Google Play Store
App Store

BirGün Pazar Foruma katkı vermek için 2 bin vuruşu/boşluklu karakteri geçmeyecek şekilde katkı ve önerilerinizi pazar@birgun.net adresine iletmenizi bekliyoruz.

Hükümsüz rejime karşı mücadele hattı

Düzen muhalefetinin tek adam rejimi içine sıkışan siyasetleri de bir başka açmaz olarak öne çıkıyor. Bu koşullarda rejime karşı mücadele deneyimlerini ve mücadelenin bugünkü sorunlarını birlikte tartışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu amaçla, BirGün Pazar’da geçtiğimiz hafta başladığımız Rejime Karşı Mücadele: Sorunlar ve Deneyimler başlıklı forumumuzu hafta Kemal Irmak, Serpil Güvenç ve Merdan Yanardağ’ın görüşleri ile sürdürüyoruz.

Yine ayrıca bu hafta Aybars Akdoğan’ın anayasa değişikliğine dair yazısını da tartışmamıza katkı sağlaması açısından forum sayfamızı ekledik. Sizlerden gelen katkıları da önümüzdeki haftalarda yayınlayacağız.

BirGün Pazar Foruma katkı vermek için 2 bin vuruşu/boşluklu karakteri geçmeyecek şekilde katkı ve önerilerinizi pazar@birgun.net adresine iletmenizi bekliyoruz.

***

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ VE SOL

Merdan Yanardağ:

Ülke ve toplum iki çağ, iki düzen, iki kültür, iki rejim, iki siyaset, iki gelecek tasavvuru arasında yaşanan sıkışma, gerilim ve çatışmanın bütün yaşamı belirlediği tarihsel bir dönemden geçiyor. Bu anlamda, önümüzde siyasal bakımdan sert ve toplumun canını yakabilecek bir süreç bulunuyor.

Bugün yaşanan çatışma ve gerilimlerin esas olarak kaynağı, toplumun geçen yüzyılda yarım bıraktığı tarihsel hesaplaşmadır. Çok açık ki; Ortaçağ kurumlarıyla hesaplaşmasını bitirememiş, dinin eleştirisini tamamlayamamış bir toplumun gerçek anlamda aydınlanması, modernleşmesi ve bu anlamda demokratikleşmesi imkânsızdır. Dahası, kapitalizmin gerçek anlamda bir eleştirisinin geliştirilmesi bile mümkün değildir. İleri sanayi ülkesi olmasa da sanayileşmiş bir ülke sayabileceğimiz Türkiye’nin, bu hesaplaşmayı tamamlamadan yoluna devam etmesi çok zordur.

Diğer taraftan Türkiye, cumhuriyet burjuvazisinin önemli bir bölümü ile emekçilerin, laik milliyetçi ve merkez sağ çevreler ile merkez solun, cumhuriyetçiler ile sosyalistlerin asgari taleplerinin bir ölçüde örtüştüğü; tarihte örneğine az rastlanan ilginç bir dönemden geçiyor. Bu durum ülkenin ilerici ve devrimci güçleri için hem büyük ve benzersiz bir olanak sunuyor hem de bir dizi ideolojik ve politik savrulma riski taşıyor.

Bu dönemde devlete egemen olan siyasal İslamcı hareket, dar dinci programını uygulamaya ve rejimi dönüştürmeye yöneldikçe, egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Bu anlamda, eski ya da geleneksel iktidar blokunun büyük ölçüde dağıldığını saptayabiliriz. Buna karşılık yeni bir iktidar bileşimi de oluşturamadı. Bir yağma ve talan kapitalizmi oluştu, ülke kaynakları tükendi.

İslamcı hareket, muhalefet çevrelerinin büyük aymazlığı, beceriksizliği ve korkuları nedeniyle Cumhuriyeti imha etmeyi başarmasına karşın, yeni bir düzen ve rejim kuramadı. Buna görgüsü, bilgisi, birikimi, insan kaynakları, tarihsel kökleri, siyasal ve maddi gücü yetmedi. Toplum direndi. Bu durum, halen devem eden siyasal, kültürel ve toplumsal gerilimin başlıca kaynağını oluşturdu. İslamcı iktidar, ülkeyi yönetemez hale geldi.

