İklim değişikliği ve depremlerin politik ekolojisi
İklim değişikliği ve depremlerin sıklığı ile şiddeti arasında güçlü bir ilişki varsa -1.5 derecelik ısınma eşiğini aşmış bir dünyada- bu, depremlerin etkisinin de artacağı anlamına gelecek. Ranta ve kişisel çıkara dayalı bir sistemde ne yapacağız?

Doç. Dr. Yelda ERÇANDIRLI - Leeds Üniversitesi
6 Şubat 2023 04.17’de daha önce hiç duymadığımız tuhaf bir gürültü eşliğinde sarsıntının şiddetini ve etki alanlarını anlamaya çalışırken resmi rakamlara göre yaklaşık 60.000 insanın öleceğini beklemiyorduk. Evet, deprem bizim gibi dokuzuncu katta bulunanlar için son derece şiddetli ve uzundu, aşağıya inme fırsatını bulduğumuzda depremin 7’nin üzerinde olduğunu, 1998 Ceyhan depremini de yaşayanlar olarak tahmin ediyorduk ancak binalarımızın “bu denli” dayanıksız olduğunu iki üç sokak ötedeki lüks apartmanların çöktüğünü duyduğumuzda anladık. Zannedersem 6 Şubat depremleri “deprem değil, bina öldürür” sözünün sembolü haline çoktan geldi.
Binaların bu denli dayanıksız olmasının altında elbette rant, patronlar ve patronları onaylayan ya da koruyan iktidar(lar) var. 6 Şubat’tan beri basit çıkarlar için bilim ve kamu yararının hiçe sayıldığı, başka coğrafyalarda bu denli hasar yaratmayan doğal olayların, mevcut politikalarla birer afete dönüştürüldüğü zaten birçok kişi, kurum tarafından dile getirildi. Bu süreçte konuşmadığımız belki de içinde bulunduğumuz koşulların zorluğundan unuttuğumuz bir mesele daha var: İklim Değişikliği.
∗∗∗
Çukurova bölgesinde halk arasında hava mevsim normallerinin üzerinde bir sıcaklıkta ancak bulutlu olduğu zamanlarda deprem olabileceğine dair bir mit var. Bu mit dayanağını Aristotales’in öğretilerinden alıyor. MÖ. 4. yüzyılda depremlerin yeraltı mağaralarından kaçan sıkışmış rüzgarların yeryüzündeki havayı daha sıcak ancak bulutlu yaptığına inanılırdı. Bugün bilimsel araştırmalar söz konusu inanışın bir karşılığının olmadığını ispatlıyor.
Ancak son yıllarda yeryüzü parametrelerinde ciddi değişikliklere işaret eden Antroposen tartışmalarına paralel biçimde depremler ile iklim değişikliği arasında bir ilişki olup olamayacağı, iklim değişikliğinin depremlerin şiddetini ya da sıklığını arttırıp artırmayacağı da bilim insanları tarafından araştırılıyor.
Öncelikle depremin etkilerinin iyi yönetilememesinin bir tür çevresel kirlilik yaratacağından eminiz. Her ne kadar kirlilik uzun süreçte, sera gazı emisyon miktarında artışa etki edebilecek olsa da burada kirlilik ile içinde bulunduğumuz ekolojik yıkımın en belirgin göstergesi olan iklim değişikliğini ve yeryüzü parametrelerindeki değişimi karıştırmamamız gerekiyor. İster Antroposen olarak adlandırın isterseniz başka şekilde tanımlayın yeryüzü parametrelerinde değişim gerçeği sadece çok daha sıcak bir dünyayı değil aynı zamanda çok daha kırılgan, neyin ne olacağı belli olmayan ama iyi olmayacağı kesin olan bir dünya anlamına geliyor.
Bu nedenle Kaliforniya'daki NASA Jet Propulsion Laboratuvarı'ndan jeofizikçi Paul Lundgren, iklimle ilgili stres değişikliklerinin bir depremin meydana gelmesini teşvik edebileceğini ancak kesin bir şey söylemek için daha fazla veriye ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Colorado Eyalet Üniversitesi’nde yakın zamanda yapılan araştırmalar ise iklim değişikliği nedeniyle buzullar çekildikçe ve su seviyeleri yükseldikçe fay hatları boyunca sismik faaliyetlerin daha sık görülme ihtimalinden söz ediyor.
Bilim insanları Grönland ve Antarktika’daki devasa buzların erirken, kutuplardaki deniz seviyelerinin yükselmesi sonucu gezegenin kabuğunun strese girmesi küçücük bir olay gibi görünse de yeryüzü parametrelerindeki çoklu değişim nedeniyle istenmeyen ve beklenmeyen büyük etkilerin söz konusu olabileceğinden bahsediyorlar.
