Google Play Store
App Store

Julia Kristeva'nın 'Bir İsyanın Geleceği' adlı kitabında vardı, totalitarizm düşüncenin askıya alınmasıdır sözü. Düşünceyi askıya almayan totalitarizm, vaat ettiği istikrarı sağlayamaz. Düşünce yerine duygularla iş görür. Bu yüzden uygulanan politikalardaki çelişkiler, haksızlıklar bile isteye görülmez, gösterilmez; gösterenler ise istikrar bozuculukla suçlanır. Bu yüzden düşüncenin ana kaynağı 'içe bakış' aslında dolaylı yoldan engellenmeye çalışılıyor. Öncelikler kısa yollara veriliyor, antidepresanlar, düşünceyi durduran nefes teknikleri, içe bakış gibi sunulan düşünceden kaçış teknikleri, bilinçaltı temizlikleri, yarı mistik başka yollar... Düşünmeden ızdıraplara son verecek her tür kısa yol, totalitarizmle birlikte gelişiyor, dallanıp budaklanıyor. Tabii ki bazen ızdırabı azaltacak antidepresanlara, nefes tekniklerine ihtiyaç duyulması doğal, ama her sorunu bu tür yöntemlerle çözmeye çalışmak, insanın duygularına yabancılaşmasını ve içe bakıştan uzaklaşmasını sağlıyor. Bu yüzden, insanın özerkliğine, öznenin inisiyatifine ya da arzusuna değer veren Freud gibilerden uzak durulmaya çalışılıyor.

İMGESELİN CANLANIŞI

Kristeva, 'politically correct' türünden, etnik ve cinsel farklılıkları yücelten, tekilliği öne çıkartan talepleri de 'içe bakış'ın önündeki engellerden biri olarak tanımlıyor, rasyonellikten, analitik evrenselcilikten uzaklaştıkları için; hatta militanlıktan tarikat mantığına evrildiklerini iddia ediyor. Dünyayı sadece dar bir kalıptan, kısıtlanmış bir pencereden izleyip yorumlamak gittikçe yaygınlaşıyor. Kristeva, içsel isyanın öneminin altını çiziyor kitabında ve bunun için zihinlerimizi işgal eden gösteriye karşı imgeselin yeniden canlandırılabileceğini iddia ediyor.

KALICI AŞK

İçe bakıştan uzaklaşmak, aşktan da uzaklaştırmayı getiriyor. Peter Watson 'Hiçlik Çağı' kitabında, Haneke'nin 'Aşk' filminden bahsederek şöyle yazmıştı: "Son boşanma rakamlarının da gösterdiği gibi, çoğu insan kalıcı aşka ulaşamamaları bir yana, artık bunu beklemiyor da; birçoğu bunu başarmaya değer bulmayabilir, hatta bunun ulaşılabilir bir hedef olduğunun bile farkında olmayabilir." Watson, James Joyce'un 'Finnegan Uyanması' romanında, yaşamdaki en büyük kaybın 'kalıcı aşk' olduğunu çok önceden görebildiğini yazmıştı. İçe bakış olmadan aşk imkânsız bir uğraş. Kendi hislerini tanımayan biri, bir başkasının hisleriyle bağ kuramaz.

HAYATIN DIŞINDA

İçsel dünya, sosyal medyanın da etkisiyle sanki bir hapishane gibi algılanmaya başladı. Metroda yolculuk ederken, herkesin başını eğmiş bir şekilde cep telefonuna baktığını görmeniz şaşırtıcı olmaz. İnsanın kendi kendisiyle baş başa kalması, kısa bir yolculukta bile zorlayıcı geliyor artık. Hayatın dışında kalma, bir şeyleri kaçırıyor olma korkusu öyle baskın ki...

YANILSAMA

İçe bakış, Kristeva'nın da yazdığı gibi, kopmak, yeniden anımsamak ve yeniden kurmak döngüsü içinde gerçekleşir: "Dua ederek, diyaloğa girerek, sanattan ve psikanalizden medet umarak" sürekli küçük küçük adımlarla ilerlediğimiz, bıkıp usanmadan yeniden başladığımız bir yol... Bunu yapamadığımızda, her şeyin bir yanılsama olduğunu düşünüp sadece kapitalizmin "zevk al!" emrine uyarak, kendimizi ve diğer insanları nesneleştirerek ve yabancılaşarak hiçliğin bataklığına gömülürüz, bizden geriye sadece avatarımız kalır. Kristeva'nın da yazdığı gibi, özne olmaktan çıkmış, git gide bir organlar bütüne dönüşmüş insanın içsel isyanı, varolmak için tek seçenek gibi duruyor.