Hızlı, yoğun, çok bilinmeyenli
Mecliste ateşli konuşmalar yapılıyor, gerçeklik duygusu toptan memleketi terk etti neredeyse. Biri alayına rest çekerken öteki “el yükseltiyorum” diye konuşuyor. İktidar kanadının sonuçlanmamış olsa da diyalogla başlattığı harekât olumlu sonuçlanır mı bilinmez.
Siyaset sanki birdenbire hızlandı. Sanki de ne demek; hızlandı da ne demek, siyaset hedeflerine ulaşmak için canını dişine takmış, koşar adım adeta “tarih” yapıyor. Acelesi var besbelli. Bu hızlı gidişin özneleri bu yarışta ön almak için birbirlerine çelme takar, terör yeniden canlanıp can alırken, bizler de, yani şu güncel tarihin fukara seyircileri, ufukta görünen hedefleri sis içinde görüyoruz. Belli belirsiz gerçeği bir görüp bir yitiriyoruz. Bu duruma isyan eden, hakkını hukukunu savunmak için harekete geçen, “seyirci olmak da ne demek, senin tarihini yazmaya çalışıyor bu siyaset erbabı” diye öfkelenen, yalınayak Meclis’in yolunu tutan madenciler, onların yanı başında yürüyen sosyalistler, genç siyasetçiler var kuşkusuz. Ama umutlarımız artsa da, işaretler çoğalsa da siyasi bir güç olmayı başaramadık. Kendimizle, birbirimizle uğraşmayı bırakır, teorinin labirentlerinde kaybolmamayı öğrenebilirsek, steril bir yaşam içinde huzuru seçmek yerine siyasetin içinde kirlenmeyi göze alabilirsek, engelleri aşarız, neden aşmayalım ki.
***
Kısacık bir parantezden fazlasını hak etmeyen, söylemeden de geçemeyeceğimiz bir küçük engel daha var, ayağımıza dolanan; Akademide pek sevilen “Doğrucu Davutluk”a takılıp, siyasetin bir mücadele alanı, meselesi olduğu unutabiliyoruz zaman zaman. Egemenlerin, güç sahiplerinin hukuksuzluğu ile mücadele etmek için sahaya inenlerin bu “Doğrucu Davutluk” yanılgısına kapılmalarının nedeni akademik bir tartışmanın siyasetle kimi zaman uyuşmayabileceğini unutmalarıdır. Siyasette ilkeler ve kuralların ve aynı zamanda tersi, ilkesizlik ve kuralsızlığın çatışması belirleyicidir. Ama sonuçta düzen partileri ve siyasetçileri kendi sınıflarından da bağımsızlaşarak güncel siyasetin içinde sınıf çıkarlarına son tahlilde ters düşmeyecek hedeflerine ulaşmak için çabalarlar. Keskin kılıçların çekildiği bu alanda halkın çıkarlarını savunanların konformizme kapılmaları, Doğrucu Davutluk tuzağına düşmeleri çok da iyi olmayacaktır. Parantezi kapatıyoruz.
***
Siyaset yalnızca hızlanmadı aynı zamanda bir çöküşe çözülüşe işaret ediyor. İktidar kanadının devletin gücünü ve yetkilerini sürekli kendine yontmasının doğal sonucu olarak dağılış belirtileri gösteriyor. Kendi çıkarları için anayasa değişikliği ile liberallerin de desteğiyle olağanüstü yetkilerle donatılmış bir başkanlık sistemini kuran iktidar bloku, bu yetkileri anayasal düzeni dağıtmak için kullandı. Sonuç yasasızlığın, hukuksuzluğun doğallaşması oldu.
Bu durumun sokağa yansıması, yolsuzlukların tırmanması, kendi hukukunu uygulayan çetelerin her mahallede kendini göstermesi, kadın cinayetlerinin önlenememesi, yeni doğanlardan Narinlere kadar çocukların hayattan koparılmaları, hiçbir zaman doğal karşılanmaması gereken bu durumu gözlerini kırpmadan izleyenlerin pervasızlığı sizi ürkütmüyor mu? Uykuya dalmakta zorluk çekmiyor musunuz, yetkiyi ele geçiren en küçük birimlerde bile utanma duygusundan yoksun olanların eline geçmiş olması uykularınızı kaçırmıyor mu? Peki, ne olacak bundan sonra; siyaset bu hızla ve bu yoğunlukla ne kadar gidebilir? Yönetemeyen ve yönetilemeyenler daha ne kadar bu duruma katlanabilirler. Yoksa düzen siyaseti yine kendi dar alanında kendi araçlarıyla idare mi edecek? Terör yine tartışmanın, zor da olsa demokratikleşme çabalarının önüne set mi çekecek? Bu sorunun yanıtı siyasetin etkin öznelerinin hedeflerinin ne olduğu, bu hedeflerin uzlaşıp uzlaşamayacağına bağlıdır. Ne yazık ki son gelişmeler yürürlükteki anayasanın daha otoriter bir anayasa ile değiştirilmesi hedefinin öne çıktığını gösteriyor.
