvenli bir vatan yaratmak olan İsrail için gittikçe artan bir yük, hatta utanç teşkil ediyor. Tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir uluslararası baskı altındaki İsrail’de kimi aktörler, belki de baskı bundan fazla olamaz düşüncesiyle, mevcut durumu fırsata çevirerek Hizbullah’a ağır bir darbe vurulmasını istiyor. Ama bunun için ciddi bir bahaneye ihtiyaçları var. Hizbullah ise bu bahaneyi vermemeye özen gösteriyor. En şiddetli tepkilerini bile İsrail’in kırmızıçizgilerini geçmeyecek, uluslararası alanda yeni bir İsrail sempatisi yaratmayacak şekilde veriyor. Örneğin Hayfa, Tel Aviv gibi kentleri, İsrail gemilerini hedef almıyor. Netanyahu ve fanatik koalisyon ortakları Gazze’de çözümsüzlüğe oynadıkça içeride ve dışarıda köşeye sıkışmaktayken zamanın kendi yanlarında olduğunu düşünüyorlar.

2006 Savaşı’ndan beri gücünü katlayarak artıran ve dünyanın devlet olmayan en büyük silahlı gücü haline gelen Hizbullah artık Irak, Suriye ve Yemen’de önemli roller oynayan bölgesel bir aktör. Ayrıca o dönemin tersine Lübnan siyasetinin de iplerini elinde tutuyor. Savaşı büyütmemeye özen gösterirken bir taraftan da tam muhteviyatı bilinmeyen cephaneliğinden silahları kritik tırmanma anlarında tedricen sergiliyor. Böylece olası bir savaşın kendisine maliyetleri hakkında İsrail’e gözdağı veriyor. Bunlardan en önemlisi haziran ayında ilk defa kullandıkları, İsrail jetlerini geri çekilmeye zorlayan uçaksavar füzeleri idi. Diğeri ise Hayfa’nın hassas askeri bölgelerinde dakikalarca çekim yapıp Lübnan’a dönebilen İHA.

Fotoğraf: Depo Photos

ZAMAN İSRAİL’DEN YANA

Bu güç gösterileri İsraillileri ne kadar şaşırtıyor bilmek zor. Halihazırda Hizbullah’ın Hamas’tan katbekat geniş bir cephaneliği, Suriye’de tecrübe kazanmış on binlerce savaşçısı ve neredeyse sınırsız bir İran desteği olduğu herkesin malumu. Hizbullah’a savaş açmak, İsrail ve hamisi ABD için vermesi kolay bir karar değil. Böyle bir savaşın, Gazze’deki soykırımın tetiklediği bölgesel ve küresel krizi defalarca katlayacağı açık. Yemen’den Irak ve Suriye’ye, en önemlisi İran’a Hizbullah’ın destekçileri için bu savaş, Filistin’e destek amaçlı jestlerle sınırlı kalmayacak bir ölüm-kalım savaşı demek. Lübnan-İsrail sınırında etkileri yıllarca sürecek bir destabilizasyonun yanında bölgedeki Amerikan üslerinin devamlı hedef alınması, İsrail’in kuzeyinden içerilerine füze saldırıları demek.

Böyle bir kararı belki iki ülkenin şahinleri göze alıyordur, ama özellikle ABD seçimleri öncesinde bu ülkenin karar alıcılarının, özellikle de Biden yönetiminin bu karara destek vermesi olası görünmüyor. Netanyahu 24 Temmuz’daki ABD ziyaretinde bunu zorlayacak. Esasen, olası bir Trump zaferine dek tansiyonu kontrol altında tutmaya, Gazze’de savaşı bitirmemeye, iktidarını olabildiğince uzatmaya çalışacak. Zira son haftalardaki kamuoyu yoklamaları 7 Ekim’den bu yana ilk kez kendisine olan desteğin ciddi bir artışta olduğunu gösteriyor. Zaman Netanyahu’nun yanında…

DEĞİŞEN DENGELER

Ama Lübnan’ın yanında değil. Ülke, 2019’dan beri ağır bir ekonomik çöküşle boğuşuyor. 2023 yazında turizm gelirleri sayesinde bir nebze toparlanan ekonomi, 7 Ekim’den sonra derin bir belirsizliğe daha savruldu. 2024 yazının turizm açısından parlak geçmeyeceği aşikâr. Sınırlı savaşın maliyeti bu denli derinken ülkenin yoğun bir savaşı kaldırması mümkün görünmüyor. Böyle bir savaşta İsrail’in Hizbullah’ı mağlup etmesi zor, yok etmesi ise imkânsız olsa da Lübnan altyapısına vuracağı darbenin çok ağır olacağı ortada.

