Google Play Store
App Store

Tatildeki dost sohbetlerimizin konularından biri de iktidarın çelişkileriydi.

Hepsi “okumuş çocuklar” olan arkadaşlarım, kendi akıl yürütmelerine olan inançlarıyla, iktidarın ayyuka çıkan çelişkilerine karşın ahalinin nasıl olup da hâlâ destek verdiğine şaşıyorlardı.

Onların aklına bakarsanız; mitinglerde urgan atarak “Apo’yu asma” kampanyası yürüten Bahçeli’nin “PKK’nin kurucu önderi Abdullah Öcalan’a teşekkür ediyorum” gibi cümleler kurması siyaseten bitmesine yeter.

Aynı akıl; 2002 yılında katıldığı bir televizyon programında “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” diyen Erdoğan’ın, şimdi “Bu milletin aile kurumu sağlamdır, bu milletten LGBT’ci çıkmaz” diyerek eşcinselliği “sapıklık” olarak ilan etmesine de şaşıyor. Daha doğrusu, bu çelişkiyi kulaklarıyla duyan destekçilerinin şaşırmamasına şaşıyor.

Bu can bu bedende oldukça” diye başlayan söylemlerin ardından yapılanları sayıyorlar. Çelişkiye şaşıran arkadaşlarım, kendilerine bombalar ya da açlıktan ölmek dışında seçenek bırakılmayanların bu iki seçeneği dışarıda bırakan her anlaşmayı onaylamasını anlıyorlar ama “Kuvayi Milliye neyse Hamas da odur” diyen Erdoğan’ın şimdi Hamas’ın silahsızlandırılarak yok edilmesine itiraz etmemesini anlayamıyorlar.

Böyle çelişkilerle birlikte var olabilmeyi onların aklı almıyor. Bu akıllarına “Size kötü bir haberim var!” diyerek karşı çıktığımda da bana kızıyorlar.

Kötü haber şu: Otoriter rejimlerin söylem ve politikalarında sürekli kendileriyle çelişmelerine umut bağlamayın!

Otoriter rejimlerde sorun tutarlılığın değil, gücün aşınması; ihtiyaç duyulan şey tutarlılık değil, kontroldür. Meşruiyetin güvene dayalı olduğu demokrasilerde, çelişkiler iktidarların sonunu
getirir ancak otoriterlik bunları rahatlıkla tolere edilebilir.

Yeter ki, güvenlik güçleri iktidara sadık olsun, propaganda makinesine dönüşmüş medya kamuoyunu şekillendirme faaliyetine aralıksız devam etsin ve en önemlisi muhalefet zayıf ve bölünmüş olsun!

Bu üç alanda işler yolunda gittiği sürece, çelişki bir zaaf olarak görülmez, tersine strateji olarak kullanılabilir.

Bir tür çelişkiler ormanına dönüşen memleket ortamında, vatandaşlar kafa karışıklığı ve öngörülemezlik içine sürüklenir.
Neyin doğru olduğunu, ne söylemenin güvenli olduğunu kestiremezler. Bu durumda en güvenli olan liderin ağzından çıkanı takip ve tekrar etmektir!

Bu strateji asıl bürokratlar düzeyinde işe yarar; hiçbir bürokrat yukarıdan sinyal almadan hareket edemez.

George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te Sovyet tarzı otoriterliğin bir özelliği olarak ileri sürdüğü “çiftdüşün” kavramıyla anlattığı şey de budur: Birbiriyle çelişen iki düşünceyi bir arada tutar, ikisini de aynı anda kabullenir, dün söylediği ile çelişse de liderin bugün söylediğine inanırsınız.

Bu strateji, otokrat için bir tür sadakat testi işlevi de görür. Çelişkiyi sorgularsanız, lideri sorgulamış olursunuz. Benim “akıllı” arkadaşlarımın yaptığını yapmaz, akıl ve mantığa karşı sadakati tercih ederseniz ödüllendirilirsiniz.

Havuç mu istersin sopa mı? Yanıtı bundan daha kolay bir soru var mı?

Dahası, birbirinin tümüyle tersi fikirler ortalıkta cirit atarken, insanlar bir şeye inanmaktansa hiçbir şeye inanmamayı yeğlemeye başlarlar, komplo teorileri birbirini kovalar, gerçek bulanıklaşır, değiştirmek olanaksız görülmeye başlar.

İktidar penceresinden
bakıyorsanız, daha ne olsun? Yok, değişim istiyorsanız, yolu belli: Muhalefet birleşik ve güçlü olsun!