Google Play Store
App Store

Uzun süredir kulaktan kulağa dolaşan söylenti gerçeğe dönüştü; Erdoğan’a cumhurbaşkanlığı yarışında rakip olmaya hazırlanan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, evine düzenlenen baskınla gözaltına alındı. İmamoğlu ile birlikte, İBB’ye yönelik yürütülen iki ayrı soruşturma kapsamında toplamda 106 kişi hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Bu kişiler arasında Murat Ongun, Mahir Polat, Buğra Gökce, Necati Özkan gibi İmamoğlu’nun çalışma arkadaşları ve ona yakın olan Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan ve Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık da bulunuyor.

19 Mart Çarşamba sabahı düzenlenen polis operasyonundan bir gece önce, yani 18 Mart akşamı ise Ekrem İmamoğlu’nun 30 yıl önce İstanbul Üniversitesi’nden aldığı lisans diploması, üniversitenin yönetim kurulu tarafından iptal edildi. Böylece İmamoğlu’ndan, Cumhurbaşkanı adayı olması için gereken vasıflardan biri alındı.

İmamoğlu’na vurulan bu seri darbeler, iktidarın saldırı furyasında ikinci faza geçtiğini gösteriyor. İmamoğlu’nun adaylığıyla CHP’nin 2019’da 25 yıl sonra İstanbul’u siyasal İslam geleneğinden alması sonrası başlayan ilk faz, İmamoğlu’nun üçüncü kez ve oy oranını daha da artırarak sandıktan önde çıktığı 2024 yerel seçimleriyle birlikte son buldu.

İktidar ilk fazda, geleneksel medyadaki memurları ve sosyal medyadaki troll ordularının siyasi karalama kampanyalarıyla İmamoğlu’nu geriletemeyeceğini anladı. Bu aşamada, İmamoğlu’nun üzerine “belediye hizmetlerinin yetersizliği” vb iddialarla gidildi. “İmamoğlu’nun aklının belediye başkanlığında olmadığı”, “görevini layıkıyla yapmadığı”, “kentteki afetlerde tatilde olduğu” öne sürüldü. Ancak bunlar iktidarın istediği etkiyi yapamadı. Hatta tam tersine, İmamoğlu’nun toplumsal desteği zaman geçtikçe daha da büyüdü. Mayıs 2023 seçimleri muhalefet açısından hüsranla sonuçlanınca onu Erdoğan’ın karşısında aday olarak belirmesini sağlayan da bu desteğin ta kendisiydi. Son dönemde açıklanan bir dizi anket de İmamoğlu’nun oy oranının yüksek seyrettiğine işaret ediyordu.

İşte saldırı furyasının ikinci fazı, bu aşamadan sonra başladı. İmamoğlu’nu siyasi karalama kampanyasıyla aşağı çekmek mümkün olmayınca, onu fiilen ve fiziken engellemek için kollar sıvandı. İlk fazda da bunun sinyalleri veriliyordu. Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “İBB’de yüzlerce teröristin olduğunu” öne sürse de bu ispat edilememişti. Saldırı dalgasının ikinci fazında “terör” kartı, İmamoğlu’nu gözaltına aldırıp fiziken siyasi arenada olmasını engelleyecek bir soruşturmaya dönüştürüldü. Bu aynı zamanda sandıkla alınamayan İBB’nin kayyum yoluyla ele geçirilmesinin de yolunu açtı.

Ne var ki bu aşamadan sonra devreye yeni bir dinamik girdi: Toplumsal muhalefet. Bu dinamik belki İBB’ye yönelik operasyonla tetiklenen ancak kesinlikle İmamoğlu’nu ve CHP dahil kurumsal muhalefeti aşan bir ufuk ve pratikle arzıendam etti. Operasyonun yapıldığı ilk andan itibaren İstanbul’da sokak hareketliliği başladı. Valiliğin 4 günlük eylem yasağı, demokrasi, özgürlük ve adalet talep eden halk kitlelerinin gösterdiği güçlü iradeyle kağıt üstünde kaldı.