Öte yandan, AKP’yi iktidara getiren dış dinamiklerde de 2015’ten itibaren büyük bir değişim yaşandı. AKP, Suriye başta olmak üzere, izlediği Ortadoğu siyasetinde yenilgiye uğradı. Yeni Osmanlıcı siyasal-kültürel iddia dramatik şekilde çöktü. Ancak, tablo genel çizgileriyle böyle olmakla birlikte, İslamcı faşist koalisyon esas olarak iç dinamikler (din istismarı üzerinden kontrol ettiği toplumsal tabanı) ve bölge jeopolitiğini değerlendirerek (Rusya ve gerici Arap rejimleri ile ilişkiler) iktidar ömrünü uzatmayı başardı. Dahası, İslamo-faşist blok, rejim değişikliğini tamamlamak, ülkeyi öngördükleri siyasal hedeflere taşımak ısrarını sürdürdü.

Erdoğan-AKP iktidarı, 2015’ten beri sermaye sınıfı dahil egemen güçlerin ortak çıkarlarını temsil eden bir siyasal hareket olma yeteneğini yitirdi. Bu zemini, tarihsel hedefleri nedeniyle kaçınılmaz olarak imha etti. AKP, egemen güçler içindeki dar bir klik örgütlenmesine, sermaye içi bir fraksiyona dönüştü. Dinci-muhafazakâr bir oligarşi oluştu.

Dinci muhafazakâr oligarşi; İslamcı bir liderlik etrafında birleşmiş yeni/yandaş zenginler zümresi, gerici siyaset sınıfı, bu sınıfla bütünleşen yeni üst bürokrasi ile tarikat-cemaat ileri gelenlerinden (ulema ve üdeba) oluşan bir azınlık iktidarıdır.

Adil ve demokratik olmayan koşullara karşın yerel seçimlerde (31 Mart 2024) yenilgiye uğrayan AKP ve ortakları, hâlâ ellerinde tuttukları merkezî iktidar ve devlet gücüyle, –yön ve program farklılığı yaşadığı– geleneksel sermaye çevrelerini ve Batı’yı yeniden işbirliğine zorluyor. Ancak, bu iktidar stratejisi diğer bütün seçeneklerin tükendiği durumlarda geçerlidir. Oysa, geleneksel sermaye çevreleri bakımından düzenin sınırlarını zorlamayan bir seçenek oluşturma arayışı devam ediyor.

Yukarıda çizmeye çalıştığım teorik-politik çerçevenin mantıksal sonucu olarak; geleceği yeniden kurma sürecinde/mücadelesinde anlamlı bir rol oynamak ve devrimci-sosyalist hareketi yeniden kitlesel bir güç haline getirmek için, geniş cumhuriyetçi çevrelerle iş ve eylem birliği yapmak zorunludur. Solun etkin bir bileşeni olduğu, toplumun ilerici entelektüel birikiminin yeniden harekete geçirildiği, ideolojik ve kültürel mücadeleyi önceleyen bir “Cumhuriyetçi Cephe” oluşturmak yaşamsal bir gerekliliktir. İlerici Kürt hareketi ile ilişkiler de bu bağlamda ele alınmalıdır. İhtiyacımız olan şey özgüven ve cesarettir.

Siyasal İslamcılığın bütün dünyada yüz kızartıcı şekilde iflas ettiği bir dönemde, Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, emperyalist güç merkezleri ve geleneksel büyük sermaye çevreleri istemiyor diye, bir siyasal iktidar kendiliğinden ve otomatik olarak sonlanmıyor. Hiçbir siyasal ve iktisadi gücün önsel olarak böyle bir kral iradesi ve otoritesi bulunmuyor.