***
Anayasa değişikliğini ısrarla isteyen iktidar kanadı ne diyor bu konuda? “Hadi siz şimdilik şu dört madde ile idare edin, bizim meselemiz biraz daha kapsamlıdır, uluslararası alana da taşarak Kürt meselesi üzerinden sizi biraz sıkıştıralım da bakalım anayasa meselesini olmazdan olura çevirebilir miyiz” demiyor mu? “Meclisteki eksiğimizi bu yoldan kapatamaz mıyız; sıradanlaşmış transfer yöntemiyle gedik varsa kapatamaz mıyız?” Normal koşullarda zordur, ama işi büyütür, “eskiden yok diyorduk ama meğer varmış, Kürt meselesi gibi pek eski pek kadim ve büyük bir sorunu çözüyoruz işte, olağanüstü sayılabilecek büyük bir değişim yapıyoruz bu koşullarda, böyle devasa bir hadisede siz nerelerde geziniyorsunuz, karşıdır değildir, önemli değil, sonuçta ‘devrim’ yapıyoruz, daha önce de yapmıştık, sık sık yaparız, ihtiyaç halinde yani. Devrimlerin siz de iyi bilirsiniz ki olağanüstü koşulları vardır, zaten pek de uymaya çalışmadığımız anayasaya mı takılacağız; zaten maksadımız bu anayasayı değiştirmek değil mi? Öyleyse onu bir kenara koyma zamanı gelmiştir. Olağanüstü hallerin olağanüstü yöntemleri olur, tarihte pek güzel örnekler, pek maharetli, kimi ‘entelektüellerin’ pek sevdiği Carl Schmitt gibi teorisyenler yok mudur ders alınacak bizim cenahta” demiyor mu egemenler.
***
Dersler birbirini izliyor; hayal dünyası gerçekliğin yerini almış gibidir. Mecliste ateşli konuşmalar yapılıyor, gerçeklik duygusu toptan memleketi terk etti neredeyse. Biri alayına rest çekerken öteki “el yükseltiyorum” diye konuşuyor. İktidar kanadının sonuçlanmamış olsa da diyalog kurarak başlattığı harekât olumlu sonuçlanır mı bilinmez. Ama “benim tercihim Öcalan’dır gelsin konuşsun, Demirtaş sizin olsun” diyene seçilmiş milletvekili Atalay neden hâlâ hapistedir diye sormanın modası mı geçti? Haklı olarak “sorunun çözüm yeri Meclistir” diyen ana muhalefet lideri Meclisin AYM kararlarına rağmen Atalay’ın Meclis’te değil hapiste olduğunu bu hengâmede unuttu mu? Çok bilinmeyenli denklemin unsurları içinde hangi bileşeni demokrat diye tanımlayabiliriz bilen var mı ki olumlu bir sonuç çıkabilsin. Bu tuhaf sürecin yalnızca Öcalan ve DEM ile çözülemeyeceği belli değil mi? Demirtaş’ın devre dışı bırakılmasının herhalde bilmediğimiz bir nedeni olsa gerektir. Çok bilinmeyenli denklemin hangi bileşeni çözüm için bir umut veriyor, Öcalan kime silahları bırakın diyecek? Demirtaş DEM’den nasıl kopartılacak? Sahi neden bu tuhaf gelişmeler içinde neden, başaktörden ABD’den söz etmiyor hiç kimse?
***
Soruyu yineleyelim. Böyle gider mi bu hızlı, hareketli, yoğun ve çözümsüz siyaset? Sevgili okur, ocak ayında asgari ücretin reel olarak artmayacağını, emeklilerin perişan halinin sürüp gideceğini, tüketimi kısmaktan başka enflasyonla mücadele yöntemi bilemeyen, bulamayan Şimşek gibi bir uzmanla göz kamaştıran, tasarrufu tüketimi kısma amacına bağlayarak, “zenginler azdır onlardan ne tasarruf edeceğiz, çoğunluktan almak daha mantıklıdır ve zaten çekirgeler gibi tüketen onlardır” diyen iktidar blokunun dertlere derman olması mümkün mü?
Ne yapalım? Hayal dünyasında yaşamayı sürdürelim, büyük dertlerimizi unutalım mı; otoriter bir anayasayla umutlarımızın tümüyle tüketilmesine boyun mu eğelim; tarikatlara, FETÖ öldü şimdi en büyük benim diyen, “menzilini” gizlemeyen şeriatçılara, çok bilinmeyenli denklemde “ben de varım” diyen, bebekleri, çocukları, kadınları hayattan koparan teröre boyun mu eğelim; laikliği unutup şu “değişmez, değişmesi teklif bile edilemez” diyen anayasa hükümlerini sorgusuz sualsiz değiştirecek bir gücün ayak oyunlarına sessiz mi kalalım
Ne yapalım ey okur, sen söyle ne yapalım?