Google Play Store
App Store
Nurcan Bilge Gökdemir

Nurcan Bilge Gökdemir

nurcangokdemir@birgun.net

Atalay milletvekili seçilmesine yetecek halk desteğini aldı, AYM milletvekili olması gerektiğinin altını kalın kalın çizdi. Ancak cezaevinde ve görev yapamıyor. Saray'ın onayı olmadan o kapı açılmıyor.

Hukukun değil, Saray’ın dediği olur
Avukatlar iktidarın AYM’ye müdahalesine karşı yürüyüş gerçekleştirmişti. (Fotoğraf: ANKA)

Hem Milletvekili Can Atalay hem Türkiye İşçi Partisi, Anayasa Mahkemesi’nin “milletvekilliğinin gaspı”nı tescilleyen kararından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvurdu. İktidarın hukuku ayaklar altına alarak cezaevinde tuttuğu, parlamentonun kapılarını açmadığı Can Atalay’ın yasama görevini yerine getirilmesi için engellerin kaldırılması talep edildi ve şu hatırlatma yapıldı:

“AYM kararının, Anayasanın 138. maddesi uyarınca TBMM’nin de bağlayıcı niteliği göz önünde bulundurulduğunda, başkaca bir işleme gerek duyulmaksızın Şerafettin Can Atalay’ın milletvekili kaydının yapılarak özlük haklarının tesisi hususu Anayasal bir zorunluluktur.”

Talebin, hukukiliği konusunda bir eksik yok. Milletvekilleri de yeterli imzayı taşıyan başvurularını Meclis Başkanlığı’na ilettiğinde şekil şartları da yerine getirilmiş olacak. Sonrası da çok basit, TBMM Genel Kurulu Atalay’ın milletvekilliğinin tescil edecek, Atalay cezaevinden çıkacak, Ankara’ya gelip yemin edip görevine gecikmeli de olsa başlayacak…

İktidarda TBMM yönetimi de bu sürecin böyle işletilmesi gerektiğini, AYM kararının, Anayasa’nın bağlayıcılığının olduğunu çok iyi biliyor elbette. Burada eksik olan bunu bilmiyor olmak değil, adını koyalım, Saray “kişisel sorunu” olarak kabul ettiği Gezi Direnişi’nin öne çıkan isimlerinden Atalay’ın cezaevinden çıkmasının, siyaset yapmasının yolunu açmak istemiyor. Gezi günlerinde yaşadıklarını, unutamadığı yenilgiyi hatırlamak istemiyor.

EKSİK OLAN HUKUK KURALLARI DEĞİL

AKP iktidarları döneminde sıradanlaşan, hukukun yok sayıldı uygulamaların en çarpıcı örneklerinden biri olan bizzat bir milletvekilinin seçilme, ona oy verenlerin de seçme hakkının elinden alındığı bir acayip olay Can Atalay şahsında yaşananlar. Türkiye’nin AKP’li siyaset tarihinde, hukuk tarihinde yaşananların en çarpıcı örneklerinden biri olan bu süreç Gezi Direnişi bahane edilerek Silivri Cezaevi’ne konulan Avukat Can Atalay’ın 2023 genel seçimlerinde Hatay’dan milletvekili seçilmesi ile başladı.

Tutuklu iken 75 bin Hataylı seçmenin oyunu alarak milletvekili seçilen Can Atalay’a yaşatılanların Anayasa’yla, hukukla, yasalarla açıklanabilir bir tarafı yok. Kuralların hâkim kılınması konusunda ısrarcı olmak elbette zorunlu ancak burada konuşulması gereken temel sorun, halkın oylarının parlamentoya yansıması ve bu oylarla milletvekili seçilenlerin de bu görevlerini yapabilmelerinin Saray’ın iradesine tabi olması. Türkiye bunu ilk kez yaşamıyor elbette, özellikle Kürt illerinden seçilen, aralarında Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu milletvekillerinin, belediye başkanlarının bu haklarının hoyratça ellerinden alındığına defalarca tanıklık yaptı Türkiye… Can Atalay uzun yıllardır süren bu despotizmin, antidemokratik siyasetin yeni bir örneği.

SİYASET TEHDİT ALTINDA

TBMM Anayasa ve Adalet Karma Komisyonu gündeminde çoğunluğu DEM Parti milletvekillerine ait bine yakın dokunulmazlığın kaldırılması talebini içeren dosya var. Bu dosyalardaki muhalefet milletvekilleri de bir gün Saray isterse Can Atalay’a yaşatılanları yaşayabilir.

Türkiye siyasetinin gelecek projeksiyonu içinde önemli bir yeri olması muhtemel isimlerden İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ya da başka yerel yöneticilerin de siyaset yapmasının yolu kolaylıkla kesilebilir. İmamoğlu’nun Yargıtay’da bekleyen iki yıllık hapis cezasının kesinleşmesinin sadece bir isteme, telkine bağlı olmadığını kim söyleyebilir?

Atalay örneğinde yaşananlara karşı “Ama Anayasa, ama Anayasa Mahkemesi kararı, içtihatlar, temel haklar…” temelinde dillendirilen itirazların çok anlamı olmadığını, Saray’ın duvarlarına çarpıp geri döndüğünü süreç zaten herkese gösterdi. Saray'ın bu talebi görmemesinden antidemokratik karakterinin dışında bir başka etki daha olduğu biliniyor. İktidar ortağı MHP'yi de kızdırmak istemiyor.

NE OLUR?

Şimdi AYM’nin gerekçeli kararının açıklanması, TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve milletvekillerinin TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’u ziyareti, CHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın Meclis’in olağanüstü toplanmasını sağlayacak bir çoğunlukla toplantı çağrısı yapacaklarını açıklamasının ardından şimdi yanıtı aranan soru: “Ne olur, Kurtulmuş ne yapar?”

Bir parantez: (Numan Kurtulmuş’un Saray’ın istediğinin aksine bir irade ortaya koyabilmesini beklemeyi gerektirecek bir veri yok elimizde.)

Bu soruya hukuk kuralları çerçevesinde verilecek yanıt basit: “Can Atalay kütüğe kaydedilir, özlük hakları iade edilir, tahliye edilir gelip TBMM’de yeminini ederek göreve başlar?” Bu kurallar geçerli olsaydı zaten bugün yaşananların yaşanmayacağını belirttikten sonra devam edelim.

TBMM 15 Ağustos’ta Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas için olağanüstü toplanacak. Numan Kurtulmuş şubat ayındaki olağanüstü toplantı çağrısını Anayasa’ya aykırı bir şekilde görmezden gelmemiş olsaydı “120 milletvekilinin çağrısına uymak zorunda, yoksa Anayasa’yı çiğnemiş olur” derdik. Yine de genel beklenti bu kez TBMM’nin toplanacağı yönünde.

Ancak bu toplantının Can Atalay’ın milletvekilliğinin iadesi ile sonuçlanacağı beklentisi sıfıra yakın. Ankara’da senaryo muhtelif, en iflah olmaz iyimserlerin bile “Can Atalay’a milletvekilliğini iade ederler ama ilk fırsatta hükmü kesinleştirir, dokunulmazlığını kaldırır, yeniden cezaevine geri gönderirler” dediği bir ülkede bu despotik rejime karşı “Hukuk, temel haklar” denilerek bir sonuç alınabileceğini beklemek saflığa varan bir iyi niyet olur, diyerek tamamlayalım.