Google Play Store
App Store

Ülkede müzisyen olmak zor mu bilmiyorum, ama adım adım ve çok önceden planlandığı belli olan bir sivil darbe yaşadığımız kesin. Bugün yaşanan itiş kakış arasında toplumun değişmesi, demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması da ister istemez zaman alıyor. On yedi sene tarihte çok uzun bir süre değil aslında, fakat bu on yedi senede Türkiye toplumu çok şey anladı.

'İktidara küfür etmektense onu yok saymak daha büyük bir tepki'

Özgür Yılgür

Taner Öngür ve grubu 43,75; 30 Ağustos’ta son derece enteresan bir uzunçalar çıkarttı. Eski Türkiye’nin gazetelerinde yer alan tuhaf ve ilginç haberlerin müzik ile anlatıldığı “Asrî Sadâ”da vampirler, aşıklar, dalkavuklar ve cambazlar karşılıyor dinleyiciyi. Tantana Records etiketiyle çıkan albümün plak baskısında şarkılara ilham veren haberlerin yer aldığı bir gazete de bulunuyor. Plak geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşen Kadıköy Plak Günleri’nde meraklısına sunuldu. Öncesinde Taner Öngür ile Kadıköy’de buluşup keyifli bir sohbete daldık.

  • “Asrî Sadâ” çok enteresan bir konsepte sahip. Fikrin çıkış noktası neydi? Şarkılarda bahsi geçen haberler geçmişte okuyup hatırınızda kalan haberler miydi yoksa albüm için bir araştırma mı yaptınız?

Konsept yavaş yavaş gelişti. Kışları Heybeliada sakin oluyor, çok fazla konserim de olmuyor. Ben de bolca okuyup, yeni bir şeylerin peşinde koşuyorum. İlk olarak ‘Cihangir Vampiri’ ile başladı süreç. ‘69’ yılında Günaydın gazetesinde gördüğüm “Cihangir Vampiri Tekrar Yakalandı” başlıklı haber çok saçma ve komik geldi bana. Onun üzerine biraz daha araştırınca Aziz Nesin’in yazdığı “Cihangir Vampiri, geliyor yampiri yampiri” tekerlemesini buldum. Surf rock tarzında enstrümantal, komedi bir parça düşündüm başta. Sonra enstrümantal olmaktan çıktı, bahsettiğim haberi radyo spikeri gibi okudum şarkıda. Bu teatral, komedi rock şarkısı yapma fikri çok hoşuma gidince devam etmeye karar verdim. Önce Telgezer Çadırı aklıma geldi. Gençlik yıllarımda Rıfat Telgezer’den çok etkilenmiştim. İlk grubum Volkanlar ile orada çıkıp çalmıştık, öyle de bir önemi var benim için. Sonra Gökhan Akçura’yı aradım. Ivır zıvır tarihinin ustası ve çok iyi bir arşivi var (gülüyor). Aklımdaki fikirden ona bahsedince, yüzlerce hikâye gönderdi bana. Mesela onların içinden Trak Gemisi’nin hikâyesi çıktı. Atatürk’ün ısmarladığı lüks bir gemi, fakat Mudanya seferlerinde kullanılmış. Tarife fiyatları da çok ucuz olduğu için İstanbul’dan Bursa’ya gidiş popüler olmuş. O dönemde genç bir müzisyen “Trak Trak / Beni Bursa’da brak brak” diye bir şarkı yapmış. Ben de onu kendimce hikâye haline getirip yorumladım. Yani hikâyelerle şarkılar arasında bağlantılar kurarak bir konsept oluşturduk. E madem böyle bir şey yaptık plağın içinde de bir gazete olsun dedim. Bu fikri Reha’yla (Öztunalı / Tantana Records) birlikte geliştirdik. Gökhan da içeriklerini hazırladı.

iktidara-kufur-etmektense-onu-yok-saymak-daha-buyuk-bir-tepki-624346-1.

  • Şarkıları nasıl kaydettiniz?

Önce ben şarkıların iskeletini hazırlayıp bir demo kaydettim. Surf rock, beat rock ve biraz country / western tarzında besteler hazırladım. Diğer gitarcımız Haluk (Önol) Heybeliada’da yaşadığı için sık sık bana geldi, şarkıları birlikte geliştirdik. Sonra Arif (Ortakmaç) basları, Kemal’de (Küçükbakkal) davulları kaydetti. Şarkıların hepsini evde kaydettik. İşin en keyifli yanı da bu süreçti zaten.

