Google Play Store
App Store

İspanyol ressam Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn” tablosu ve ona yüklenen anlam

İspanyol ressam Goya’nın “Çocuklarını Yiyen Satürn” tablosu ve ona yüklenen anlam Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu güzel anlatıyor.

“Goya, Satürn'ü oğullarından birini yerken betimler. (…) Tanrı, çocuğun sol kolundan bir parça daha ısırırken görülmektedir. Karanlıktan fırlayışı, açık ağzı ve gözlerinin beyazındaki belirginlik sebebiyle bir tür delilik hali içindedir. Resmin anlamına ilişkin önerilen yorumlardan biri de; kendi çocuklarını savaşlar ve devrimler sırasında adeta yiyen İspanya'nın durumuna ilişkin alegoridir.” [i]

Bu ülke de kendi evlatlarını yemekten doymadı. Zulmün iştahı kan ve gözyaşından beslenerek büyüdü, çoğaldı ve her defasında kendisini “kutsal, yüce” ilan ederek dokunulmazlığını kutsallaştırdı.

En güçlü bahaneleri “bölünmez bütünlük” oldu. Paramparça edilmiş insan cesetleri üzerinden naralar atan nefret sahipleri acıyı acıyla yarıştırarak kök saldılar.

Herkesin birbirini ötekileştirerek yaşadığı bir toplum yarattılar. Herkes kendi acısında kavruldu. Herkes bir başkasının acısına hakaret ederek yatıştırdı içindeki kâbuslarını.

Gün oldu, sokaklarda milli nefret ulumaları ile tekbir edip bilediler kör vicdanlarını.

Gün oldu, köhnemiş dünyalarını bayraklara sarıp ant içtiler yaşayanları yok etmek için.

Gün oldu, çekip aldılar annelerin koynundan çocuklarını ve ibreti âlem için kestiler başları.

Eğer bir kez zulmü onaylayacak bahaneler yaratırsanız, yarattığınız bahanelerin kölesi olursunuz ve zulüm, uğradığınız her haksızlıkta sizi kendi bahanelerinizle vurur.

Şiddet ve adaletsizlik işte bu yüzden büyüyor. İşte bu yüzden herkes kendi şiddetini meşrulaştırmak için sesini ötekinin sesinin üzerine salıyor. Yok edilen, bastırılan her ses bu topraklarda ortaklaştığımız, ortaklaştırdığımız her şeyimizi elimizden alıyor.

Kirletilen ve ırzına geçilen toplum vicdanından nasıl doğru bir tepki bekleyebiliriz ki?

Göğsünün ortasına sıkılan bir resmi kurşunla öldürülen on yedi yaşında ki İbrahim Çoban’ı kişisel tarihinize not edin.

O gün hepimiz vurulduk. O köreltilmiş geçmişimizin, inkâr etmişliğimizin kurbanı oldu.

Koca bir halkın çektiklerine bu kadar kayıtsız kalabilen, bu kadar vurdumduymaz olabilmeyi başaran bir toplumun bireycikleri olmamızdan besleniyor besili katiller.

Hiç birimizin Unakıtan’ın tavuk yemleri kadar değerimiz yok ama biz çok değerliymişiz gibi yapmayı ve ona inanmayı seviyoruz. Kendi kendimize gazladığımız vatandaşlık duygumuzun kof kıyıların da voltalaşıp duruyoruz.

Bir resmi cinayete orantılı şiddet diyebilenlerin namussuzluğunu, “Devleti yönetme sanatı” diyerek açıklayanları ağzı açık dinliyoruz. Badem bıyıklardan süzme enstantaneler yalanın öteki adı gibi diziliyor tespihlere ve imamesi her dikildiğinde siyasi dilenciler diz çöküyor dibinde.

“PKK’nin Kürdü müsün?” diyor bir tanesi. “O halde bu şiddeti ve ölmeyi hak ediyorsunuz!” ironisinde kendisini inkâr ediyor.

Liseli öğrencilerin karşısına “On bin kişi çıkartırım!” diyor imame. Alkışlar kopuyor salondan. İki dudak arasından çıkacak her söze “Kurban olayım” şakşakçılığı ile talip oluyorlar halkı yönetmeye.

Taraf, karaf içinde sunuyor tebriklerini ve kimi yazarları akşamdan kalma bir eda ile tokuşturuyorlar kadehlerini.

Başımıza en aslan demokrat kesilenler, şimdi iktidar şiddetine en uslu, en masum itirazları sunuyorlar.

Ve İbrahim omuzlarda taşınarak defnediliyor toprağa. Göğsünde bir kurşun deliğiyle, yanık teniyle ve karanfillerle geçip gidiyor aramızdan.

Bir halkın seçme ve seçilme hakkını elinden almaya teşebbüs edenler ise aynı yerlerinde gerile gerile oturmaya devam ediyorlar. Sürtük burunlular olarak geçiyorlar tarihe.

[i] http://tr.wikipedia.org