Hrant’ı anarken: Sınıf, etnisite ve sosyalistler
Sınıf ve etnisite ilişkisi, marksist teorinin ortaya çıkışından başlayarak sosyalistlerin düşünce dünyasının en meşakkatli meselelerinden biri olmuştur. Modern teorinin kuruluşunda ‘etnisite’, özel önemi olan bir konu değildi. Başka bir deyişle ‘geçip gidecek olana’, eskiye ya da geleneksele ait bir durumdu. Yıllar boyu devam eden bu düşünsel-siyasal eğilimin etkisiyle sosyalist gelenekler, çevrelerinde meydana gelen etnik temizleme pratiklerini genelde tartışma konusu yapmamışlardı. Türkiye’de sosyalist/komünist partilerin de, coğrafyalarında vuku bulmuş onlarca kitlesel kıyıma dair uzun yıllar ciddi bir tutum almamış olmaları da bundandı.
Oysa kapitalist modernleşmenin üzerine oturduğu siyasal zemin tam da etnisiteyi esas alan ‘milliyetçi’ düşünceyle ilgiliydi ve bu tutum politik olarak ‘ulus’un çevresindeki etnisiteleri asimile ya da tasfiye etme politikalarını daima canlı tutmuştu. Modernleşme sürecinin aynı zamanda bir ‘soykırımlar çağı’ olmasının nedeni de esas olarak buydu. Dolayısıyla sosyalist hareketlerin tezi, teorik olarak herkesi kurtaracak ‘sınıfsal kurtuluş’ hassasiyetine dayanıyor olsa da pratikte milliyetçi kitlesel kıyımlara karşı ilgili devletlerin memnun kaldıkları bir ‘sınır’ içinde kalıyordu.
∗∗∗
Ayrıca sosyalist gelenekler fark etmemiş olsalar da, kapitalist iktidarlar ‘sınıf’ı bile milliyetçi bağlamda örgütlemek yani emeği de ‘millileştirmek’ için özel bir mesai harcamışlardı ve Türkiye bunun örneklerinden biriydi. 1922’de Ankara hükümeti tüm alanların milli kimliğe uygun olarak dizayn edilmesi politikasına bağlı olarak emek alanını da ötekilerden temizlemeye başlamıştı. Bunun için başvurulan yol, şirketlerin millileştirilmesi ve istihdam yapısının yeniden kurulmasıydı. Birincisi kadar ikincisi de özel politikanın konusuydu. Bunun bir örneği olarak 1923’de yabancı şirketlerle Türk uyruklu olmayan personel istihdamının önüne geçilmesine dair yeni sözleşmeler yapılmıştı. Bu politikalarla özellikle Rumlar ve Ermeniler hedeflenmiş, Müslüman olmayan çok sayıda işçi, o yıllardan başlayarak hızla işini kaybetmişti. Ulus devlet inşasının daha ilk yıllarında işgücünün etnik-dinî kompozisyonun dönüşümü oldukça hızlıydı. Mesela 1920 yılının ilk aylarında tramvay sektöründe çalışan 1655 kişinin yüzde 68’i Müslüman, yüzde 35’i gayrimüslim ve yüzde 2’si yabancılardan oluşuyordu. 1923 yılı sonlarına gelindiğinde Müslüman personel sayısı yüzde 90,5’e yükselmiş, ötekiler adeta silinmişti.
∗∗∗
Bir ‘Türk/Müslüman işçi sınıfı yaratma’yı hedefleyen Cumhuriyet, 1923’de dönemin Nafia Vekâleti aracılığıyla, elektrik sektöründe Müslüman memurların istihdam edilmesi şartını, belediyelerle ve ilgili devlet kurumlarıyla sözleşme yapan şirketlere dayatmıştı. Eğer bu şirketler Rum, Yahudi ve Ermeni memur istihdam etmeye devam ederlerse, kendileriyle yapılmış sözleşmelerin feshedileceği de tebliğ edilmişti. Hatta 1924’de Nafia Vekaleti, ‘yabancı sermaye’ ile işletilen ve kamu hizmeti üreten şirketlerden çalıştırdıkları işçilerin isimlerini, uyruklarını, etnik ve dini kimliklerini ve pozisyonlarını ihtiva eden listelerin gönderilmesini de istemişti. Bu politika beklenen neticeleri göstermiş olacak ki 1936’da Silahtarağa Elektrik Santralını gezen İzzettin Muhittin Apak, 150 çalışandan ikisi hariç herkesin halis Türk çocukları olduğunu memnuniyetle yazmıştı. O yıllarda bu politikalar tüm sektörlere yayılmış ve emeğin ‘millileştirilmesi’ çabaları, yeni rejimin arzusuna uygun bir karşılık üretmişti.
Bugün geriye dönüp baktığımızda sosyalist geleneklerin, tıpkı politik sistemler gibi kendi geçmişleriyle köklü bir yüzleşme ihtiyacı bulunmaktadır. Bu yüzleşmenin ilk adımı ise tam da bu geleneklerin ‘sınıf’ ve ‘etnisite’ ilişkisine dair geliştirdikleri, daha doğru ifadeyle geliştiremedikleri siyasal yaklaşımıyla ilgili olmalıdır. Böylece hem geçmişte büyük ölçüde etkisinde kaldıkları bir tür siyasal görememe halini tedavi edebilir, hem de geleceğe yeni ve çoğul perspektiften bakma imkânını üretebilirler. Bu, her şeyden önce emek alanından (ve hayattan) tasfiye edilmiş ötekilere saygının bir gereğidir.