Google Play Store
App Store

Hafta başında yeni Adalet Yılı Açılışı yapıldı. İktidarın Yeni Anayasa yapılmasını ısrarla vurguladığı günlerde Yargıtay’da yapılan “açılış” töreni, gerçekte hukuk için tam bir “kapanışı” başlatmaydı. Açılışta, bildiğimiz ve yıllardır yerlerde sürüklenen hukukun tabutunun son çivisi de çakılıyordu.

Bu hukuksuzluk karanlığına yuvarlanışa, başta siyaset, toplum olarak karşı çıkılması tam anlamıyla yaşamsaldır.

Açılışta yaşanan iki olay, durumun ne kadar yıkıcı olduğunu kanıtlıyor.

SAVUNMAYI SUSTURMAK

Hukuk, üç ayak, sav, savunma ve karar ayakları üzerinde çalışır. Bu üç kavramı son yıllarda yerleştirilmek istenen Arapça yazalım: sırasıyla iddia, müdafaa ve hüküm. Bunları da savcı, avukat ve yargıç simgeler. Her birinin ayrı bir önemi bulunmakla birlikte, savunma bu üçlü içinde, hukukun temeli olması gereken “hakkın korunması” açısından, hukuk tarihi çalışmalarının da kanıtladığı gibi, tartışmasız başattır.

Açılışta ne oldu biliyor musunuz?

Ev sahibi Yargıtay, Türkiye Barolar Birliği-TBB Başkanı Erinç Sağkan’ın konuşmasının canlı yayınını engelledi. Böylece Yargıtay, savunmanın sesini kesti.

Yargı kurumunun en tepesinde savunmanın susturulması asla onaylanamaz; Bunu önemsememek, hukukun yok edilmesi cinayetine ortak olmaktır.

Yıllardır savunma hakkının işlerliği iktidar tarafından engelleniyor. İktidar, önce tam bir bölücülükle kendi barolarını oluşturmak istedi; bunda başarılı olmadı; sonra, belirlediği Hâkimler ve Savcılar Kurulu- HSK eliyle yargı yapısını tamamıyla kendisine bağımlı kılmayı çok büyük ölçüde başardı. Oluşan yapı, yargının en kutsal ayağı olan savunmayı da kesmek için olmadık işler yaptı ve yapıyor. “Hak arama hakkı” ortadan kalkıyor.

Savunmaya yönelik bu susturma eylemi “sanal yollardan duyururuz“ gibi savsaklamalarla asla geçiştirilemez. Başta TBB, tüm barolar bu tutuma karşı hiç zaman yitirmeden ortaklaşa ve çok güçlü bir tepki vermelidir. Yoksa “kendi hakkını bile savunamayan” bir baro yapısı, kutsal avukatlık mesleğini toplumun gözünde çok küçültür.

‘MİLLİ HUKUK’!

Yeni Adalet Yılı Açılışı’nda savunmanın sesini kesme eylemini tamamlayan bir olay daha yaşandı.  Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez, “milli hukuk sistemi”  istedi. Kerkez, isteğini şöyle ayrıntılandırdı:

“Ülkemizin daha demokratik, daha özgürlükçü, daha çağdaş, daha kapsayıcı bir anayasaya ihtiyacı vardır. Yeni anayasamızın gerek hazırlık süreci gerekse içeriği itibarıyla bu ülkeyi seven herkesi kapsayıcı nitelikte olması son derece önemlidir. Avrupa hukukuna uyum sağlamaya çalışan bir görüntü yerine, Avrupa ve dünya hukukuna yön veren milli hukuk sistemimizi bir an önce tamamlamak için yoğun çalışmalar yapmamız gerekir.”

Yürürlükteki anayasanın “demokratik, özgürlükçü, çağdaş ve kapsayıcı”  olmadığını söylen Kerkez, bu özelliklerden yalnızca “kapsayıcılığı” önemseyerek yeni anayasanın “bu ülkeyi seven herkesi kapsayıcı nitelikte” olmasını istiyor. “Sevgiyi ölçen” bir aygıt henüz üretilmediğine göre, Yargıtay Başkanı, öncelikle ülkeyi seven kişileri “nasıl saptayacağını” açıklamalıdır.

Gelelim şu “milli anayasa” konusuna. Eğer ülkede 1960’ların özgürlük ortamı bulunsaydı, Aziz Nesin, Zübük gazetesinde bunu “Zilli Anayasa” diye topa tutar, toplumsallaştırırdı.

Hukuk, ta 1770-80’lerin insan hakları bildirilerinden başlayan süreçte “evrenselliğiyle” bilinir. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi -AİHS ile hukukun evrenselliği en ileri aşamasına taşınır. Bu arada Kerkez’e anımsatalım: Bu bildirilerin hazırlanmasında Cumhuriyet’in hukuk temelli Türkiye’sinin de büyük katkıları vardır.  Başkan Kerkez’e ayrıca anımsatalım Anayasa (m.90)ya göre “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.”

Ne kadar yıkıcıdır ki, aslında, AYM’nin Can Atalay kararını hiçe sayan, pek çok konuda AİHM kararlarını tanımayan Yargıtay’ın şimdiki Başkanı Kerkez’in Cumhuriyet hukukunu anlamasına da olanak yoktur.

Eğer bu ülkede hukuk olsaydı, ekonomi batmaz, halk yoksullaşmaz; siyasi cinayetlerin üzeri örtülemez; sınav kazananların hakkı yenemez;  iktidar “çağrılı ihale” yaparak birilerini zengin edemez;  yetenekli gençler ülkeyi terk etmez; dahası, yılın ilk sekiz ayında 280 kadın öldürülmez;  kara para aklayıcıları aklanmaz; ; kaçakçılar ülkeyi yol geçen hanı yapamaz; gazeteciler için “ölüm emri” verilemez; çocuklar cinsel saldırıya uğramaz;   geçmişte Artvin’de doğayı savunan M. Lokumcu’nun ölümüne yol açanlar salıverilirken, yine bu hafta Artvin’de doğayı savunan R. Kibar acımasızca öldürülemezdi!

Bu ortamda Yargıtay Başkanı “milli hukuk” anayasasından söz edebiliyor.

Gerçekte, bu gidişe karşı muhalefetin ve Adalet Yılının Açılışında mikrofonu kapatılan TBB’nin hukukun evrensel değerlerine dayalı bir anayasa taslağını çoktan hazırlamış ve topluma sunmuş olması gerekirdi. Yine de geç değil!