Hüzünlü, derin ve mizaha göz kırpan öyküler…
Bulgaristan’ın çağdaş yazarlarından Yordanka Beleva sahip olma ve kayıp odağında ilerleyen öykülerle Bulgar yaşamına ait kodları görmemizi sağlarken en çok da kadınların zorlu hikâyesini ele alıyor.
İlke KAMAR
Keder, hem şiirleri hem de öyküleriyle tanınan Bulgaristan’ın çağdaş yazarlarından Yordanka Beleva’nın Türkçeye çevrilen ilk öykü kitabı. Yirmi kısa öyküden oluşan kitapta ’yirmi iç çekiş’ var diyebiliriz. Bu öyküler kimi zaman insanların başına gelen çok büyük talihsizlikleri dile getiren kimi zaman da yaşamın sıradanlığında, çok da fark edilmeyen ama muhatabında hiç bitmeyecek hüzünler bırakan türden. Ancak Beleva, eksiklikleri, yok olanları, mağlubiyet hissinden ve melankoliden uzaklaştırarak kötü bir olayı ‘anıyormuş’ gibi aktarabiliyor.
Sahip olma ve kayıp odağında ilerleyen öykülerle Bulgar yaşamına ait kodları görmemizi sağlarken en çok da kadınların zorlu hikâyesini ele alıyor yazar. Ölüm veya doğumun aile dinamiklerinde nasıl rol oynadığını gösteriyor. Acı, yas ve kayıp temasını işlediği öykülerinde ince bir mizahı eksik etmeden karşıtlık oluşturmayı başarıyor.
BÜYÜKANNELER VAZGEÇİLMEZ KARAKTERLER
Bununla beraber, Beleva'nın şair olması tüm öykülerinde kendini hissettiriyor diyebiliriz. Çok etkileyici bir olay hızlı şekilde başka bir olaya dönüşürken öykü dengeli ve sakin akıyor Keder’de. Resmettiği karakterler ise sıradan insanlar. Büyükannelerse vazgeçilmez karakterleri yazarın. Birçok öyküde büyükannelerin dünyasını farklı bir yerden anlatarak karşımıza çıkarıyor. Örneğin kanser yüzünden memesini kaybeden ve sonra tekrar tekrar kocasından onu hastaneden alıp bahçeye gömmesini direten anneanne, çekilişte mini bir buzdolabı kazanan ve tüm köyün öfkesine neden olan yoksul bir büyükanne, kendi hikâyesinin yazılmasını isteyen Dafina Teyze gibi daha çok yaşlı kadınların odağındaki meselleri anlatmayı seçerek onların dünyasına sokuyor okuru. Büyükanneler mutlu bir son beklemeyen, kendilerine acımayan, yaşadıklarını olgunlukla içselleştirmiş kadınlar. Beleva’nın yaşlı karakterleri sıklıkla kullanması Bulgar toplumunun birkaç nesildir çektiği acıları bugünün kişisel hayal kırıklıklarıyla birleştiriyor. Karakterler birbirlerinden belli çizgilerle ayrılsalar da yazar, onları fiziksel özelliklerinden çok psikolojileri, geçmiş yaşamları, aile ilişkileriyle öyküleştiriyor. Ana temanın içindeki dramatik çeşitlilik ise mizahın tadını çıkarmamızı engellemiyor. Beleva’nın en önemli tarafı dramatik, acı dolu hikâyeyi anlatsa da travmatik bir geçmişle hesaplaşarak olaydan okuru uzaklaştırmasındaki başarısı.
ÖYKÜCÜLÜĞÜ VE KADINLAR
Öykülere gelecek olursak: İlk öykü Kara Toprağın Aile Portresi… Bu öyküde ana karakter anlatıcının anneannesi. Bulgaristan’ın çağdaş yazarlarından Yordanka Beleva sahip olma ve kayıp odağında ilerleyen öykülerle Bulgar yaşamına ait kodları görmemizi sağlarken en çok da kadınların zorlu hikâyesini ele alıyor Ve isteği bir bütün olarak toprağa gömülmek. Ama cerrahlar sağ memesini alıyor. Hem memesinin yokluğu hem de ona bir daha kavuşamayacak olmasının verdiği kederin dayanılmazlığı bir yana, köy yerinde insanların bu duygudan çok yeni duruma dikkat kesilmesini görünür kılmaya çalışıyor Beleva. Öykü karakterinin derindeki gizli sancısını aktarırken onun köylünün dünyasındaki algısını göstermeyi seçerek eşzamanlı okuru düşündürdüğünü söylemek mümkün:
“Köyün kadınları, kendini nasıl hissettiğini görmeye gelirdi. Garip bir turistik cazibe merkezidir acı. Dünyanın bir yerlerinde büyük trajediler için giriş ücreti alınır. Birine yıllarca işkence yapılan evler, birilerinin topluca kurşuna dizildiği okullar, tren enkazları. Anneannemi yarasına bedava giriliyordu. Bazen ziyarete gelen kadınlara sadece kesilen memenin ağrıdığını söylüyordu, ama onlar bedenden uzun zaman önce ayrılmış bir et parçasının nasıl ağrıyabileceğini anlamıyordu.”
