Google Play Store
App Store

Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener 3 Mart 2011 günü gözaltına alındılar ve “polisin isteği” doğrultusunda tutuklandılar.

Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener 3 Mart 2011 günü gözaltına alındılar ve “polisin isteği” doğrultusunda tutuklandılar. Eski özel yetkili savcı aynen böyle söylemişti:

-Ben Ahmet Şık’ın kitaplarından haberdar değilim. Polisin hazırlıkları doğrultusunda işlem yapıyoruz!

Başta gazeteciler olmak üzere toplumda bir tepki dalgası yükselinde yapılan “işlemi” savunmak en üsttekine kalmıştı. Başbakan Tayyip Erdoğan aldı sazı ve dedi ki:

-Gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklanmadılar!

Peki, neden tutuklandılar?

Valla onu kimse bilmiyor, daha düşünüyoruz ne ile suçlayacağımızı…

Mart’ın başından başladık, geldik Haziran’ın ikinci haftasına…

Ortada iddianame yok!

Neden?

Çünkü hazırlanacak her hangi bir iddianame doğrudan Başbakan’ı tekzip edecek de ondan… Bu iki değerli meslektaşımızın gazetecilik dışında hiç bir faaliyetleri yok!

Her ikisi de sadece okuyorlar ve yazıyorlar.

Karşısında yer alanlar ise “korkularından” onları suçlayamıyorlar bile…

Türkiye seçim karmaşasında diye unutmayacağız.

Israrla sormaya devam edeceğiz:

-İddianameler nerede?

 
***
 
Beşikçi’ye özür borçluyuz

Değerli bilim adamı İsmail Beşikçi’ye İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından geçen yıl yayınladığı bir yazısından ötürü mahkumiyet kararı verildi. Beşikçi daha mesleğinin ilk yıllarında tespit ettiği Kürtlere devamlı olarak “Kürt” dediği için 20 yıla yakın süre hapishanelere kapatıldı.

Çünkü devlete göre durum gayet netti: Kürt yoktur!

Kürtler geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğinde varlıklarını ispat ettiler. Ama bu gerçeğin ortaya çıkması için 40.000 (yazı ile kırk bin) insanımızın ölmesini bekledi devlet…

Neyse ki şimdilerde kimse “Kürt yoktur” diyemiyor.

Ama “hastalıklı” devlet yapısı varlığını bir biçimde sürdürüyor. Bu sefer de var olan başka şeylerin “olmadığını” kabul ettirmek için hoyratça cezalar kesiyor.

İsmail Hoca “Ulusların kendi kaderini tayip hakkı ve Kürtler” başlıklı makalesinde “gerilla” kelimesini kullandığı için ceza aldı. Oysa dünyanın her yerinde gerillalara “gerilla” deniliyor.

Peki, gerilla ne demek?

İspanyolca  (geri’lla) ve Fransızca  (querilla) olarak da aynı şekilde telaffuz edilen “gerilla”, düzensiz birlikler halinde savaşan askeri birimlere deniliyor. Genellikle hükümet karşıtı kuvvetleri oluşturan gerilla için bazı dönemlerde hükümetler aynı şekilde karşılık veriyorlar. Gerillaya karşı “kont-gerilla” birlikleri oluşturuyorlar.

Türkiye’de görev yapan Özel Harekat Timleri, ikinci grup içinde yer alıyor.

Şimdi durum bu kadar aleni ve net ortadayken, İsmail Beşikçi’ye gerilla kelimesini kullandığı için ceza vermek sadece tek şeyi gösterir: Bu ülke bir tımarhanedir!

Ama öyle bir tımarhane ki, hastalar yönetimi ele geçirmişler! Şifa temin edecek hekimler ise ağır tedavi görecek hastaların koğuşlarında zincire vurulmuş vaziyette çaresizlik içinde bekliyorlar.

Türkiye’de toplumun sağlığı için kendi hayatının 20 yılını feda eden İsmail Beşikçi Hocaya karşı, bu ülkede yaşayan herkesin borcu vardır. Çünkü onu koruyamadık, koruyamıyoruz:

-Özür dileriz Hocam!

***    

Ümit Kıvanç yazıları

Taraf gazetesinde her cumartesi bir kitap dolusu bilgi, görgü, akıl, fikir, bakış açısı, görüş mesafesi, yerinde tespit, alt beyin okuma ve daha bir dolu güzel şeyi tek köşe yazısına sığdıran Ümit Kıvanç, 4 Haziran tarihli yazısında sıkıştırılmış halde bir kitap yazdı: Türk sağcılığının ucuz romanı!

Ümit Kıvanç, Erdoğan’ın “Eşkıya Hopa’ya inmiş” cümlesinden yola çıkarak şöyle diyor:

“Başbakan ve kadrosu yıllar önce ‘değiştik’ edebiyatıyla karşımıza çıktığında, ‘değişme öyle olmaz, ne değişmişse açıkça söylemek gerekir” mealinde laflar edenlerimiz maalesef haklı çıktı.

Anti-komünizm, tepeden bakmacı, güce tapmacı, vicdan yoksunu sağcılık, kaldırıldığı sandık odasından alınıp salondaki mobilyanın üzerine yayılmaya başlandı. İtiraza, muhalefete tahammülsüzlük, bir şekilde ‘solcu’  olarak görülebilecek herkese karşı devlet zorunun acımasızca sahaya sürülmesi, arkadaki çoğunluğa işaret ederek sıralanan tehditler…

Bunlar komplocu, darbeci, katliamcı, suikastçı, çeteci asker sivil bürokrasinin suçlarının gölgesinde kalmış, sağcı siyasetçi marifetleridir.”

Yazının tamamını Taraf gazetesinin internet sitesinden okuyabilirsiniz.

 ***

Economist de ‘kötü’ oldu

The Economist Dergisi Türkiye’deki 12 Haziran seçimleri için yayınladığı makalede artık AKP’ye değil, CHP’ye oy verilmesi gerektiğini yazdı.

Tabii bu yazı Erdoğan için büyük bir fırsat oluşturdu:

-Düşmanlar bizi istemiyor!

Sanki Türkiye’de Edirne’den Doğubayazıt’a kadar her yerde halkımız The Economist okuyormuş gibi kabul edildi.

Neyse bunu geçelim…

Ama yakın zamanda yani 2007 seçimlerinde aynı The Economist 22 Temmuz seçimleri için de böylesi bir makale yayınlamıştı. O zaman da “AKP’yi desteklemek lazım” demişti.

Tayyip Erdoğan bu “dış desteğe” hiçbir şekilde itiraz etmemişti.

Bu bir Türkiye klasiğidir:

-Bizden olan iyidir, karşı olan kötüdür!