Google Play Store
App Store
İçimizi kurutan televizyon dizilerinden bıktık
Fotoğraf: IMDb

“Sen Ağlama İstanbul”, İran yapımı *Shahrzad* dizisinin Türkiye uyarlaması olarak ekranlarda yerini aldı. 2015-2018 yılları arasında İran televizyon tarihinde önemli bir yere sahip olan bu cesur romantik ve tarihi drama, hem İran’da hem de uluslararası alanda çok sevilmişti. Ancak, aynı başarının Türkiye uyarlamasında tekrarlandığını söylemek zor.

“Shahrzad, 1950’lerin İran’ında aşk, ihanet, bireylerin hayatlarına yapılan siyasi müdahaleler ve gücün doğasını ele alıyordu. İran’da sert sansür sistemi altında böylesi cesur bir hikâye anlatılması da ses getirmişti. Dahası, dizinin yapımcısı Mohammad Emami’nin yolsuzluk iddialarıyla tutuklanması, diziyi daha da tartışılır kılmıştı. Sansürlü sahnelerine rağmen, Başbakan Muhammed Musaddık’ın devrilişini dramatize etmesiyle “Shahrzad”, hem cesur hem de unutulmaz bir TV yapımı olarak tarihe geçti. Tüm bunların Işığında *Sen Ağlama İstanbul*’un, bu cesur hikâyeyi 1970’ler Türkiye’sine taşıma girişimi heyecan verici bir potansiyel taşıyor gibi görünüyordu. Ancak, ilk bölümü izlerken bu potansiyelin hakkını veremediğini net bir şekilde gördüm.

UYARLAMADA EKSİK KALANLAR

OGM Pictures yapımcılığında, Star TV ekranlarında yerini alan dizi, Simay Barlas, Aytaç Şaşmaz, Burcu Cavrar ve Tamer Levent gibi isimlerle umut vaad ediyordu. Pelin Gülcan, Lara Bulut Tecim ve Batuhan Özbay’ın senaryosunu yazdığı, yönetmen koltuğunda Çağrı Villa Lostuvalı’nın oturduğu bu yapım, 1970’lerin politik ve toplumsal çalkantılarını yansıtmayı hedefliyor gibi gözüküyordu. Ama maalesef dönemin o sert atmosferini ekrana taşımada epey yetersiz kaldı. Dönemin sağ-sol çatışmaları ve siyasi karışıklıkları gibi derinlikli bir arka plana sahip olması, uyarlama için büyük bir avantaj olabilirdi. Ancak, bu tarihsel arka planı yüzeysel bir estetik unsurdan fazlasına dönüştüremediklerini gördük. “Shahrzad’ın cesur ve dramatik gücünün izleri burada yoktu. Aytaç Şaşmaz ve diğer genç oyuncuların dönemi anlamaya ve derinlemesine canlandırmaya yönelik yeterli araştırma yapmadıkları çok belliydi. Solcu bir şair olan Ferhat karakteri, o çalkantılı dönemin ruhunu yansıtacak bir derinlikte işlenmemişti. Attila İlhan’ın adının dizide sıkça geçmesi, dönemin düşünsel ve ideolojik bağlamını yansıtma amacı taşıyor olsa da, bu amacın yüzeysel bir şekilde ele alınması büyük bir eksiklik. İlhan’ın edebiyatına ve fikirlerine yapılan göndermeler, suni ve derinlikten yoksun kaldığı için, ne dönemin ruhunu ne de karakterlerin içsel dünyasını doğru bir şekilde yansıtabiliyordu. Bu durum, Attila İlhan’ın adının yalnızca bir "kostüm" gibi kullanıldığı izlenimini yaratıyordu. Attila İlhan, 1970'lerdeki siyasi atmosferin etkisiyle 1971'de, dönemin askeri yönetimi tarafından "solculuk" ve "yazılarındaki devrimci çağrılar" gerekçe gösterilerek tutuklanmış, bu tutuklama, onun fikirlerini daha da keskinleştirip, siyasal duruşunu pekiştiren bir dönüm noktası olmuş büyük bir isim. Eğer bu referanslar daha güçlü bir şekilde işlenebilseydi, İlhan’ın ismi hem Ferhat karakterinin çatışmalarına hem de dönemin ideolojik arka planına çok daha etkili bir şekilde bağlanabilirdi. Kısacası Attila İlhan’ın adının sürekli geçmesi, hikâyeye bağlam kazandırmak için kötü bir denemeden ibaretti.