Türkiye, cumhuriyet devrimini yeni bir yorum ve yaklaşımla, örneğin eşitlikçi bir perspektifle tarihsel, toplumsal, kültürel ve siyasal hedeflerine ulaştıramaz, bir anlamda onu yeniden kuramaz ise, İslamo-faşist bir rejime dönüşmesi, –kaçınılmaz demesek bile– en güçlü olasılıktır. İslamcı iktidarının tarihsel ve siyasal ömrünü uzatacak şey, muhalefetin, özellikle bu alanın en büyük gücü olan CHP’nin beceriksizlikleri, ideolojik ve siyasal hataları olacaktır. Buna izin vermeyelim.

***

BİRLEŞİK, BÜTÜNLÜKLÜ BİR MUHALEFETE İHTİYAÇ VAR

Kemal Irmak:

Türkiye’de devlet ve devletin tüm kurumlarını uzun zamandır kontrol eden bir iktidar var. Bu normal değil, devletleşmiş bir iktidar. Bunun karşısında da parlamento içi ve parlamento dışı muhalefet var. Parlamento içi muhalefet uzun zamandır devletleşen iktidar karşısında güçlü, görünebilir, kitlelere güven verir bir muhalefet çizgisi izleyemedi. Bu aslında iktidarı birçok alanda da daha cüretkâr kıldı. Toplumun önüne hiç olmayacak uygulamalar, kanunlar, yasalar getirildi, referandumlar yapıldı. “Olmaz, geçmez” denilen her şeyden bu iktidar kendi hedefleri doğrultusunda bir biçimde çıkmayı başardı. Bunun sebebi elbette ki hem parlamento içindeki hem de parlamento dışındaki muhalefetin durumu. Parlamento içindeki muhalefet kendisine bir iktidar çizgisiyle, buna uygun bir muhalefet stratejisi oluşturamadığı için tökezledi. Halk kendisi bazı şeyleri başardı. Seçimlerde yan yana gelmeyi MHP-AKP faşist iktidarına karşı mutlaka halkın birleşmesi gerektiği üzerine siyasi yapılar tarafından formüle edilemeyen bir stratejiyi halk kendisi bir biçimde beceriyor. Fakat bunları da bir biçiminde bertaraf etmeye yönelik yol ve yöntem peşinde koşuyor iktidar hız kesmeden. 31 Mart seçimleri sonucunda AKP birinci parti konumunu yitirdi, bundan sonra hem sağa sola saldırırken öbür yandan da muhalefeti ehlileştirme yoluna girdi. Muhalefet de bu oyuna geldi, yumuşama-helalleşme yönünde siyaset yapmaya başladı. Fakat hemen ardından gelen uygulamalar, CHP ve DEM Parti belediyelerine gelen haciz ve kayyumlar gösterdi ki bu iktidarla asla müzakere edilmez, mücadele edilir, yumuşama eğilimi gösterilemez.

Diğer taraftan parlamento dışı sol da çok parçalı. Her biri ayrı bir yerde duruyor, sisteme dair bir tarifleri var, mücadele başlıkları ve tarifleri üzerinden herkes bir muhalefet hattı yürütüyor. Ortak bir mücadele hattı yürütülemiyor. Her bir muhalefet başlığı birilerine emanet edilmiş, paylaştırılmış durumda. Biz daha çok eğitim alanındaki sorunlarla uğraşırken sağlıkçılar sağlık alanıyla uğraşıyor, yoksullukla en derinden yaşayan emekliler mücadele ediyor. Tüm bunları kapsayacak ortak bir mücadele zemini de yok. Böyle olunca da son derece zayıf bir sol-sosyalist muhalefet ortaya çıkıyor hem parlamento içinde hem parlamento dışında. Bu durumu aşabilmenin yolu ortak, birleşik, bütünlüklü bir mücadeleyi zorlamaktır. Eğer samimi bir şekilde önümüzdeki dönem bu kötülük iktidarını, siyasal İslamcı faşizmi indirme niyetimiz varsa, bunun yolu onların da aslında daha çok korktuğu şekilde sokaktan, birleşik bir mücadeleyi örmekten geçiyor. Buna ihtiyaç var. Çünkü gelinen durum bunu herkese dayatıyor. Kimsenin de böyle ortak bir muhalefeti reddedebilme şansı da kalmadı. O yüzden mutlaka birleşik, bütünlüklü bir sol muhalefeti örmeye ihtiyaç var. Eğer bir birleşik muhalefet ortaya çıkacaksa; ki ihtiyaç var, bu uzun süre solu ve sola bel bağlayan geniş halk kitlelerini kazanacak bir sağlamlıkla inşa edilmeli.

