14 Mayıs günü halk, oyuna, yani sandığa sahip çıkacaktır. Bu bağlamda halkın iradesinin önünde durabilecek bir güç söz konusu değildir. 14 Mayıs akşamı iktidarın söyleyeceği şarkı “Ey sandık, son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır” ya da “mânidir halimi takrire hicabım”dan başkası olmayacaktır.

“İktidar cenahı seçimi  kaybedeceklerine inanmıştır”

Mustafa Karadağ

Anayasanın 6. maddesine göre egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. 11. maddeye göre ise Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişi bağlayan temel hukuk kurallarıdır.

Yine Anayasanın 67/2. maddesi uyarınca seçimler serbest, eşit, gizli tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır. Yönetim ve denetimi yapmakla görevli kurum ise Anayasa ve kendi kuruluş yasası yanında seçim yasalarına bağlı olarak çalışması gereken Yüksek Seçim Kuruludur.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1 no’lu Ek Protokolünün 3. maddesi ise taraf devletleri, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerini özgürce açıklamasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmakla yükümlü kılıyor. Ve korunan tek siyasi hak olarak düzenlenen “serbest seçim hakkı” AİHS’in eki olarak kabul edilmiş ve sözleşmenin bütün hükümlerinin buna göre uygulanacağı düzenlemesi yapılmıştır.

Sözleşmenin temel hedeflerinden birisi taraf devletlerin “gerçekten demokratik bir siyasal rejime” sahip olmasıdır. Her sözleşme hükmünün olduğu gibi “serbest seçim hakkı”nın da bu hedefe uygun olarak düşünülüp değerlendirilmesi gerekir. Kabul etmek gerekir ki sözleşme ile demokrasi arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. Hal böyle olunca YSK’nin de seçimle ilgili kararlarını “gerçek demokratik bir siyasal rejim” esaslarına ve hedefine uygun olarak verme konusunda özenli ve tutarlı olması gerekmektedir. 

7062 sayılı Yüksek Seçim Kurulunun Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun, YSK’nin kuruluşu, teşkilatı, görev ve yetkileri ile çalışma usul ve esaslarını düzenlemektir. Yasaya göre YSK’nin en temel görevi, seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğüyle ilgili bütün işlemleri yapmak veya yaptırmak, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları incelemek ve kesin olarak karara bağlamaktır. Kuşkusuz YSK, yetkilerini kullanıp yönetim ve denetim görevini yerine getirirken Anayasa ve AİHS hükümlerine uygun davranmak zorundadır. Bu zorunluluğun, Anayasa ve Sözleşme hükümleri doğrultusunda, eşitsizliği ve yasaya aykırı talep ve davranışları ortadan kaldıracak şekilde seçme ve seçilme hakkının sınırlandırılması, bireysel hakların korunması bağlamında pozitif yükümlülükleri yanında demokratik hakların kullanılmasını teminat altına alacak önlemleri içerdiği unutulmamalıdır. 
YSK’nin bu kadar özenli, tutarlı ve hukuka uygun davranması beklenirken, kararlarının neredeyse hiçbirisinin halka güven telkin etmemesi, tamamen mevcut iktidar ve tek adam rejimine bağlı olduğu kanaatini uyandıran davranışlar sergilemesi, 14 Mayıs seçimlerinin adil, eşit ve güvenli bir biçimde yapılamayacağına dair kuşkular barındırmaktadır. İşin ilginç yanı ise muhalefet her şeye rağmen coşkulu bir şekilde propaganda çalışmalarını sürdürüp kaygılarını metanetle dile getirirken, tüm hukuk ihlallerini yapan ya da hukuksuzluklardan yararlanan iktidar cenahının seçimi bir darbe girişimi olarak nitelemesine kadar şikâyet etmesidir. Muhalefet sandıklara sahip çıkarak adaletsizliği yenmeye çalışıyor ve bunda kararlı iken bugüne kadar seçim pratiği şaibeli iktidarın her şeyden müşteki olması gerçekten çok tuhaf ve bir o kadar da komik görünmektedir. 

