Lee Morgan, caz tarihinin en ikonik karakterlerinden biri. Bebop’un “zincire vurulamayan”, virtüözlük işi emprovize sololarını blues ve gospel temposu ile birleştiren hard-bop cazın da en önemli temsilcilerinden aynı zamanda.

I Called Him Morgan üzerine
Caz trompetçisi Lee Morgan ile Şubat 1972’de onu öldüren eşi Helen Morgan’ın hayatı ve ilişkisini anlatan 201(Fotoğraf: Amazon)

Kardelen Dalokay

İ l i ş k i
İnsanın bağlantılar kurarak yarattığı
dünyada, kişiler ilişkiler kurarak yaşarlar.
Dünyanın temeli, bağlantılar; nesneleri,
kurularak varedilmiş nesnelerse, kişi
İlişkileri bu dünyanın içinde
kurulmuş
en üst düzey nesnelerdir: Yalnızca,
baştanbaşa k u r u l m a olan nesneler…
Dolunaya kaç akşam kaldı?
Ne çıkar kaç akşam kaldığından dolunaya —-
Bu karanlık ânı çalarken sorduk mu zamanı?

Oruç Aruoba

19 Şubat 1972… Soğuk, karlı ve muhtemelen caz camiası için kışın tüm aylarından daha karanlık bir gecede, bir ambulans Manhattan sokaklarından Slugs’ Saloon’a ilerlemeye çalışıyor. Caz kulübünün duvarlarında son kez çınlayan notalar henüz taze… Kötü hava şartları nedeniyle ambulansa alınan Lee Morgan’ı ise dünyanın son görüşü.


Bu dramatik sahneyi yönetmen Kasper Collin’in 2016 çıkışlı filmi I Called Him Morgan’da görebilirsiniz. Lee Morgan’ın yetişkinlik dönemini, özellikle sevgilisi Helen Moore ile olan çalkantılı ilişkisini ekrana yansıtan belgesel-filmde Oruç Aruoba’nın yukarıdaki dizelerini hatırlatan pek çok hatıra mevcut. Üstelik bir noktasıyla da, filmin kendisi bile, i l i ş k i’nin bu boyutunu ya da “ilişkilenen” boyutunu yansıtacak bir “nesne” hâline gelebilir. Elbette bu yazıyla yeniden var edilen bir nesne olarak…

Lee Morgan, caz tarihinin en ikonik karakterlerinden biri. Bebop’un “zincire vurulamayan”, virtüözlük işi emprovize sololarını blues ve gospel temposu ile birleştiren hard-bop cazın da en önemli temsilcilerinden aynı zamanda. 1938’de, Philadelphia’da, 4 çocuklu bir ailenin en küçüğü olan Lee, tam da hard-bop’un en aktif yıllarında, türün kurucularından sayılan Art Blakey’in Jazz Messengers grubuna katılıyor. Morgan’ın yeteneği kısa sürede cazseverler tarafından fark edilip takdir toplamaya başlıyor. Bu cazseverlerden biri ise Kasper Collin… Müzisyenin 1961 yılında Art Blakey&The Jazz Messengers ile Tokyo’da çaldığı Dat Dere, yıllar sonra I Called Him Morgan’ın çekilmesine temel ilham kaynaklarından biri oluyor.

Lee Morgan, sevgilisi -ya da nikâhsız eşi olarak söz edilen- Helen Moore tarafından 33 yaşında, Slugs’ Saloon isimli caz kulübünde vurularak öldürülür. Morgan’ın duygusal bir sığınak, Helen’in ise tutkulu bir aşk bulduğu ilişkinin bu noktaya gelmesinde kendi devinimlerini yaratan pek çok dinamik etkili. Lee Morgan’ın uyuşturucu bağımlılığına yenik düşmüş, silik yılları; Helen’in bu süreçte ona kol kanat germesi ve zaman içerisinde Lee’nin duygularında açığa çıkan “bağlanamama” hâli… İki kişi arasında geçen, Oruç Aruoba’nın “bu dünyanın en üst düzey nesnesi” olarak tanımladığı ilişkinin ikilemli bir hâli…
Kasper Collin, 2017’de, Stephen Saito ile yaptığı röportajda Dat Dere için “Bu klibe direkt kapıldım, daha önce kimsenin böyle trompet çaldığını görmemiştim” diyor. Collin, filmi çekme sürecinde Morgan’ı tanıyan herkesin, müzisyenin özellikle Helen ile olan yıllarını anlattığını ve bu sürecin, onu uyuşturucu bağımlığından kurtardığını söylediğini de ifade ediyor. Bu nedenle de filmi Helen-Lee odağında ele almak istediğini, Lee’yi hem kurtaran hem de ölüme teslim eden bu ilişki için bir aşk mektubu olduğunu… Bu noktada hemen aklıma geliyor: “Bu dünyanın en üst düzey nesnesi, iki insan arasındaki ilişki…”

Hikâyeye göre, Helen caz camiasında oldukça sevilen biri. Caz müzisyenlerinin huzur bulduğu ve Lee’nin de yaptığı gibi sığındığı bir alana tekabül ediyor anlam olarak. Lee’nin sevenleri arasında onu sevenler de var, nefret edenler de… Ben ise Oruç Aruoba’nın sözlerini düşünürken bu ilişkinin bütünsel yorumundan kaçınarak, küçük bir anekdotuna odaklanıyorum. İki insan arasındaki ilişkinin, sadece kendisi ve dinamikleri ile değil, üretime dönüştüğü noktadaki anlamını…

Morgan’ın 1968 yılında Blue Note Records’tan çıkan albümü Caramba!’daki Helen’s Ritual şarkısı bizi bu anekdota götürüyor. Şarkı, Lee’nin Helen’in hazırlanma süreci için bestelediği bir şarkı. Söylenene göre Helen’in dışarı çıkarken hazırlanma süreci oldukça uzun sürermiş. Dolayısıyla, bu şarkı Morgan’ın Helen’i izlerken geçirdiği sürenin bir karşılığı olarak da tanımlanabilir. Elbette ki zamanın aşındırıp heykel gibi yeniden şekillendirdiği, kişisel yaşantılarımızın örüntüsüyle algımıza yansıyan çeşitli anlam kaymalarından sonra bize ulaşmış hâli bambaşka! Helen-Lee ilişkisinin -yani nesnesinin- ortaya çıkardığı, bir bağlantıdan doğan, yeni bir nesne hâline gelmiş ve bugünün caz severleri için de bir ilişkiyi “yeniden kurma”nın biçimi olarak kendini ortaya koymuş.

Benzer bir durumu Collins’in Morgan ile kurduğu ilişki için de söyleyebiliriz. Kasper’in dünyasında, Morgan ve Helen arasında kurduğu bağlantı, onu tanıma süreci; biri ölmüş, diğeri ise onun anısının peşinden giden bir başkasının yeni bir nesnesi olmuş. Öykü yeniden kurgulanırken kendi anlam yükünü kazanıp baştanbaşa k u r u l m a nesnelere bir diğerini eklemiş. Yeni bir ilişki hâline gelmiş.

Filmi izleyenler elbette bu dinamikleri çok daha iyi anlayacaktır. Bu nedenle sözlerimi burada noktalıyorum. Collins’in Morgan’ı en iyi şekilde anlatabilmek için seçerken “kendimi okul çocuğu gibi hissettim” dediği müzikleri, Eva Hillström, Hanna Lejonqvist ve Dino Jonsäter’in bence harika olan editi ile görsel anlamda da oldukça derinlikli bir çalışma!