***

ÜLKENİN GELECEĞİ İÇİN BAŞKA BİR ŞANS YOK

Serpil Güvenç:  

Türkiye 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor. Ayrıca bugün için önemli olan başka bir gerçek var ki Türkiye tarihinde her zaman kendi gücünün çok ötesinde bir etkisi olan sosyalist ve komünist güçlerin bugün çok dağınık bir durumda olması, birlikte duramaması, ittifak koşulları yaratamaması. Bu durum uzun vadede çok kötü sonuçlar yaratabilir.

Bu faşizm koşullarında böyle bir ittifakın mutlaka ve mutlaka kurulması gerekiyor. Birkaç kez denendi, Haziran Hareketi örneği var önümüzde, geçtiğimiz seçimlerde de bir ittifak denemesi oldu. Ancak bir türlü güçlü, uzun vadede anti faşist mücadelede etkin olabilecek bir birlikteliğe ulaşamıyoruz.

“Ne yapılabilir” sorusuna dair şöyle düşünüyorum; Bir kez başaramadıysak bir daha deneyelim. Bir daha deneyelim, bir daha deneyelim. Ülkenin başka bir şansı olmadığını düşünüyorum. SOL Parti, TKP, EMEP, TİP, TKH gibi sol örgütlerle, Kürt hareketinin sola yakın kesimleri gibi unsurlarla birlikte hareket edebilecek anti faşist bir mücadelenin örülebileceği koşulların mutlaka sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bugün ülkenin başka bir çaresi olmadığını düşünüyorum.

***

YOK HÜKMÜNDEKİ TEK ADAM ANAYASASI, TESLİM OLAN MUHALEFET VE ÖTESİ

Anayasanın cebren ve hile ile yürürlükten kaldırılmış olduğu mevcut durumda, egemenliğin kayıtsız ve şartsız sahibi olan halkın asli kurucu iktidar sıfatıyla hukuk düzenini yeniden tesis etmesi ve gayrimeşru olarak egemenlik yetkilerini kullanan iktidarın iktidardan çekilmesi gerekmektedir. 

Muhammed Aybars Aydoğan - Kurucu İrade Hareketi Kurucusu. 

16 Nisan 2017 tarihinde YSK’nın  mühürsüz oyları geçerli saydığı yok hükmündeki kararıyla yürürlüğe sokulan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başlıklı metin; temel hak ve özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı olağanüstü hal şartları ve diğer tarafın iktidar tarafından terörist ve vatan haini ilan edildiği adil olmayan propaganda şartları altında, karşı çıkanlara karşı cebir ve şiddet kullanılarak ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “Boşuna uğraşmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti” söylemi eşliğinde hukuka aykırı olarak yürürlüğe sokulmuş ve böylelikle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası hukuka aykırı olarak yürürlükten kaldırılmıştır.

“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek” Türk Ceza Kanunu’nun 309. maddesinde “Anayasayı ihlal” suçu olarak tanımlanmıştır. Bu hüküm, 2017 yılından bu yana yürürlükte olup; Yargıtay Ceza Daireleri arasındaki iş bölümüne göre bu hükme ilişkin yargılamalar, Can Atalay’a ilişkin Anayasa Mahkemesi kararının yok hükmünde olduğuna karar vererek hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin görev alanına girmektedir.

