İçeriden dışarıya mektuplar: Vicdan, adalet ve imtihan
Gelinen aşamada istinaf ve Yargıtay süreci merakla bekleniyor. İnsan yakma eylemi yeni bir vicdan ve adalet sınavından geçecek. Ümidimiz adaletin kazanması.

Kaçak maden ocağından çıkarılan ve bedenleri yakılarak yok edilmek istenen Vezir Mohammad Nourtani için görülen mahkeme sonuçlandı. Afgan göçmeni yakanlara ağır cezalar beklenirken 5 yıl 8 ay ile 1 yıl 8 ay arasında cezalar açıklandı. Ailesi, savunma tarafı ve kamuoyu tepki gösterdi. Karara itiraz edildi. Ne var ki reddi mahkeme talebi de reddedildi. Şimdi gözler istinaf ve Yargıtay sürecinde. Adaletten hâlâ umut kesilmiş değil.
Zonguldak 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin açıkladığı gerekçeli karar çelişkileri gündeme getirdi. Fakat gündem yoğunluğu ve göçmen davalarına ilgisizlik nedeniyle hak ettiği yeri bulmadı. Demokratik ve sendikal kamuoyunun takibi bakımından gerekçeli karara yeniden bakmakta fayda var.
RÖDOVANS SİSTEMİ
Afgan göçmen ve beraberindeki işçiler sigortasız ve gündelik işçi olarak çalıştırıldı. Kaçak maden ocağının koordinatları bizzat mahkeme tarafından veriliyor. “Delillerin Değerlendirilmesi” bölümünde, adı geçen kaçak ocağın “Kilimli Dağbaca mevkii TTK Üzülmez 18 no.lu sahada faaliyet gösteren Gelik Madencilik Nakliyat Orman Ürünleri Gıda Petrol Enerji Sanayi Ticaret A.Ş”ye ait saha içinde bulunduğu tespit edilmiş.
Yıllardır emek örgütleri madenleri özelleştirmenin sakıncalarını anlattı. Ancak özelleştirme ve rödovans sistemi tam gaz uygulandı. Ağır işçilik, sömürü ve ölüm riski daha da arttı. Taşeronun taşeronu sistemler gelişti. Kaçak maden ocakları mantar gibi türedi. TTK alanları peşkeş çekilirken kuralsız çalışma Zonguldak’a, Soma’ya, Ermenek’e egemen oldu. Dolayısıyla Nourtani’nin yakılmasına giden süreçte tek tek şahısların yanında bir bütün olarak rödovans sisteminin ve sahiplerinin de sorgulanması gerekmez mi? Kaçak ocaklarla rödovans arasındaki bağlar incelenebilmeli.
Maktulün eşi Qamer Gul Nourtani’nin ifadeleri de gerekçeli kararda yer alıyor. Buna göre Vezir Mohammad eşine “patronların kendisine özel hastanelerin ve doktorların olduğunu” söylemiş. Göçmen işçiler bu sözlerle kandırılmış. Üstelik Nourtani’nin bir günlük yevmiyesi bilinçli olarak ödenmemiş. Patron “ödesem işe gelmezsin” demiş. Bu dayatma, iş cinayeti riskinden kurtulmak isteyen işçilere pranga değil mi?
Sanık Eray Demiro, bekar olduğunu, geçimini kaçak maden ocağında çalışarak sağladığını ifade ediyor. Yani kuralsız çalıştırma yerli ve göçmen işçileri birlikte yutuyor. Demiro diyor ki, “1.5 hafta önce bu ocak kolluk kuvvetleri tarafından tespit edildiğinde Enver abi bana hitaben ‘Bana daha önce de ocak yazıldı. Benim sabıkam var, sen bu ocağı üstlen’ dedi.” Yani bir değil birden fazla ocak söz konusu. Suçu çalışanlara yıkmak bir gelenek haline gelmiş.
Sanık Alaattin Çayırlı, ocakta çalışan birisi olmadığını, bölgedeki birçok ocaktan kömür alım satımı yaptığını söylüyor. Yani kaçak işçiler, kaçak maden ocakları kadar kaçak kömür ticareti de bu sisteme entegre edilmiş.
İfadelerden Vezir Nourtani’nin 900 TL yevmiye ile çalıştırıldığı anlaşılıyor. Yerli işçilere ise 1.400 TL yevmiye veriliyor. Daha önemlisi, kamu adına insanî ispat edilen suçlamada “ilkesiz takibin” öne çıktığı görülüyor. İşçilerin güvenliği için yapılması gerekenler yapılmamış, olası sebeple kasti eylem yönelimi mahkeme tarafından kabul edilmemiş. Bu ise, işçilerin gizemli maksatlı yandıkları yönündeki iddiayı zayıflatıyor. “Keşif halinde bulunması” dikkat çekici olan tutanaklarda gözaltı sürecinde yer verilmemiş. Hâkimler için bir sömürü alanı kullanılmış. Fakat buna rağmen verilen cezalar; köylü aileler, alışıldığı cezalar olarak eleştiriliyor. Aile ve savunma tarafı temyize gidiyor.Sanık Alaattin Ağaçlı, ocak sahibi olarak ifadesinde kaçak ocakları kapatmadıklarını çünkü bölgedeki kömürün çıkarımını ancak bu şekilde yaptıklarını belirtiyor. Yani kaçak işçiler, kaçak maden ocakları kadar sistemin parçası haline gelmiş durumda.
