Hüseyin Karabey’in filmleri, sanat sinemamızdaki genel eğilimin tersine, insana dair umudun korunduğu öyküler anlatıyor. Ben bir karamsarım, ama insana dair bir pırıltı görmeyi arzuluyorum seyrettiğim filmlerde. “İçerdekiler”de bu pırıltı var. Film, Melih Cevdet Anday’ın 1965 tarihli tiyatro oyununa dayanıyor. Bir öğretmen, bir bildiri yazdığı iddiasıyla siyasi şube tarafından içeri alınır. 185 gün boyunca işkenceye maruz […]

İçerdekiler: İnsan olmak…

Hüseyin Karabey’in filmleri, sanat sinemamızdaki genel eğilimin tersine, insana dair umudun korunduğu öyküler anlatıyor. Ben bir karamsarım, ama insana dair bir pırıltı görmeyi arzuluyorum seyrettiğim filmlerde. “İçerdekiler”de bu pırıltı var.

Film, Melih Cevdet Anday’ın 1965 tarihli tiyatro oyununa dayanıyor. Bir öğretmen, bir bildiri yazdığı iddiasıyla siyasi şube tarafından içeri alınır. 185 gün boyunca işkenceye maruz kalır ve hiçbir yakınını görmesine izin verilmez. Bir gün, karısıyla görüşmesine izin çıkar. Üstelik, bir saat boyunca yalnız kalabilecekler ve sevişebileceklerdir. Fakat, kocasını görebileceğini, hatta baş başa kalabileceğini bilmeyen kadın hastalığı yüzünden ziyarete gelmez. Yerine kardeşini gönderir. Filmin ilk bölümü tutuklu ile polis şefi arasındaki diyalogla geçerken, ikinci bölümü tutuklu ve baldızı arasındaki diyaloga dayanıyor.

Filmin finaline doğru, tutuklunun baldızına anlattığı bir hikâye var. Bir büyüme hikayesi bu. Hikâye ve film aslında aynı şeyi anlatıyorlar. Biyolojik anlamda insan olarak doğarız ama sosyal anlamda insan olmamız bir büyüme sürecinden geçmemizi, başkalarının farkına varmamızı gerektirir. İnsan ancak sosyal ilişkileriyle insan olur. Sosyal ilişkilerinden arındırılmış bir insan, insanlıktan çıkar. İçerde tutuklulara uygulanan tecridin amacı da budur: Sosyal ilişkilerinden uzaklaştırarak kişiyi insanlıktan çıkarmak. Tutuklu insanlıktan çıktıktan sonra, gerisi kolaydır. Tutuklunun çözülmemesi için bir neden kalmaz çünkü en başta kendi gözünde “insan” olarak bir değeri kalmaz. Kendisini insanlıktan çıkaranlara benzer sonunda.

Filmin başrol oyuncuları Caner Cindoruk, Settar Tanrıöğen ve Gizem Soysaldı çok iyiler. Settar Tanrıöğen’den özellikle çok etkilendim. Anday’ın diyaloglarına hayran oldum çoğunlukla ama beni ikna etmediği zamanlar da oldu.

Filmin en ciddi sorunu “ses”i. Söze çok dayanan bir hikâyede sözlerin anlaşılmasının önemini vurgulamaya gerek yok. Kimi zaman karakterlerin birbirlerine ne söylediğini anlamak neredeyse imkânsız. Basın gösteriminden sonra konuştuğum iki meslektaşım da aynı sorunu yaşamışlar. Böyle olunca da bazen dikkatim dağıldı ve filmden koptuğum anlar oldu.

İçerde olmakla dışarda olmak arasındaki sınırın bu kadar inceldiği bu dönemde “İçerdekiler”i izleyin. İnsan olmanın zorluğu, çirkinliği ve güzelliği üzerine düşündürücü bir film.