Ekonomik boyutunun yanında mevcut durum, Lübnan’daki siyasi fay hatlarını derinleştiriyor, bu hatlara yenilerini ekliyor. Hizbullah belki Şii tabanını kontrol altında tutuyor, Filistin sempatisi nedeniyle de Sünni kamuoyundan en azından gür bir muhalif ses çıkmayacağını hesap ediyor. Fakat kendi kararıyla açmış olduğu cephe, Hristiyan partilerinin neredeyse tümünün büyük tepkisini çekiyor. Müttefiki Özgür Yurtseverler Hareketi dahi, Hizbullah’ı savaşa dahil olarak ülkeyi tehlikeye atmakla, ekonomisini ve vatandaşlarının hayatını tepe taklak etmekle eleştiriyor. Savaş ve barış kararlarını silahlı örgütlerin değil meşru hükümetlerin alabileceği argümanını, ezeli rakibi diğer bir Hristiyan partisi Lübnan Güçleri’yle benzer bir dil kullanarak savunuyor. Gelgelelim Lübnan’da neredeyse iki senedir bir cumhurbaşkanı yok, hükümet ise iki seneden fazladır “geçici” bir hükümet. Bunun öncesinde de Hizbullah kararlarını hükümete danışarak almıyordu.

Hizbullah’ın ülkenin savaşa girmesi gibi en temel bir egemenlik göstergesi kararı kendi başına alması, partinin yıllardır ülkede iç siyaseti kontrol altında tutması ve bir milyondan fazla Suriyeli sığınmacının nüfus dengesini Müslümanlar lehine değiştirmesi, Hristiyan partilerini gittikçe daha huzursuz ve dışlanmış hissettiriyor. Cumhurbaşkanlığının, bu en önemli Hristiyan makamının, iki seneye yakındır boş olması bu hissiyatı perçinliyor. Olası bir İsrail işgali bu hoşnutsuzlukları tehlikeli bir noktaya taşır mı? Pandora’nın kutusunu açarak yeni bir iç savaşı tetikleyecek bir süreci başlatır mı? Bu sevimsiz ihtimaller hala çok uzak. Ama bu dengeleri son derece karmaşık, her bir derebeyi bölgesel bir gücün hamiliğindeki ülkede maalesef imkânsız değil. Bunu en iyi İsrail biliyor.

GELECEĞİ YOK EDİYOR

Tüm bu gerginlik, ulusal ve bölgesel denge ve hesaplar arasında gündeme pek gelmeyen iç acıtıcı bir başka süreç de ilerliyor. Savaşın başından beri İsrail, Lübnan’a yönelik saldırılarında en az 175 beyaz fosfor, 196 da yangın bombası kullandı. BM Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesi’nin üçüncü protokolüne göre bu silahların sivillere yakın bölgelerde kullanılması yasak. Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, İsrail’i bu silahları kullanmakla suçlasa da İsrail söz konusu protokolün imzacısı değil. Bu saldırılar Lübnan’da en az 134 orman yangını çıkardı. 6 Temmuz’da yayımlanan verilere göre bu yangınlar 17 milyon metrekare alanı etkiledi. Bunun yaklaşık 2 milyon metrekaresi zeytin, narenciye ve muz bahçeleri idi. Kuşaklar boyu verilen emekler bu saldırılarla yok oldu. İsrail’in sınırın Lübnan tarafını bilinçli bir şekilde tahrip ettiği, burasını yaşanmaz hale getirerek uzun vadede fiili bir tampon bölge yaratmak istediği yabana atılamayacak bir iddia. Özellikle de 1967’den beri bir milyona yakın zeytin ağacını yasadışı bir şekilde söktüğü Filistin’deki karnesi göz önüne alınınca. Mahmud Derviş’e şu meşhur dizeleri yazdıran karnesi: “Bilseydi zeytin ağaçları onları diken elleri, yağları göz yaşı olurdu.”

*Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi