İktidar hırsıyla kararan aydınlar
Aydın denilince akla çoğunlukla olumlu şeyler gelir. Herkes aydın olmak ister, aydın sorumluluğundan, aydın olmanın şartlarından bahsedilir. Aydınlarımızın Doğulu mu, yoksa Batılı mı olduğu...
Aydın denilince akla çoğunlukla olumlu şeyler gelir. Herkes aydın olmak ister, aydın sorumluluğundan, aydın olmanın şartlarından bahsedilir. Aydınlarımızın Doğulu mu, yoksa Batılı mı olduğu ya da olması gerektiği tartışılır. Felsefecilerimiz, romancılarımız, siyasetçilerimiz aydın sorunu etrafında bitmez tükenmez tartışmalara girmişlerdir bugüne kadar. Aydınlar, çoğu zaman günah keçisi olmuş, ülkede yaşanan her tür olumsuzluk önce onlardan bilinmiştir. Özellikle devlet, kendisine yakın olmayan aydınlardan her zaman kuşkulanmış, onları çeşitli biçimlerde cezalandırmış, yeri gelmiş vatan haini olduklarını bile ilan edebilmiştir. Kimilerine göre, aydınlar suçludur bu durumdan. Aydınlarımızın yarım, şaşkın ve iktidar arzusuyla dolu olduğu iddia edilir. Kimilerine göre ise, aydınlara nefes aldırmayanlar, onları rahat bırakmayanlardadır asıl kabahat. Bu iki yaklaşımın da kendi içinde haklılık payı var, ama aydın dediğimiz şey, homojen bir şey değildir ki. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan aydınlar da vardır, hiç oralı olmayanlar da. Halkını küçümseyen aydınlar da vardır, canını halkı için feda edecek olanlar da. Ama ne zaman konu açılsa, genel bir aydın portresi çizilerek ele alınır konu. Bu yüzden "aydın" mevzusunun tartışılması bu topraklarda hiç bitmez.
Bugünlerde okuduğum "Hal ve Zaman Mektupları" adlı romanda da İbrahim Yıldırım, aydın meselesini farklı bir yerden etraflıca ele almış. Romandaki Neşet İlhan'la bu haftasonu buluşup romanı konuşacaktık Cağaloğlu'nda bir kahvehanede. Ama Türkiye Yazarlar Sendika'sının seçimine gitmem gerektiği için başka bir hafta sonuna erteledik görüşmeyi.
Ama bu hafta sonu, aydınlarımıza dair iki şaşkınlık verici olaya tanık oldum. Bu tanıklıklarım, Neşet İlhan'la olan görüşmemde çok işime yarayacak diye düşünüyorum. Birincisi, TYS'nin olağan genel toplantısında olay çıkartan Seyyit Nezir ve arkadaşları, ikincisi de sendikaya giderken okuduğum Birgün gazetemizde yer alan Fouca-ult'yla ilgili yazı dizisinde Ferda Keskin ve Bülent Somay'ın söyledikleri. İki olay da bana göre birbiriyle bağlantılıydı hastalıklı aydın tutumu ve davranışı açısından. Ne alaka diyeceksiniz? Biri sendika seçimi, diğeri de Foucault'ya ilgiyi artırmak için masumane bir çaba... Acaba öyle mi?
İki yıldır Enver Ercan'ın başkanlığında faaliyet gösteren TYS'yi, savaş karşıtı eylemliliği ve düzenlediği birbirinden değerli kültürel etkinlikleriyle anımsıyoruz daha çok. Bu hafta sonu, özellikle seçimden bir gün önce olağan genel toplantının yapıldığı cumartesi günü, Seyyit Nezir ve Sadık Albayrak öncülüğünde gerçekleşen provokasyon ve seçimi kilitlemeye yönelik davranış ve tutumlar, beni bir tiyatro izler gibi şaşkınlıkla onları izlemeye sevk etti. Bırakın yazarlar sendikası seçiminde, herhangi bir muhtarlık seçiminde bile karşılaşılması güç şeylerdi yaşananlar. Sendikanın kurucusu Aziz Nesin'in kemikleri sızla-mıştır herhalde. Ama Aziz Nesin hayatta olsaydı, bu olaylara bakıp kesin kara mizah bir öykü patlatırdı diye düşündüm. Özellikle Sadık Albay-rak'ın sivil polis edasında toplantıya katılanların fotoğraflarını çekmesi ve diğer davranışları tam Aziz Nesin'likti anlayacağınız. Ve tabii defalarca aday olmuş ve seçilememiş Seyyit Nezir'in, başkan seçilemediği sendikanın kapanmasını sağlamak için açtığı davalar... Hırs dediğin böyle bir şey olmalı: Ya benimsin, ya kara toprağın...