İktidarın seçim kaygılarına ve hukuk ihlallerine geçmeden önce AGİT Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu Seçim Gözlem Heyetinin 28 Nisan 2023 tarihli raporuna kısaca değinmek gerekir. DKİHB Seçim Gözlem Heyeti yaptığı inceleme ve görüşmeler sonucunda özetle; yasal bir zorunluluk olmasına rağmen YSK’nin aldığı tüm kararları kamuoyuna açıklamadığına, il ve ilçe seçim kurullarının yeni oluşumunun yargı bağımsızlığına duyulan genel güvensizlik nedeniyle endişe doğurduğuna ve bunun da seçim idaresine duyulan güveni olumsuz etkilediğine dikkat çekmiştir. Bunlardan başka yayın, basılı ve çevrimiçi kuruluşların ezici çoğunluğunun iktidardan yana tavır sergilediğine, internet ortamında yayın yapan bağımsız medya ve sosyal ağların bağımsız olmakla birlikte kimi zaman web sitelerine, kimi zaman ise içerikleri ulaşımın resmî başvuru ve kurumlar vasıtasıyla engellendiğine dair genel bir kanaatin oluştuğuna değinmiştir. Yine raporda; AGİT Medya Özgürlüğü Temsilcisinin de bu tür hükümlerin terör suçlamalarıyla bağlantılı olarak mevcut düzeni eleştiren gazetecilere karşı düzenli olarak uygulandığı yönündeki endişelerini defalarca dile getirdiğine, 2022 yılı Ekiminde çıkarılan dezenformasyon yasanın iktidar partisini eleştiren haberlere karşı caydırıcı bir etkiye sahip olduğuna dair eleştirilerine, Venedik Komisyonunun da bu endişelere katıldığına yer verilmiştir. 

Görüldüğü üzere seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yapılmasını sağlamak, kısaca Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminin tüm sürecini yönetmek ve denetlemekle görevli YSK’nin de uymakla yükümlü olduğu evrensel kurallar var. Fakat yukarıda da kısaca bahsedildiği üzere ve niyeyse YSK kendisini Anayasa, uluslararası sözleşme yasalarla bağlı saymıyor. Tıpkı HSK gibi cümle hukuk kurallarından bağımsız olarak ve fakat kendisini var eden iktidara bağlı kalarak aldığı talimatlar doğrultusunda kararlar vermekten imtina etmiyor. 2018 yılında bir pusuladaki dört oyun üçünün geçerli, birinin ise geçersiz olduğu sonucuna varma becerisi kuşkusuz hukuka bağlılıkla açıklanamaz. 2023 seçimlerinde de aynı tutumuna devam ediyor. Anayasaya rağmen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığını kabul etmek, diploması konusundaki ketumluğunu korumak, itirazların ret kararlarında bir gerekçe göstermemek, aynı şekilde kamu hizmetinde sayılan bakanların milletvekili adaylığı için diğer kamu görevlilerinden ayrık olarak istifa etmeleri şartını aramamak, iktidar cenahının seçim propagandalarında kamu gücünün kullanılmasını görmezden gelmek gibi davranışları elbet endişe verici, güveni azaltıcı bir durumdur. Muhalefet partilerinin, mevcut ittifakların sandıklara sahip çıkma konusundaki azmi ve kararlılığı kuşkusuz YSK ve seçim kurullarının hukuka aykırı işlem ve kararlarının önüne geçecek, tüm olumsuzlukları ortadan kaldıracak güçtedir. Türkiye bunu 2018 İstanbul BBB seçimlerinde öğrenmiştir. İktidar cenahı da artık seçimi kaybedeceklerine inanmıştır ve dile getirmeye başlamışlardır. Kimisi AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turan gibi mutedil açıklamalar yapmakta, kimileri de Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Ömer Çelik gibi hezeyanlarından kurtulamamaktadır. Gerçekten 14 Mayıs günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimini bir darbe olarak nitelemek normal akıl ile izah edilebilir bir şey değildir. Çoğulcu ve gerçek bir demokraside halkın iradesini (milli iradeyi) darbe olarak görmek ve demokrasiye karşı halkı iktidarı korumaya çağırmak akla zarar, kalbe ziyan bir durumdur.

14 Mayıs günü halk, oyuna, yani sandığa sahip çıkacaktır. Bu bağlamda halkın iradesinin önünde durabilecek bir güç söz konusu değildir. 14 Mayıs akşamı iktidarın söyleyeceği şarkı “Ey sandık, son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır” ya da “mânidir halimi takrire hicabım”dan başkası olmayacaktır. 

Tarihe not düşmek bakımından ise kendisinin soğana patatese yedirilmemesi gereken bir reis olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın avaneleri (yardımcıları), herkesin telefonunu dinleme ve bunu açıklama, bir krem reklamına LGBTİ yasağı getirme, insanlarla hayvanların evlenebileceğini öngörebilme, seçim gezilerinde kamu olanaklarını kullanma veya kamusal faaliyetlerinde seçim propagandası yapabilme, 14 Mayıs seçimini darbe sayma güç ve yeteneğine sahip İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesini ülkenin bağımsızlığına karşı bir darbe olarak niteleyen ve 14 Mayıs akşamı görevi sona erecek olan (asıl darbenin kendi çıkarlarına olacağının farkında olan) Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un naif görüşlerini kamuoyunun bilgisine sunmak gerekiyor. Kâğıt ve mürekkep sarfından başka anlamı olmayan diğer iktidar temsilcilerinin, anlamsız hezeyan ve korkunun ecele faydası yok kabilinden açıklamalarını ise halkın ferasetine ve takdirine bırakıyoruz.