İdiokrasiden korunma
Ingeborg Bachmann ‘Bu Tufandan Sonra’ adlı seçkide yer alan bir söyleşisinde "Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerle başlar" demişti. Şimdi dünyanın pek çok yerinde faşizmin ayak seslerini duymamız şaşırtıcı değil, bu açıdan bakınca. Bachmann’a umutsuzlukla ilgili sorunca da şöyle demişti: "Gerçekten inandığım bir şey var ve ben bunu ‘bir gün gelecek’ diye adlandırıyorum. Ve inandığım şey, bir gün gelecek. Evet, belki de gelmeyecek, çünkü bize gelmesin diye hep yıktılar, binlerce yıl boyunca hep yıktılar. Gelmeyecek, ama yine de inanıyorum. Çünkü inanmazsam eğer, artık yazmam da olanaksızlaşır."
DİJİTAL PARMAKLIKLAR
Bachmann’ın bu sözleri umutlu değil, ama yine de her şeye rağmen gelecek güzel günlere inandığını söylüyor. Umudu ve inancı ayırıyor, umutsuz olsa da yaşamına anlam kattığı için inanmayı tercih ettiğini söylüyor. Devamında da umuda ihtiyaç duymadan da düşünüp yaşanılabileceğini iddia ediyor. ‘Malina’ adlı romanını okuduğumda üniversitede öğrenciydim. Dünyayı mantıklı bir biçimde kullanabilmeyi beceremeyen Ben’in gelişimini ve yıkımını anlatıyordu roman. Aslında 1971’de yayımlanan bu roman şimdi okunsa daha güncel gelebilir. Çünkü romanın anlattığı şey, günümüzde zirvesine ulaşmış durumda. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Dominic Pettman’ın ‘Libido Zirvesi’nde, en kıymetli insan kaynağını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu, yani bağlanma, bütünleşme, keyif verme, hayati ve gelişen insani ilişkileri yeniden kurma becerisini... Bu bir tür "dijital parmaklıklar" içinde sıkışıp kalma gibi de düşünülebilir: "Neo-Pavlovcu memeliler olarak, artık akıllı telefonlarımızın çıkardığı ‘ding’ sesine şartlanmış durumdayız, açık uçlu tutkulu davranışları besleyecek zihinsel veya mental alanı oluşturabilecek durumda değiliz." Ama "belki de arzunun çöküşü kronik tür merkezciliğimizi de yerle bir edeceği için, daha umut veren karşı bir hikâye de vardır" diyor yazar.
TURUNCU ADAM
Pettman, kitabının son bölümünü "Turuncu adam" diye bahsettiği Trump’a ayırmış. Trump’ı, şehvet gösterileri yapan, libidosu olmadığı halde libidosu yüksekmiş gibi davranan, yüksek fruktozlu arzuların bir simgesi olarak tanımlamış: "Turuncu adam cinsel başarıyı finansal ödül ve çevresinin kıskançlığı ile birleştirmiş ve karıştırmıştır. Hepimizin düştüğü tuzağa o da düşmüştür; narsisizm, inatçılık, münakaşacılık, silah olarak cehalet, imtiyaz, sadizm, yetki verme ve ergin ataerkil azgınlığının toksik bir karışımının etkisini yaşamaktadır." Bu süreçten korunmanın yolu olarak, gittikçe büyümekte olan bu şehvet lağımının üstünü kapatıp içimizde faziletli ya da temiz kabul ettiğimiz şeyi büyütmemiz gerektiğini yazmış. Elon Musk, Jeff Bezos ve diğerlerinin peşinde olduğu Disneyleşmiş Mars kolonileri ve yapay zekâyla donatılmış makineler içindeki siber sarhoşluk yerine kendi bedenlerimizi, aklımızı, ruhumuzu ve ilişkilerimizi gözetip kollamalıyız diyor yazar. Trump gibilerin temsilcisi olduğu bu yeni dünya düzenini, idiokrasi, yani aptalların egemen olduğu bir rejim olarak tanımlıyor. İdiokrasi adında 2006’da Mike Judge film yapmıştı, 500 yıl sonra insanların IQ’sunun Amerikan ergeni kapasitesiyle sınırlı kalacağını anlatan. Turuncu adam ve embesil bürokratlarının egolarının paranoid duvarları içinde cinsel tatmine ulaşmak için sağa sola bayrak dikip ilhak etme hayalleri kurduklarını söylüyor. Pettman’a göre cinsel mutluluk ve tatmin, yakınlık kurmayı gerektirir, ayrışmayı ve güveni: "Ruhları kâr etme dürtüsüyle esir olmuş kişiler libidinal anlamda iflas etmiş ve kısırdır. Libidosu yüksek olan aşk yapmaz ama onu alıp şüpheli endüstriyel yağlayıcılara dönüştürür. Seks kurbanlarını ve yadigârlarını sömürür ve arkalarında sadece mide bulantısı ve hasar bırakarak büyük kültürün libidinal ekolojisini bir krize sürüklerler."
DÜNYAYLA TEMAS
Pettman, dünyayla temasımızı kaybettiğimizi söylüyor, bu yüzden açgözlü, tacizci canavarların çoğaldığını. Bachmann, 1971’de yazdığı ‘Malina’ adlı romanında böyle bir dünyanın yaklaşmakta olduğunu yazmıştı, II. Dünya Savaşı sonrası Avrupa yeniden diriltilirken yapılan yanlışların ruhsal etkisini. Bachmann, savaşta görme yetisini yitirenlerin adına konan bir ödül töreninde yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Gücümüzün yazgımızdan daha ötelere uzanabildiğini, insanların elinden pek çok şeyi zorla alındıktan sonra bile doğrulabileceğini, insanın düş kırıklıklarıyla, yani kendisini aldatmaksızın yaşayabileceğini, ağır bir yazgıyı taşımak zorunda kalmış olan sizlerden daha iyi kimse kanıtlayamaz." Dünyayla temas kurabilmek için öncelikle böylesi derin bir inanca ihtiyacımız var, gücümüzün yazgımızdan daha ötelere uzanabileceğine...