BİR HUKUKİ İŞLEMİN YOKLUĞU

yargı mercileri tarafından her zaman tespit edilebileceğinden Yargıtay 3. Ceza Dairesi, eğer Can Atalay kararını siyasi saiklerle vermiş değilse, bu metnin kendisine ulaşmasıyla birlikte YSK kararının yok hükmünde olduğunu tespit etmeli, mühürsüz oyların geçerli sayılması yönünde oy kullanan YSK üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak sorunun çözümü yönünde bir adım atmalıdır.

Ancak hukuka aykırı olarak yürürlükte bulunan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başlıklı metne göre teşekkül etmiş Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin milletin hukukunu korumaya yönelik böyle bir karara kendi varlık sebebini inkar etmek pahasına imza atması beklenemez. Zira gelmiş olduğumuz noktada kaynağını meşru bir anayasadan almayan, Tayyip Erdoğan tarafından dizayn edilmiş bağımlı yargı -istisnalar dışında- Türk Milleti adına karar vermemektedir ve veremez.

CHP YOK HÜKMÜNDEKİ ANAYASAYA SAHİP ÇIKIYOR

Ana muhalefet partisinin meclisteki diğer muhalefet partileriyle birlikte Nisan 2017’den bugüne yapması gereken şey, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başlıklı yok hükmündeki metne göre oynanan bu oyunun bir parçası olmayı bırakarak TBMM’den çekilmek ve sine-i millete dönmek ise de ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet partilerinden de kendi varlık sebeplerini inkar pahasına milletin hukukunu korumaya yönelik böyle bir adım atmaları beklenemez. Nitekim, Kasım 2023’ten bu yana ana muhalefet partisi genel başkanlığı koltuğunda oturan Özgür Özel, 2024 yılının Ocak ayında, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin -Can Atalay’a ilişkin- Anayasa Mahkemesi kararına uymamasını Anayasa’ya karşı darbe girişimi olarak nitelendirmiş, CHP’nin anayasaya sahip çıkmak için üzerine ne düşüyorsa yapacağını söyleyerek halkımızı yürürlükteki Anayasa’yı savunmak üzere meydanlara çağırmıştır.

Tıpkı, Nisan 2017’de olduğu gibi Ocak 2024’te de teslim olmayacağını açıklayan ana muhalefet partisinin bugün de teslim olmuş olması bir yana, bugün Türkiye Cumhuriyeti hukuka aykırı olarak yürürlüğe sokulmuş yok hükmündeki bir anayasa ve bu yok hükmündeki anayasanın savunuculuğuna soyunan bir ana muhalefetle karşı karşıyadır.

TEK BİR MÜCADELE HATTINDA BİRLEŞMEK

16 Nisan 2017 tarihinde kanuna aykırı olarak gerçekleştirilen Anayasa Değişikliğine İlişkin Halkoylaması ve YSK’nın oylamaya ilişkin son kararı hukuken yok hükmünde olup Türkiye Cumhuriyeti Anayasası başlıklı metin hukuken değil, cebren yürürlükte olduğundan Türkiye Cumhuriyeti hukuken geçerli bir anayasaya sahip değildir.

Anayasanın cebren ve hile ile yürürlükten kaldırılmış olduğu mevcut durumda, egemenliğin kayıtsız ve şartsız sahibi olan halkın asli kurucu iktidar sıfatıyla hukuk düzenini yeniden tesis etmesi ve gayrimeşru olarak egemenlik yetkileri kullanan iktidarın iktidardan çekilmesi gerekmektedir.

Anayasanın hukuka aykırı olarak ortadan kaldırıldığı ve yasama, yürütme ve yargının, çıkarları milletin hukukuyla çatışan kişiler tarafından ele geçirildiği mevcut şartlar altında yapılması gereken, her türlü siyasi parti kimliğini bir yana bırakarak milletin müdafaa-i hukuku için toplanmak ve tek vücut halinde mücadele etmektir.

Bugün halkımız, emekli haklarından işçi haklarına, barınma hakkından mülkiyet hakkına, eğitim hakkından sağlık hakkına, hayvan haklarından çevre hakkına bir çok alanda savunma hatları oluşturmaktaysa da bu hatlar “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.” parolasıyla tek bir mücadele hattında birleştirilip kaynaştırılmalıdır.