Beleva bu kısa öyküde karakterin yaşadığı zorlayıcı durumu görünür kılarken kendi yaşadığı ve büyüdüğü yer yine mekânı oluyor öykünün. Keder’in dikkat çeken öykülerinden Toçka Nine’nin şansı ise, bir başka büyükannenin başına gelenlerden yola çıkarak tasarlanmış. Toçka Nine yoksul mu yoksul! İki günde bir ekmek alacak parası var. Komşuları için o yoksul biri, çocuklar için ise Cadı Yaga Nine. Ama bir gün onun da hikâyesi değişiyor:
“Çekilişin ne hakkında olduğunu -ödenmiş vergiler için miydi, yoksa ödenmiş faturalar ya da toplu özelleştirmeye iştirak için mihatırlamıyorum, epey zaman geçti ve artık bunun önemi yok. Ödülün tezgâh altı küçük bir buzdolabı, kazananın ise bizim köyümüzden Toçka Nine olduğu ortaya çıktı. Ama şansın ayağına bir kez çelme taktığında ne getirse getirsin daima acıtır.”
Toçka Nine’nin buzdolabını evine getirmesi kolay olmaz. Ödül olarak ekmek çıkmasını yeğler ama ihtiyacı olmasa da bir buzdolabı onundur artık. Köylüler ise iki günde bir ancak yarım ekmek alabilen bir kadına ödülün çıkmasını kabullenemezler. Yazar burada da karakterin yaşam koşullarının yarattığı sıkıntıyı gösterirken Bulgar toplumundaki kıskançlığı görmemizi sağlıyor.
Büyükanneler kadar büyükbabalar ve anneler de Beleva’nın öykülerinde özel bir yere sahip. Bir Bulgar Gül’ünde mesela oğlundan ve kızından haber bekleyen annenin, kızının bayramlarda gönderdiği mendilleri saklaması üzerine kurulu bir öykü karşımıza çıkıyor. Mendiller kadar kokular da hediyeler arasında yer alıyor bu öyküde. Bu kokular ise ‘anneyi’ hiç gitmediği ülkelere götürüyor. İşte Bulgar Gülü de bu kokulardan biri. Yıllarca özenle biriktirdiği kokular ve mendiller annenin çocuklarıyla kurduğu tek bağ: “Kızından aldığı mendilleri saymayı bırakmıştı. Eskiden birine mendil göndermenin farklı anlamları varmış: Sağ ve salim olduğunuz, hatırladığınız ve unutulmak istemediğiniz, hayatınızı başka birinin hayatıyla birleştirmeye hazır olduğunuz gibi anlamlara gelirmiş. Mendiller çoğunlukla alıcı tarafından iade edilirmiş ama bir annenin reddetme hakkı yoktur. Bu nedenle sadece kabul ediyordu.” Yazarın bu öyküsü de diğerleri gibi üzerine düşünmeyi talep eden öykülerinden.
Yordanka Beleva’nın gücü tam da burada ortaya çıkıyor. Öyküler birkaç sayfa kısalığında olsa da cümlelerin taşıdığı anlamlar o kadar güçlü ki olaylar hızlı değişse de siz farkına varmadan öykü bitiyor. Ve diğer öyküye geçmek kolay olmuyor çünkü Beleva’nın anlatmadığı ama ima ettiklerini düşünme süreci başlıyor.
Beleva’nın öykülerinin hepsi arayış içinde demek yanlış olmayacaktır. Kaybedileni ararken gerçekten kaybolup kaybolmadığımızı ya da kaybedip kaybetmediğimizi de sorguluyor yazar. Tüm bu sorgu içinde ise acı, keder kaybolmayan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor demek mümkün.