  • Son döneme yurt dışı ve yurt içindeki dinleyici ‘70’le Türk Saykodelik Rock’ına yeniden ilgi göstermeye başladı. Siz bu yönelimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahsettiğin keşif durumu ‘98’de başladı aslında. Yıllarca Amerikan ve İngiliz müzik endüstrisi harika şeyler üretti ve oradan Avrupa’ya yayıldı. Kapitalist sistem ve şirketlerin sayesinde bu süreç hızlandı. Fakat bağımsız müzisyenler de vardı bu dönemde. O sayede keşfetmeye, farklı kültürleri merak etmeye başladık. Mesela ben The Beatles dinlerken mecburen Liverpool’un geleneklerini öğrendim (gülüyor). Dinlediğim müziklerin arkasında ne tip insanlar var, hangi sebeplerle o müzikler doğuyor, hangi sosyal kesime bağlı, nasıl insan ilişkileri sonucu ortaya çıkıyor; ister istemez merak ediyorum. Son senelerde yurt dışında küreselleşmenin getirdiği berbat şeyler yaşanıyor. Sermaye dolaşıyor, fakat emek dolaşamıyor. Bununla birlikte fikirler de dolaşıyor. Bu sayede keşif duygusu ağır basmaya başladı. İnsanlar “‘60’larda, ‘70’lerde” İran’da neler var” gibi şeyleri merak ediyor artık. ‘98’ yılında bir Amerikan müzik sitesinde Moğollar, Erkin Koray, Cem Karaca ve 3 Hürel’in yer aldığı bir toplamaya denk gelmiştim. Devam eden yıllarda bu keşif duygusu epey arttı. Mustafa Özkent’i keşfettiler, Selda’yı (Bağcan) buldular… Sonradan diğer müzisyenleri öğrenmeye, o özgün sound’u anlamaya başladılar. Ben bu yönelimi ona bağlıyorum. Siyasi açıdan hiç uyuşmasak da Mazhar Alanson’un çok sevdiğim bir şarkı sözü var: “Ne tam batıyız ne tam doğu / Sanki ortada bir sandık / Bir o yan bir bu yana usandık”1 diye. Hakikaten Türkiye’nin yaşadığı şey bu… Bir olanak aslında, ama kabus gibi algılayan da çok.

  • Anadolu Pop türünün ismini siz buldunuz. O süreci biraz anlatabilir misiniz?

‘70’te turneden dönüp ‘Dağ ve Çocuk’, ‘İmece’, ‘Yalnızlığın Acıklı Güldürüsü’, ‘Garip Çoban’ gibi şarkılar yapmaya başladık. Ben de o sırada Sındırgı’dan cepken, kuşak falan almıştım. Böyle şeyler giyelim, yaptığımız müziğin adına da Anadolu Pop diyelim diye yumurtladığım bir fikirdi. Sonra “Dağ ve Çocuk” (1970) 45’liğini çıkarttık. Tanju Cılızoğlu diye değerli bir gazeteci vardı, o zamanlar Akşam gazetesinde yazardı. Bir sayfalık manifestoya benzer bir yazı yazmıştı bizimle ilgili. Anadolu Pop ismini de orada kullanmıştı. Fakat bizden çok önce başlamıştı bu akım. Cem Karaca’nın ‘Emrah’ şarkısı (1967) ilk işaret fişeğidir.

  • Anadolu Pop’un yükselişini durduran şeyler neydi peki?

‘76’da başladı sanırım… Hayat gibi bu müzik de daha politik olmuştu, sebeplerinden birisi bu. Barış Manço ülkücü derneklere konser verirken, biz Cem Karaca ve Dervişan olarak DİSK ve CHP Gençlik Kolları gibi topluluklara konser veriyorduk. Bir de artık yaptığımız müzik de o türden uzaklaşmaya başlamıştı. Cem Karaca ve Dervişan albümü “Yoksulluk Kader Olamaz”da (1977) Anadolu müziğinden çıkıp, daha progresif rock formatına doğru yönelen bir müzik yapmaya başlamıştık. Barış “2023” (1975) gibi hem daha progresif hem daha yerel hem de suya sabuna dokunmayan şeyler yapıyordu. Bakış açılarımız farklıydı, ama yaptığı albümleri hep çok takdir etmişimdir.

iktidara-kufur-etmektense-onu-yok-saymak-daha-buyuk-bir-tepki-624347-1.

  • Geçmişle günümüzü karşılaştırınca, Türkiye’nin müzik ortamlarında nasıl bir farklılık görüyorsunuz?

Eskiden çok az sayıda insan ve medya vardı. TRT’nin televizyon yayınları daha yeni başlamıştı. TRT Radyo vardı, fakat orada da denetim kurulu bulunuyordu. Kurul da birçok şeyin yayınlanmasına izin vermiyordu. Bir de Milliyet gazetesinin hafta sonu eki ve Hey dergisi çıkıyordu, onlar da daha popülist bir yayın yapıyordu. Yine de yaptığınız müzik nerede yayınlanırsa yayınlansın tüm Türkiye’de duyuluyordu. Bugün o kadar çok medya ve kültür grubu var ki bir şeyi duyurmak çok zor. Ülke her anlamda binlerce parçaya bölünmüş durumda. Tüm ülkenin aynı anda duyması artık mümkün değil. ‘70’lerde TRT’de gazino programları olurdu. O programlarda mutlaka bir Türk rock grubu da çıkardı. Aynı programda pop, Türk halk ve Türk sanat müzisyenleriyle, komedyenler de çıkıyordu ve halk tümünü ayırt etmeden izliyordu. O dönem bana daha sempatik geliyor.