1970’ler, darbelerin, ekonomik krizlerin ve derin devlet faaliyetlerinin damgasını vurduğu çalkantılı bir dönemdi. “Sen Ağlama İstanbul”  bu tarihsel gerçekleri yansıtmak yerine, dekoratif bir fon olarak kullanmış. Dizideki işkence ve idam sahnesi de benzer şekilde yüzeysel kalmış. 1970’lerde sol görüşlü öğrenciler, işçi hareketleri ve politik aktivistler yoğun bir baskı altındaydı. İşkence, siyasi muhalifleri sindirme ve itiraf almaya yönelik işkenceler sistematik bir yöntem olarak uygulanıyordu. Bu gerçeklik, dizide dramatik bir unsur olarak kullanılmak istenmiş, ancak sahnelerin inandırıcılıktan yoksun oluşu, dönemin trajedilerini doğru bir şekilde yansıtmalarını engellemiş. Özellikle yoğun kullanılan dramatik müzikler olmadan, bu sahnelerin etkisinin zayıf kaldığı açıkça hissediliyor. Bu durum, da  olayların ciddiyetini hafifletiyordu. İdam sahnesi ile, toplumsal hafızamızda taptaze olarak yer alan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi tarihi figürlerin idamlarını  bağdaştırılmak istenmiş olsa da, bu trajik olayların ağırlığını hissettirecek bir gerçekçilik ve duygu derinliğinden yoksundu. Bu süreç, adeta bir tiyatro oyunundan kesitler izliyormuşuz gibi bir his bırakıyordu.

KADIN KARAKTERLERİN ROLÜ

Dizinin merkezindeki Şehrazat ve Ferhat aşk hikâyesi, abartılı bir romantizmle sunulmuş. “Shahrzad”da kadın karakterler, toplumsal normlara karşı dirençleriyle hikâyeye anlam katarken, burada Şehrazat karakteri sevgilisinin başına bir iş gelmesinden korkan ve sürekli ağlayan bir kadın şeklinde sunulmuş. Kadınların toplumsal baskılara karşı mücadelesi, hikâyeye daha çekici bir boyut kazandırabilirdi. Ancak, bu potansiyelin yerine Yeşilçam’ı anımsatan arabesk bir yaklaşım tercih edilmiş. Hele, Büyükbey karakterinin ikinci bölüm fragmanındaki “damızlık kız” yorumu, diziyi absürt komedi hatta korku türüne ait bir kulvara taşıyordu. Kısacası, “Sen Ağlama İstanbul”, büyük bir hikâyeyi yeniden yaratma şansını ıskalarken, bugünün baskıcı politik atmosferine gönderme yapma ihtimalini de yok etmiş. Derinliksiz senaryosu, zayıf dönem atmosferi ve yapay karakterleriyle ne yerel ne de uluslararası izleyici için anlamlı bir iş ortaya koyabiliyor. Özellikle 1970’ler gibi sert bir dönemden ilham alınıyorsa, dizinin cesur olması gerekiyordu. Ama bu cesareti “Shahrzad” kadar bile taşıyamıyor. Senaryo danışmanı olarak Gülseren Budayıcıoğlu’nun ismini yine görünce, eksikliklerin nedenini daha iyi anlıyorum. Televizyon sektörü bir türlü bu isimden kurtulamıyor! Neyse, belki Ortadoğu pazarında iş yapar, ama bizim sektör “garanti iş”lere yönelmeyi seviyor. Sevgili Attila İlhan’ın en sevdiğim dizeleriyle bitireyim madem onu andık; ""İşte biz dinleyen duyan düşünen duvarlar işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk.”