İdeoloji ile siyasetin uyumsuz dansı
Erken seçim talebi, muhalefet açısından, elverişli siyasi konjonktür nedeniyle pratik ve ilerletici, alan genişletebilecek, halkın beklentilerine uygun politik bir eylem olurdu.
İktidarla muhalefet arasında Kırkpınar yağlı güreşleri havasında geçen “normalleşme” ya da “yumuşama” (iktidar yumuşamayı, muhalefet normalleşmeyi tercih ediyor) tarafların stratejik amaçlarına hizmet etmek üzere ihtiyatlı bir dille sürdürülüyor. Geleceği yoktur; eşyanın tabiatına aykırıdır. Kuşkusuz taraflardan birisinin iddialarından vazgeçmesi durumunda siyaset tatil edilmiş olacak, özellikle yerel yönetimlerde ağırlık kazanmış muhalefetin normalleşme stratejisi yumuşamaya ve kısa süre içinde iktidar lehine uzlaşmaya dönüşecektir. İktidarın yumuşamayı retorikle söylemle sınırlamayı düşündüğü anlaşılıyor.
İktidarın, başka türlü bir siyaset izlemesi, seçim yenilgisiyle ortaya çıkan gerileme döneminin yarattığı zor durumdan kurtuluşun tek reçetesi olan sertleşmeden vazgeçmesi, gittikçe yükselen varlık yokluk tedirginliğine bağlı olarak cesur adımlar atabilmesi, örneğin yeni bir açılım denemesine girişmesi ya da adliyeye müdahaleden vazgeçmesi mümkün görünmüyor.
İktidarın küçük ama etkin ortağına dayanarak, onu siyasetin sert gücü olarak öne sürerek “bizim de kırmızı çizgilerimiz var” söylemi, yumuşamanın sınırlarını sert bir şekilde çiziyor. İktidar özetle “sen siyasetini dile getir istediğini söyle ama halkı bu işe karıştırma, biz de ekonominin bu zor döneminde uygulamak zorunda olduğumuz sıkı para politikaları nedeniyle halkı bu işlere karıştırmaktan yana değiliz, halktan beklediğimiz zor koşullarda acı reçeteleri desteklemeleridir” demektedir.
Muhalefet özellikle de ana muhalefet normalleşmeden ne anladığını henüz açıklamış değil. Bizim anladığımız, “normal bir şekilde görüşelim, diyaloğu koparmayalım, ilişkide kalalım, sert söyleminizi ve eylemlerinizi biz de sert bir şekilde kınayalım” şeklinde tarif edilebilecek bir normalleşmedir muhalefetin “yeni” siyaseti. Aksadığı yerde iyimser bir tahminle, seçmene dönüp “bak işte biz elimizi uzattık ama karşı taraf elini uzatmaktan kaçınıyor” diyerek, ihtimal vermiyoruz ama, –çünkü vekiller daha koltuklarına yeni yerleştiler, ısınmadı bile koltuklar– “sine-i millete” dönerek açılabilecek erken seçim kapısını zorlamak olabilir.
***
Erken seçim talebi, muhalefet açısından, elverişli siyasi konjonktür nedeniyle pratik ve ilerletici, alan genişletebilecek, halkın beklentilerine uygun politik bir eylem olurdu. Ekonominin ağır koşulları, yoksulluğun üst düzeylere çıkması, uygulanan ekonomi politikasından vazgeçmenin imkânsızlığı muhalefetin kendini anlatma, halk lehine politikalar geliştirme olanaklarını güçlendiriyor. İktidarın niyetini açıkça dile getirdiğini, herkes biliyor artık. Muhalefet ise, “gel konuşalım birlikte anayasa yapmak için ‘istikşafı’ görüşmeleri sürdürelim, dış politikada ‘ulusal politikaları’ birlikte uygulayalım. NATO’culuk zaten ortak çizgimizdir, savaş tehdidi artıyor, yetkilerin bir elde toplanması zorunluluktur, isterseniz tüm bakanlıklara birer danışman gönderin birlikte yönetelim” şeklinde özetlenebilecek tuzağı henüz fark etmiş değildir.
