Bilim iyidir ama onun da kötüye kullanıldığını görmedik mi? Hiroşima, Nagazaki bilinçli cinayetlerdi, ama bunun Çernobil gibi Fukuşima gibi bilinçsizleri olmuyor mu, olmayacak mı?

İbn Haldun’dan yapay zekâya
Cezayir, Bicaye vilayeti girişindeki İbn Haldun büstü.

İslam dünyasının Osmanlı’da ve Türkiye’de geç fark edilmiş “içtimaiyatçı” kendini tarihçi olarak resmeden âlimi İbn Haldun, ünlü eseri Mukaddime’de başta Aristotales olmak üzere etkileri çağlar üstü filozofları pek küçümser; İslam âlemi için tehlikeli bulur. Yalnız Eflatun ve Aristotales’i değil, İslam dünyasında parlamış Farabi ve İbn Sina’yı da sert eleştiri oklarıyla yerin dibine batırmaya çabalamıştır. “Bunların ileri sürdükleri düşünceleri her bakımdan yanlıştır. Varlıkların (mevcudiyetin) hepsinin Akl-ı evvel’den çıkışını iddia ve bütün varlıkları bu akla isnat edip, bu aklın ötesine yükselmeden, Vacıba (yaradana) ulaşmadan bununla yetinip bu aklın ötesinde Tanrı yaratıklarının rütbelerinden habersiz olmaları, iddialarının yanlış ve yersiz olduğunu gösteren bir delildir” der (Cilt. 3, s. 105, M.E.B). Ve der ki, “Tabiiyyat meseleleri dinimiz için olduğu gibi dünyamız için de önemli değildir” (A.g.y., s. 103) hükmüyle her ne kadar din ile dünyayı birbirinden ayırıyor gibi görünse de bu “faydasız şeylerle” felsefe ve doğa meseleleri ile uğraşmayı pek tehlikeli bulur.

Ötekiler cehennem mi?

Bulsun; akılla teolojinin kavgası da başı sonu olmayan bir kavgadır ki, insanoğlu aklın yolundan giderken dinin “kurtarıcılığından” da vazgeçememiş, zaafını, zaman içindeki güçsüzlüğünden, yalnızlığından, ömrünün kısalığından, sonsuz evrendeki pek küçük, adeta kayda değmez varlığından kaynaklanan korkusunu dinle, “ruhani” çözümlerle gidermeye çabalamıştır. Bu sebeple dünyamızın da evrenin de bir sonu olsun, kendisine başka hayatlar bahşedilsin istemiştir. Cennet müjdelenmişse cehennemin de olması kaçınılmaz değil mi? O nedenle de bütün dinlerde müjdenin adı cennetse korkunun adı da cehennem olmuştur. Ama bu ödülü ve cezayı başka türlü anlayanlar, anlatanlar da oldu. Örneğin varoluşçu filozof Sartre “cehennem ötekilerdir” demiş, şu kısa ömrümüzde başımıza gelen kötülüklerin öteki insanlardan kaynaklandığını anlatmak istemiştir. Pablo Picasso’nun da ünlü Guernica tablosunu gören ve “siz mi yaptınız?” diye soran Nazi subayına “hayır siz yaptınız” dememiş miydi?

İbn Haldun’u İslam dünyasında bir Marx olarak görmek isteyenleri ciddiyle almayalım ama asabiye teorisini, devletlerin yükseliş ve çöküşlerini anlatan tezlerini abartmasak da yabana atmayalım. Devletler hangi nedenlerle çöküş evresine girerler sorusuna verdiği yanıtlar bugün de anlamlıdır, ama benim İbn Haldun’un Mukaddime’sinde en çok sevdiğim paragraf onun yazı ile ilgili övgülerini sergilediği bölümdür. Pek güzeldir: “Yazı harflerin resim ve şekillerden ibaret olup, insanlar düşündükleri mana ve mefhumları ve işittikleri sözleri yazı vasıtasıyla anlatır ve tespit ederler. Yazının medlulü manalar olduğu için yazı manayı anlatmakta kelimelere nispetle ikinci derecededir. Yazı şerefli bir meslektir. Çünkü yazı insanı diğer hayvanlardan ayıran hususiyetlerden biridir. Yazı sayesinde insanlar kalplerinde saklanmış olan manaları anlatırlar.”

Yazıya övgü daha uzundur ama bu kadar yeter ki, yazıyı da fazla abartmanın âlemi yoktur. Yazı da nihayet, iyisi var kötüsü var, kimi zaman insan ömrünü kısaltan bir suç ya da kısaltılmış bir ömrün vedası olabiliyor. Uzatmayalım, öyle anlaşılıyor ki yazı da giderek insandan uzaklaşıyor, yapay zekânın sorup soruşturmadan, insanların rızası alınmadan, birbirleriyle ilişkisi algoritmalarla düzenlenmiş abuk sabuk fikir kırıntılarından ibaret bilgi kazanında kaybolup gidiyor. Yazık değil mi yazıya şiire hikâyeye? Roman demedim dikkat ederseniz; çünkü roman aslında hikâyedir ve uzatmışsak hikâye uzun olduğu ya da hikâyeler iç içe geçtiği içindir. Şiir başka.

