Google Play Store
App Store

Şimdi sana hoş geldin diyen, göz aydınlığı dileyen pek çok yazı yazılır, sevinçtendir bunların hepsi de, bir de her zaman şiirin şaire öğreteceği şeyler olmaz ya bazen de şiirin şairden öğreneceği çok şey olduğunu, elbette senin duruşun üzerinden, hayranlıkla belirten yazılar olur. Olması da gerekir.

Hoşgeldin şair!

Hoş geldin İlhan. 30 yıl 3 ay 6 gün sonra dışarı çıktığında, seni mavi gökyüzü karşılamadı, biz de sana güneşli günler, sevinçli haberler sunamadık ama, sen her iyi şair gibi, onların arasında çok genç gidenlerden olan Arkadaş Z. Özger’in ezberimizdeki şiiri gibi, geldin, “Göğü kucaklayıp getirdim sana / kokla / açılırsın” dedin hepimize.

Hep bu günü beklemiştik, hepimiz beklemiştik. Metin Altıok Şiir Ödülünü kazandığın gece cezaevi yönetiminin izniyle yaptığımız kısa telefon görüşmesinde, “Sabırsızlıkla bekliyoruz, çıkınca 100 şair toplanıp senin özgürlüğün onuruna rakı içeceğiz” demiştim. Yeryüzü sofrası mı dersin adına, şairler sofrası mı yoksa artık adının birlikte anılacağı “büyük gurbetçi”miz Nâzım Hikmet’in özlemi olan Güneşin Sofrası mı, hepsi de olur, nasılsa hepsinde de akrabadan Cemal Süreya’nın “cemi cümle bir sofrada / muhannetlik kalmayana” dediği olur.

Şimdi sana hoş geldin diyen, göz aydınlığı dileyen pek çok yazı yazılır, sevinçtendir bunların hepsi de, bir de her zaman şiirin şaire öğreteceği şeyler olmaz ya bazen de şiirin şairden öğreneceği çok şey olduğunu, elbette senin duruşun üzerinden, hayranlıkla belirten yazılar olur. Olması da gerekir.

Sen kimsenin malını mülkünü, parasını, canını çalmadın ama devlet senin tastamam, eksiği yok fazlası var, 30 yılını çaldı! Ömrünü çaldı! “Bir insan ömrünü neye vermeli?” bilmiyorum ama, ömür gibi geri verilemeyecek, ödenemeyecek şeylerden almak için, kendini onun yerine koyabilen, empati ötesi bir anlayış, kavrayış, sezgi gerekli. Yoksa Ruhi Su’nun “Giden adil beyler gelen ihvandır” dediğiyle birlikte, “Kalsın benim davam divana kalsın” olur, heveskuşu gibi ömürkuşu da durmaz uçar, yazık olur!

Aklımdan geçmedi değil, hem kimin aklından geçmemiştir, efendilerin, beylerin ağaların istemeyerek de olsa seni bırakmak zorunda kaldıkları 26 Kasım 2024 günü Türkiye tarihinin unutulmaz günlerinden biri oldu diye yazmak! Yazmadım, çooook uzun zamandır unutulmaz günler yaşıyor çünkü Türkiye! Sen içerde, biz dışarda olsak da biliyoruz. O gün ne olmuştu, bak iki gün geçmeden daha unuttum, dedim ya her günümüz birbirinden unutulmaz! Seni henüz bırakmadan yerin boş kalmasın diye şair arkadaşımız, şiirimizin dervişlerinden A. Hicri İzgören ve pek çok sanatçı, gazeteciyi gözaltına aldılar, kayyum ataması artık vaka-i adiyeden, yani olağan işlerden oldu, teğmenler hakkında yüce makamlar yine esti gürledi ve tam bu esnada adalet bakanı Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu söyledi, milli eğitim bakanı ki ben ona diyanet eşbaşkanı diyorum artık, gözünü kan ve kin bürümüş halde laikliğe yalınkılıç daldı, en tepeden dans, vals, bale, balo gibi sanatsal ve toplumsal şeylere “vitrin modernleşmesi” teşhisiyle birlikte nefret söylemi geldi, yakında okullardan kaldırılır, RTÜK denen makas şirketinin başındaki zat, dinsel hassasiyetler nedeniyle, tarikat ve birtakım kendilerince muhterem efendiler eleştiriliyor diye kimi TV yayınlarının durdulurup, para cezası verilmesine hükmetti, yoruldum yazmaktan ve yazarken unutmaktan, yukardan kimi televizyonlara ve gazetecilere de adıyla sanıyla tehdit geldi.....

Bitti mi, bitmedi, ben sana hoş geldin derken niye bunları yazıyorum, isteyerek mi, hayır, sadece Nâzım Hikmet’in şiiri aklıma geldiğinden ve onun dediği pek çok şeyin bugün de üstelik katlanarak sürdüğünden yazıyorum, yolunu gözlemediğimiz her şey geldi de, yolunu gözlediğimiz “sosyalizm komünizm filan”ın gelemeyişinin kederiyle yazıyorum bir de.

Hoş geldin şairim, göğünden mavi, gününden güneş eksik olmasın artık, sabırla, dirençle geçirdiğin onca yılın ardından ışıkla yıkanmış yıllar dilerim sana. Bozatlı Hızır cemi cümle hepimizin yardımcısı olsun.