Kararda belirtildiğine göre Nourtani’nin 900 TL yevmiye ile çalıştırıldığı anlaşılıyor. Yerli işçilere ise 1.400 TL yevmiye veriliyor. Daha önemlisi, kamu adına isnat edilen suçlamada “ülkesinde yaşanan olumsuz olaylardan kaynaklı ülkemize sığınan, yabancı uyruklu olması sebebiyle takibinin zor olacağı düşünülen kişinin cesedinin suçu gizlemek maksadıyla yakılması yönündeki eylemin vahameti” tespitinde bulunulmuş. Yani göçmenlerin korunmasız, güvencesiz oluşları, yakma dahil korkunç bir sömürü için kullanılmış. Bu duruma rağmen verilen cezalar, haklı olarak ödül gibi görülerek eleştiriliyor. Aile ve savunma tarafı karara isyan ediyor.
Maden ortaklarından Hakan Körnöş diyor ki, “Biz cani insanlar değiliz, cani olsak ocağın ağzına gelip maktüle kalp masajı yapmazdık". Ama sanıklardan Ahmet Aydın farklı bir şey söylüyor: "Ben elimi cebime attım, çakmağımı çıkardım. Hakan’a hitaben, yakmasak olmaz mı dedim. Hakan bana, ‘Dayı oğlu parmak izlerimiz var. Çak çakmağı da gidelim’ dedi.”
Kamu adına suçlama ile karar ve ceza arasında ciddi mesafe var. Suçlama ağır başlıyor: “Olay sonucunda alınan ifadelerde de sabit olduğu üzere hayatta olan maktülü kolluk birimlerine ve sağlık kuruluşlarına haber vermeksizin kazanın meydana geldiği 20.00 ile 23.30’a kadarki geçen süre zarfında araçlarında taşıyarak kasten öldürme...”. Fakat hükme gelindiğinde sanıklar hafif cezalarla karşılaşıyor.
ATK raporuna yapılan gönderme de yetersiz. Zira ATK raporunda “olay sonrası gecikmeden 112 acil servisinin çağrılması veya hastaneye götürülerek tedaviye başlanması durumunda kurtulma ihtimalinin olup olmadığının bilinmemesi” tespiti, çubuğu kurtulma ihtimalinin bulunmamasına bükmüş. Diğer ihtimal yok sayılmış. Üstelik hüküm verilirken "ölüme neden olan kaza sonrasında (Nourtani’nin) öldüğünün kabulü nedeniyle sanıkları, yaşama hakkı tehlikeye girmiş bir kişiye yardımdan imtina ettiklerinden bahsedilemeyeceği” gerekçe gösterilmiş. Yani Nourtani’nin hem kurtulma ihtimali bilinmiyor hem de sanık ifadeleri dayanak olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla hüküm ciddi çelişkiler taşıyor.
KAZA MI İŞ CİNAYETİ Mİ?
İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini sıralayan mahkeme heyeti, ocak sahiplerini kusurlu bulmuş. Fakat iş kazaları, iş cinayeti olarak kanunda yer bulmuyor ve patronlara caydırıcı cezalar çıkmıyor. Üstelik göçmen işçi Nourtani de bu önlemleri almadığı için tali kusurlu bulunmuş. Oysa göçmen işçilerin ağır bası ve sömürü şartlarından doğan çaresizliğine karşı kanunen yeni düzenlemeler yapılması gerekiyor. İşçi lehine düzenlemeler… Yoksa daha çok göçmen işçi “tali kusurlu” ölümlere itilecek.
Zonguldak Adli Tıp Şube Müdürlüğü raporu “Mide, sol böbrek, pankreas ve bağırsaklar tefrik edilemedi” diyor. Sağ böbrek yanık halde 42 gram olarak ölçülmüş. Sol böbrek yok ama onun da sağ böbreğe yapışık olabileceği üzerinden bu sorunun da üstü kapatılmış. Oysa Nourtani ölmeden önce ocakta böbrek satılması teklifi konuşulmuştu. Tanık Qamer Nourtani’ydi.
Ağır Ceza Mahkemesi dosyasında suçun niteliği “Taksirle bir insanın ölümüne neden olma, suç delillerini yok etme, gizleme ve değiştirme” olarak tarif edilmiş. Yani duruşmalar başlarken en başta gündeme gelen “olası kasıtla ölüme neden olma” suçlamasından vazgeçilmiş. Oysa kaçak ocakta iş cinayeti ortamının oluşmasında, Nourtani’nin arabada 3,5 saat gezdirilmesinde, üzerine benzin dökülüp yakılmasında zincirleme olarak “olası kasıtla” işlenen ağır suçlar söz konusu.
Gelinen aşamada istinaf ve Yargıtay süreci merakla bekleniyor. İnsan yakma eylemi yeni bir vicdan ve adalet sınavından geçecek. Elbette bir imtihan da sendikaların önünde. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ne yapacak? ITUC ve ETUC sessiz kalmaya devam mı edecek? Vicdan ve adalet imtihanında herkes bu testten bir biçimde geçecek. Ümidimiz adaletin kazanması.