Herkesin bildiği sırdır bütçe

Ama herkes biliyor, İbn Haldun’un ve eseri Mukaddime’nin asıl maksadı devletlerin yükselişi ve çöküşünün nedenlerini anlatmaktır. Uzun uzun yazamayacağız, özetle yetineceğiz, en önemli tezlerden şöyle bir söz edip geçeceğiz. Neden devletler hükümetler düşer meselesine pek kısa, pek özlü yanıtlar arayan İbn Haldun, sonunda “Masraflar çoğaldığı için gelirler masrafları kapatmaz. Yoksullar mahvolur, zenginler, lezzet ve nimetlere dalanlar gelirlerini bu yolda sarf edip tüketirler” diye kendince bir hülasa yapar. Gerçekleri tam yansıtmasa da şu gelir-masraf meselesi sanki hâlâ geçerli bütçe kavramının esası değil midir? Neyse yine uzattık. Bütçeler aynı zamanda ülkelerin gelir dağılımının da bir tür dökümüdür; kim ne kadar üretiyor, kim üretmeden sahip oluyor, üretim araçlarının sahibi kim, devlet kimi koruyor, kimi kahrediyor, çoğu zaman aynı anlama gelen hükümetlerde kim çalıyor çırpıyor, hepsini bütçelerden okumak mümkündür.

Benim derdim ise günün birinde şu yapay zekâ denilen algoritması beyninden ibaret aletlerin, “artık size gerek kalmadı, biz kendi kendimize toplar dağıtırız, hüküm verir uygularız, şiir roman hikâyeyi de halleder, kimin neye ihtiyacı varsa yazar keser biçer boyar üretiriz” demeye başlamasıdır ki, o zaman “hadi bakalım sürekli boş zaman boş zaman deyip duruyordunuz, alın size boş zaman istediğiniz kadar tembellik edebilirsiniz” demeleridir ki, bunun boş zaman değil ölüm olduğunu ne zaman idrak edeceğiz merak içindeyim. Abarttığımın farkındayım ama korku buna bunları söyletiyor. Beni teselli etmek için “hiç merak etme ipin ucu bizim elimizdedir, fişi çektik mi hepsi susar, yığılıp kalırlar algoritmalar çöker” diyorsunuz ama yine şu kötü insanları, adı cehennem olan ötekileri, toplama kamplarını, onların algoritmalarla kendilerini iyice güçlü kılmış, kılacak sahiplerini unutmuyor musunuz?

Tamam, işin bir de bu boyutu var ama dikkat edeceğiz, kötülerin eline geçmesine izin vermeyeceğiz diyenler beni yatıştıramıyor. Bilim iyidir ama onun da kötüye kullanıldığını görmedik mi? Hiroşima, Nagazaki bilinçli cinayetlerdi, ama bunun Çernobil gibi Fukuşima gibi bilinçsizleri olmuyor mu, olmayacak mı? Yine gerçeğin bir tarafını söyleyip geçmeyelim; insanı ciddiye almayan onu yalnızca rakamlarla ifade eden, şu kadar kişi öldü, şu kadar kişi doğdu hesabıyla yetinen, şu kadar çalışan, yani sömürebildiğimiz, şu kadar emekli olup bedavadan geçinen var hesabı yapanlar çağımızın devlet anlayışının bütçe ilminin ustaları iktidarda değiller mi. Biz TV kanallarında ağzımızın suyu akarak yapay zekânın başarılarını, hayretler uyandıran gelişimini, gelmişini geçmişini gittikçe kararan suratımız, açılıp kapanan uykulu gözlerimizle seyrederken, hadi geçmiş olsun diyenlere kulaklarımızı tıkamıyor, başa gelen çekilir yapacak bir şey yok rahatlığına kendimizi bırakmıyor muyuz?

***

Nerden nereye, yazı aldı başını gitti; Niyetim İbn Haldun’un asabiye teorisinden söz etmek, tarihin bir döneminde söylenenlerin bugün de geçerli olup olmadıklarını tartışmaktı. Yeri gelecek konuyu seçimlere getirecek, ikinci turda kim kazanır kim kaybeder, kim kazansa iyi olur, kim kaybetse nefes alınır, şu yapay zekâlar her şeye hâkim olmadan, karanlık basmadan kapı açılır azıcık, fazlası ufukta görünmüyor zaten, ışık içeri girer mi, yoksa yine karanlıkta mı kalırız, onu tartışacaktım. Yer de zaman da kalmadı. Ne yapalım artık bir başka sefere.