Gelelim diğer olaya. Yazı dizisinin bu olayla nasıl bir ilgisi var? Aslında Ferda Keskin ve Bülent Somay da bir kara mizah örneği sundular gazetemizde yayımlanan bu yazı dizisiyle. İkisi de kendi alanlarında isim yapmış değerli aydınlarımız. Daha doğrusu öyle biliyorduk. Ama Fo-ucault'nun kitaplarını çevirmiş, editörlüğünü yapmış, Foucault'yla ilgili bir sürü yazı yazıp konuşmalar yapmış birisi olan Ferda Keskin'in aslında ne Foucault'yu, ne anarşizmi, ne de postya-pısalcılığı hiç bilmiyor ya da anlamamış gibi yapıyor olmasını sizce nasıl yorumlayabiliriz? Foucault, ülkemizde gayet iyi bilinen bir filozof. Ve eminim ki yüzlerce akademisyen, yazar, felsefeci yazı dizisini dikkatlice okuduktan sonra oturdukları yerden şöyle bir havalanıp şaşkınlıkla yerlerine oturmuşlardır. Yazı dizisinde onlarca madde halinde tartışılacak ve hepsinde Ferda Keskin ve Bülent Somay'ı ters köşeye düşürecek ifadeler dolu. Foucault postyapısalcı olarak bilinen teorisyenler içinde Türkiye'de en yüksek ta-nınırlığa sahip olan düşünür. Ayrıca teorilerinin politik bağlamlarda okunması da Türkiye için yeni bir şey değil. Bu anlamda, Foucault Türkiye siyaset sahnesinde 'oturmuş' bir imza. Ve Ayrıntı Yaymları'nm bu konuda çok değerli bir yeri olan Seçme Yazılar serisinin altıncısının yayınlanışı-nın ardından söyleyecek birçok şey varken 'Yeni Başlayanlar için Foucault ve Siyaset' edasıyla 'pseudo' başöğretmen kesilmek de nereden çıktı? Sözgelimi ev içi şiddetin medya tarafından "gözetlenmesiyle" Panopticon arasında doğrudan hat çekip kadın dövmenin her an "gözetlenebilir, şikâyet edilebilir, zapturapt altına alınabilir" hale geldiğinden dem vuran yorumlarını okurken dudaklarım uçukladı. Bu nasıl bir şaşkın çorba? Hele bir de anarşizm 'yorumları'var ki evlere şenlik. Bir bakıyorsunuz "safiyane bir anarşist okuma" ile anarşizmden bir tür anarşiktik anlayan teorisyenlerimiz olduğu ortaya çıkıyor, bir bakıyorsunuz tamamen anarşist etik üzerine kurulu büyük bir literatüre ve pratikler bütününe dayanan anarşizmi ahlaki değerlerin toptan reddedilmesi olarak gören bir 'anarşi ve terör kapımızda' bakışı gelmiş karşınıza oturmuş. Hele Keskin'in şu ifadesi çok komikti: "Anarşizm dedin ya, anarşizm çoğu zaman sol bir siyasi görüş olarak düşünülür." Ciddiler mi acaba yoksa bir parodi mi var? Hayır Foucault ile anarşizm arasında bağ kuranlar var diye panikledilerse sakin olsunlar, kimse kimsenin bayiiliğine göz koymuyor. Ben iddia ediyorum ki o yazı dizisinde yer alanlar Ferda Keskin ve Bülent Somay değillerdi. Sadece isim benzerliğidir sözkonusu olan. Eğer onlarsa, gizli bir aydın hastalığına tutuldukları anlaşılıyor, 'yok sayma' ve 'küçük hesaplarla de-zenformasyon faaliyetleri yürütme' hastalıklarına. Geçmiş olsun...