Google Play Store
App Store

Benlik, bireyin sadece içsel gelişimi sonucu kendiliğinden ortaya çıkan bir şey değildir; dışarıyla birlikte inşa edilir ve dışarısı tarafından yerinden edilebilir. Lacan’ın ayna evresinde çocuk, belki bir aynada, belki bir yetişkinin gözlerindeki yansımada, belki de oyun arkadaşlarıyla kendisi arasında ansızın bir benzerlik keşfetmesiyle, dışarıdan gelen kendisine ait bir imge görmeye başlar. Benlik, aynada ya da başkalarında yansıyan imgesi sayesinde bireyin kendi birliğini ve ayrılığını hissettiği bu karmaşık deneyimle kurulur. Benlik ona bir imge olarak dışarıdan gelmiştir. Ve kendiliğin bu karakteri, dışsal bir imgeye bağlı olması yüzünden kırılgandır. Gelgelelim benlik, bir labirent gibi inşa edilmiştir: “Bir ben vardır bende, benden içeri”. Saldırılar tahammül duvarlarını aşınca kendini korumak için daha da içeriye çekilebilir; olmadı, en korunaklı yere, labirentin merkezine sığınabilir. Fakat benlik dışarıyla birlikte inşa edildiğine göre buna hâlâ benlik denebilir mi? Şöyle demek daha doğru olur: “Bir ben vardır bende, benden dışarı”. Karşılaşmalar benliğinizi yerinden edebileceği gibi çoğaltabilir de. Ve öyle çoğalırsınız ki artık hiçbir benliğe sığmaz olursunuz. Fakat “ben bir başkasıdır” demek zordur, çünkü labirent gibi inşa edilmiş bir benlik başkalarına asla tahammül edemez.

∗∗∗

O zaman dışarıyı içerisi gibi inşa etmek bir çözüm olabilir. Benliğin asla tehdit edilmeyeceği, aksine sürekli olumlanacağı, kırılma tehlikesi olmadan mevcut halini sürdürebileceği bir dışarısı yaratıldığında sorun çözülebilir. Böyle bir yer, ancak dışarısı içeriye dahil edildiğinde, dışarısı da içerisi gibi tek merkezli bir labirent olarak örgütlendiğinde mümkün olabilir. Bu işi çözse çözse bir despot çözebilir. Benliğin temsilcisi ve koruyucusu olarak merkeze bir despotu yerleştirmeniz yeterli. Despot, karşılaşmaları örgütleyerek, ötekilerle karşılaşmaları engelleyerek kırılgan benlikleri her türlü tehditten koruyacaktır. “Hiyerarşi, dikey ya da piramit biçiminde örgütlenme, her tür olası anlamsızlık, ölüm ya da dağılma riskini önlemek, ...öteki grupları dışlamak, kendini koruma mekanizmalarını sağlamak için tasarlanmıştır” (Deleuze). Benliklerin parçalanması, parçalardan yeni benliklerin inşa edilmesi kendi varlığını da tehdit edeceği için despot böyle bir duruma asla izin vermez. Güvenlik önemlidir, benlikler ancak despotik önlemlerle korunabilir.

İçeriye dahil edilmiş ve içerisi gibi örgütlenmiş bir dışarısı, hâlâ dışarı olarak adlandırılabilir mi? Adlandırılır. Bugün kentlerin caddeleri ya da sokaklarında dolaşmak, hâlâ dışarıda dolaşmak olarak adlandırılıyor. Oysa kentler, bugün açık hava AVM’leri gibi tasarlanmıştır. Kentin caddeleri ve sokakları çok uzun zamandan beri tüketim bantları işlevi görüyor. AVM’lere dilenciler, kılıksızlar ve sokak hayvanları giremez. AVM’lerde herkes formeldir, her form taramadan geçmiş ve kayıt altına alınmıştır. Her şeye rağmen bugün hâlâ sokaklarda kırılgan benlikleri tehdit eden, kayıt dışı varlıklar dolaşabiliyor. Mevcudiyetleriyle tüketimi engelleyen enformel varlıkların tüketim mekânlarında yeri yoktur. Onların yeri ya barınaklar ya da toplama kampları. Foucault’nun analiz ettiği, 17. Yüzyılda kurulmuş Paris Genel Hastanesi dilencilerin, aylakların, yoksulların, sakatların, yani ne üretime ne de tüketime katkısı olanların tecrit edildiği bir yerdi. Sanıldığının aksine toplama kampını Naziler icat etmedi, o da erken dönem modern bir icattır.

∗∗∗

İlk toplama kampı 1896’da İspanya’nın sömürgesi olan Küba’ya genel vali olarak atanmış albay Weyner y Nicolau tarafından, sivil halkı asilerden ayırmak için icat edildi (W. R. Everdell, İlk Modernler, YKY). Sivil halk, etrafı dikenli tellerle çevrilmiş kamplara konulacaktı. Kampların dışında görülen tüm üniformasız kişiler asi oldukları gerekçesiyle vurulabilirdi ve siviller kendi selametleri için kampta kalmayı seçtiler. Dikenli teller sadece asileri dışarıda tutmakla kalmadı, sivil halkı güvenlik amacıyla dikenli tellerin içine kapattı ve esaret koşullarını normalleştirdi. Benlik kırılgandır, güvenlik arar. Fakat dışarıyı, dışarıda olmayı da özlüyor. Fakat ne zaman dışarı çıksa, kendini içeride buluyor; özgürleşmek istiyor, fakat sürekli içeri düşüyor, tuhaf değil mi?