***
Fark edebilir mi? Neden olmasın. Ama bunun kimi ilkesel koşulları var. Birincisi ideolojik arılıktır. Türkiye’nin farklılığını vurgulayarak, neoliberal politikalardan uzak duran bir ideolojik arılıktan söz ediyoruz. Batıda sosyal demokrat partiler ’80’li yıllarda neoliberalizme teslim oldular. Türkiye’de de benzer bir gelişme yaşandı. Demokratik sol ya da sosyal demokrat partiler ekonomide IMF’ye teslimiyet politikalarının uygulayıcıları bile oldular. Ama şimdi koşullar, farklı bir ideolojik arınma için uygun görünüyor. Bütün mesele dışarıda NATO’cu, ekonomide ve devlet yönetiminde baskıcı yöntemlerle anılan neoliberal politikalardan uzak durmaktır.
Bir kere daha soralım, sosyal demokratlar bu tuzakları fark edebilirler mi? Zor görünüyor. Çünkü muhalefet dış politikada NATO’cu emperyalist ütopik yayılmacılığa karşı çıkmakta zorlanıyor. İçeride ise ekonomide ve devlet yönetiminde baskıcı yöntemlerle anılan neoliberal politikalarla arasına mesafe koymakta ikircikli davranıyor.
***
İdeoloji ile siyaset farklı boyutlarda farklı iki alandır. İdeoloji politikaya, politika ideolojiye bire bir yansımaz. Birisi ötekinin izdüşümü olamaz. Ama bu iki alanın boyutun birbirinden tümüyle kopuk birbiriyle ilişkisiz olduğu anlamına da gelmiyor. İdeolojiden beslenmeyen bir politik çizgi, oradan oraya savrulan, güncel gelişmeleri yönlendirmeye çalışmak yerine onlara teslim olan ve sık sık yinelediği, bağlı olduğunu yemin billah ilan ettiği ideolojik çizgisinin kuruyup kalmasına yol açar.
Kimi siyaset bilimcilerin “pragmatizm” kavramıyla kutsadıkları bu ideolojisizlik sonuçta karşı tarafın pragmatizmine yenilir. Pragmatizm sola değil, sağa, baskıcı yönetimlere denk düşer. Pragmatik sağcı siyaset, önüne çıkan engelleri temizlemek için herhangi bir etik ahlaki değer tanımadan nihai hedefine doğru ilerlemek için çabalar. Yasalar uymak için değil, gerekliliğe uydurulmak için yapılır. “Bir kere çiğnemekle bir şey olmaz” ilkesizliği süreklilik kazanır. Bu durum, eğer iktidar tam olarak egemen olamamışsa pragmatik politikacının kurallarla çalışan devlet ya da isimlendirelim bürokrasiyle sorunlar yaşamasına yol açabilir. Bu koşullarda pragmatik siyaset, zorun gücüyle siyaseti tümüyle iptal etmenin yollarını arayacaktır.
Siyasetin ideolojiyle dansı solda uyum ister, sağda ise dans olmaktan çıkar partnerini yerden yere çalan tahakküme dönüşür.
***
Sosyal demokrasinin solundaki sol, gelecek açısından yaşamsal önemdeki süreçte ne yazık ki tüm gücüyle siyasetin içinde yer alamıyor. Yalnızlığın sıkıntısını çekiyor. Sıkıntı anlamsız kavgaların, anlayışsızlıkların, bilmekle sezgiyi karıştıran, sezgiyi öne alma cesareti ile siyasetin dışına düşme arasında kararsız kalan politikaların sıkıntısıdır. Aşılabilir ve aşılacaktır da. Ama zaman oku, ileriye doğru hızı bize bağlı olmayan bir ivmeyle ilerliyor. Sol, sosyal demokrasiyi uyarma görevini ancak kendisi siyasetin içinde aktif bir şekilde var olarak yerine getirebilir.
Bütün bu kolayca söylenen, hariçle dahili birbirinden ayırmayan nutuklar, okuyanı dinleyeni az olsa da kendi yalnızlığından dersler çıkaranlara seslenir. Demem o ki, yalnızlık solun ve solcuların kaderi değildir. Yalnızlığını bir sürgün olarak yaşamış ve yazmış olan Edward Sait’in Entelektüel adı kitabında (Ayrıntı Yay., s. 17) dediği gibi “insan yalnız kalır, doğru, ama her zaman sürüye uyup mevcut duruma hoşgörü göstermekten iyidir yalnızlık”.