Operasyon sabahı oluşan karamsar havanın kısa sürede dağılmasında ve direnen kitlelere umut aşılanmasında başrol, elbette teslim olmayan üniversite öğrencilerinindi. Beyazıt’ta aşılan barikat, milyonlarca yurttaşın ülkeye dair inancını tazeledi. Memleketlerine sahip çıkan gençler, iktidarın fütursuz saldırılarına karşı kampüslerde ve sokaklarda buluşurken, aynı zamanda umutlarını çalan bu zalim düzene dönük öfkelerini de yüreklerinde taşıyorlardı. Ve atılan tüm sloganlar geleceği kazanmak, bu ülkeye baharı getirmek için dillerden döküldü. Gençliğin enerjisi ve kararlılığı dün de kentlerin sokaklarındaydı.

19 Mart akşamı Saraçhane’de tarihi bir buluşma gerçekleşti. On binler, rejimin siyasi amaçları doğrultusunda hukuku elinde oyuncak etmesine tepki göstermek için İBB’nin önünde toplandı. Eylemde çeşitlilik oldukça fazlaydı. Birçok çevreden ve görüşten insan buluştu. Farklı siyasi görüşlere sahip yurttaşları o alanda bir araya getiren ortak duygu, karanlığa teslim olmama, ülkeyi sahipsiz bırakmama duygusuydu. Belki bakış açıları her konuda ortak değildi ancak saflar sıktı, çünkü Nâzım’n dediği gibi “Bu kavga hürriyet kavgası”ydı.

Şunu da belirtmek gerekir ki yaşanan, kendi kitlesi gözünde Erdoğan için bir “imaj yitimi”dir. Demokrasiyi seçimlere sıkıştıran ve kendisini türlü ayak oyunlarıyla da olsa sürekli “sandıktan çıkarak” meşrulaştıran Erdoğan, ilk kez bu kadar ayan beyan şekilde çekiniyor ve muhalefeti zor gücüyle dizayn etmeye çalışıyor. Evet, bu ülkede daha önce de siyasiler cezaevine hapsedildi ancak ilk kez Erdoğan’ı yenme potansiyeli bu denli büyük olan bir isim, derdest edilip yarış dışı bırakılmaya çalışılıyor. İktidar süreci nasıl açıklarsa açıklasın, kendi kitlesinin de algılama biçimi bu şekilde olacak. Bu gerek Erdoğan’ın siyasi kariyeri gerekse de iktidar seçmeninin motivasyonu açısından yeni bir aşama ve ne tür sonuçlar üreteceğini yaşayarak göreceğiz.

Özetle siyasi durum oldukça likit; iktidarın dayatmaları ile bu dayatmaya verilen toplumsal karşılık üzerinden sınırlar yeniden çiziliyor. Yani sadece iktidar değil, muhalefet de ulaştığı toplumsallık üzerinden ikinci faza geçmiş halde. Anayasal çerçeveyi aşan ve onun üzerinde bir kuvvet kullanabilen iktidarı durdurabilecek tek unsur, halkın birleşik muhalefetinin göstereceği direnç olabilir. Son iki günün deneyimi bu gerçeği bir kez daha tescilledi.

İSMAİL SAYMAZ GAZETECİDİR

Bu hengamede gözaltına alınanlardan biri de meslektaşımız İsmail Saymaz’dı. Ona yönelik suçlama Gezi Direnişi dolayımında yapıldı. Gezi’nin meşruluğu bir yana, şunu sormak lazım; İsmail Saymaz, Gezi eylemlerinden 1-2 yıl sonra mesleği bıraksaydı, medyadan çekilse ve kendi halinde bir yaşam sürseydi, bugün gözaltında olacak mıydı? Cevap elbette ki hayır. İsmail’in gözaltına alınma nedeni, işlediği iddia edilen “suç” değil, basit tabirle bugün düzenin sahiplerinin canını sıkan, iyi ve etkili bir gazetecilik faaliyeti icra etmesi. Yani fiile değil, “fail”in mevcut siyasal pozisyonuna bakılarak hareket ediliyor. İsmail Saymaz gazetecidir, bir an önce serbest bırakılmalıdır. Ancak öyle anlaşılıyor ki medyaya dönük saldırı çemberini Gezi üzerinden daha da genişletecekler.