∗∗∗
İklim değişikliği henüz yeni bir olgu olduğu için araştırmalar da henüz olgunlaşmamış gibi görünmesine rağmen bilimsel olarak daha fazla veri biriktirilmesi durumunda depremin de yalnızca sonuçlarının değil, nedenlerinin de toplumsal olana yani sınıfsal ilişkilere yerleşik olduğunun, aslında püre doğal gibi görünen bir olgunun aslında “doğal” olmadığının göstergesi olacak. Burada amacım Bruno Latour tarzı “artık hiçbir şeyin doğal olmadığını” ya da “melez” bir dünyada yaşadığımızı vurgulamak değil elbette. Burada amacım bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen hiçbir tedbir-önlem alınmadığı için depremin sonuçlarını en ağır şekilde yaşadığımız bir dönemde iklim değişikliğinin etkilerinden bahsetmek.
6 Şubat depremlerinin yaşandığı coğrafyanın bir kısmı Çukurova’yı (Hatay, Osmaniye, Adana) içeriyor. Bilimsel araştırmalara göre Çukurova iklim değişikliğinden en çok etkilenecek, en çok hasar görecek bölgelerden biri. Özellikle son yıllarda İskenderun ve Osmaniye’de meydana gelen yangınların hızla yayılmasında tabii ki iklim değişikliği sonucunda artan kuraklık ve rüzgar bir etken. Benzer şekilde 2023 Nisan ayında Adana’ya yağan büyük buz tanelerinin iklim bilimcileri tarafından incelenmesi gerekiyordu. Aşırı hava olaylarının vuku bulmasını beklemektense bölgedeki ekonomik faaliyetlerin ne kadarının coğrafyanın özelliklerine uygun olduğunun araştırılması ve öncelikli olarak ranta dayalı doğayı ve insanı ikinci plana atan kalkınma-kentleşme politikalarından bir an önce vazgeçilmesi için siyasal-hukuksal düzenlemelerin yapılması gerekiyor.
∗∗∗
Söz konusu coğrafya iklim değişikliğine bu kadar hassas iken depremden zaten oldukça zarar görmüş Hatay’da zeytin ağaçlarını kesmenin kent halkına ve ekolojik dengeye nasıl bir faydası olabilir? Halihazırda yüksek sıcaklıklarla ve nem oranları ile mücadele eden Çukurova’ya Avrupa’dan çöp ithal etmenin ve onları doğa ile uyumlu bir şekilde yok edememenin insan sağlığında, tarımda ve ekosistemlerde ortaya çıkarabileceği hasarlar neden siyasiler tarafından konuşulmuyor? Eğer önümüzdeki yıllarda bilim insanlarının netleştireceği üzere, iklim değişikliği ve depremlerin sıklığı ve şiddeti arasında daha güçlü bir ilişki varsa -1.5 derecelik ısınma eşiğini aşmış bir dünyada- bu, depremlerin etkisinin de artacağı anlamına gelecek. Peki biz ranta ve kişisel çıkara dayalı bir sistemde varlığımızı nasıl devam ettireceğiz? Elbette burada yapılması gerekenlerden biri jeomühendislik uygulamalarına başvurmak değil. Teknoloji kullanarak depremlerin etkisi azaltılabilir, depreme dayanıklı bir kentleşme sürecinde teknolojik yöntemlere kesinlikle başvurulmalı ancak teknoloji ile doğaya hükmetmek iklim değişikliği karşısında seçeneğimiz değil. Yalnızca Türkiye’de değil, kapitalizme entegre olan tüm ülkelerde iktidarda bulunanlar ekolojik ve iklim felaketiyle yüzleşmek yerine ekosistemlerin metalaştırılmasının ve piyasalaştırılmasının devamı olarak görülebilecek projelerle yeşil ekonomileri, yeşil yeni düzenleri, yeşil dönüşümleri önceliyorlar. Yeşil ekonomi ekosistemleri düzeltmek, iklim krizine çözüm üretmek yerine sosyo-ekolojik koşulları daha da kötüleştirerek sermayenin yörüngesine yeni bir boyut kazandırıyor. İklim değişikliğinin nedenleri ve sonuçları her ne kadar küresel olsa da yerelde yapabileceğimiz çok fazla şey var. Hem depremlerin hem de iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için ise doğanın yasalarına uygun üretim yapmaktan ve teknolojiyi toplumsal fayda için kullanmaktan başka çaremiz yok.