  • Ülkedeki siyasi atmosferin, müzik ortamlarına nasıl bir yansıması var sizce?

Müzisyen olmak zor mu bilmiyorum, ama adım adım ve çok önceden planlandığı belli olan bir sivil darbe yaşadığımız kesin. Bugün yaşanan itiş kakış arasında toplumun değişmesi, demokratikleşmesi ve çağdaşlaşması da ister istemez zaman alıyor. On yedi sene tarihte çok uzun bir süre değil aslında, fakat bu on yedi senede Türkiye toplumu çok şey anladı. Hele son günlerde neyin ne olduğu iyice anlaşıldı. Siyasi anlamda iyi gelişmeler var diyebilirim bu yüzden. Siyasi iktidar o kadar çok şeye müdahale etmekle meşgul ki müziğe bulaşmak için pek fırsat bulamıyor. En azından 2003 – 2009 arasında Barışarock diye harika bir deneyim yaşandı. Sadece müzikal anlamda değil, gençlik kültürü ve sol kültür adına Barışarock çok olumlu şeyler getirdi. Hiyerarşik bir örgütlenme yerine, gönüllü ve hep birlikte çalışabilme kavramları yerleşti ki Gezi’yi de besleyen bir olaydı bu. Yani iyi ve kötü birlikte yükseliyor. Mutlaka iyi kazanacaktır diye düşünüyorum, ama nasıl olacağını tam olarak bilemiyorum.

  • Yeni nesil müzisyenler çalışmalarında toplumsal konulara yer vermediği gerekçesiyle sıkça eleştiriliyor. Sizce genç müzisyenlerin bu tutumunun arkasında iktidar baskısı mı yatıyor, yoksa toplumsal konulara karşı bir ilgisizlik mi var?

Mutlaka iktidar baskısının etkisi var, bir çekinme duygusu hakim gençlerde. Bu açıdan onlara hak veriyorum. Fakat canavar gibi işler çıkartan gençler de var. Bandista gibi Hakan Vreskala gibi... Dinleyicinin de protest müziğe karşı bir ön yargısı olduğunu hiç düşünmüyorum. Geçenlerde Zeytinli’de çaldık, daha biz sahneye çıkarken gençler Kaz Dağları için pankart açmıştı. Her tarafta direniş sürüyor, bu artık önlenemez bir şey. Fakat herkes akıllı ve temkinli davranıyor. Çünkü en ufak şeyde içeri alınabilirsin. İktidara küfür etmektense onu yok saymak daha büyük bir tepki esasında.

iktidara-kufur-etmektense-onu-yok-saymak-daha-buyuk-bir-tepki-624348-1.

  • Gençlerin Moğollar’a ilgisi nasıl?

Cem Karaca ile çaldığımız dönemde çok politik bir müzik yapmaya başlamıştık. ‘93’ yılında Moğollar’ı tekrar kurduğumuzda, bu durum yaptığımız yeni şarkılara da yansıdı. O dönem içimizden politik şarkılar yapmak geliyordu. Sürekli üniversite konserlerinde çalıyorduk, yeni nesil o konserlerde tanıştı bizimle. Son olarak ODTÜ Bahar Şenlikleri’ne gittik destek için. Ondan sonra gençlerin ilgisi daha da arttı Moğollar’a.

  • Moğollar uzun zamandır yeni bir albüm çıkartmıyor. Bunun sebebi nedir? Aklınızda yeni bir albüm yapma planı var mı?

Hayat acılarla ve mücadelelerle dolu, yazacak çok şey var ama hangi birini yazacaksın. Geçenlerde Bülent Ortaçgil ile benzer bir şey konuştuk. Bu kadar çok şey arka arkaya yaşanınca insan tıkanıyor ve uzaklaşmak istiyor. Aynı şekilde Cahit (Berkay) de söz yazamıyor artık. En son “Umut Yolunu Bulur” (2009) albümünde ‘Haydarpaşa Merdivenleri’, ‘Kadınlarımız’ gibi şarkılar yazdık. Nâzım Hikmet çoğu zaman yardımımıza yetişti (gülüyor). Bir de biz söz yazarı değiliz. Bülent Ortaçgil, Mazhar Alanson gibi hayatımızı bu işe adamadık. Turgut (Berkes) Moğollar için çok önemli bir adamdı, bu konuda bize çok faydalı olmuştur2. Ben de şarkı sözü yazmaktan çok, şarkı düzenlemelerinde daha iyiyim. Bu yüzden yeni şarkılar çıkmıyor Moğollar’dan.

iktidara-kufur-etmektense-onu-yok-saymak-daha-buyuk-bir-tepki-624349-1.

  • Son yıllarda müzik dijital platformlarda dinleniyor ve tüketiliyor. Siz bu durumun müziğe verilen değerin ya da ayrılan zamanın azalmasına neden olduğunu düşünüyor musunuz?

Kesinlikle olumsuz bir etkisi var. Bir albüm yapıyorsun, şarkılar arasında belli bir konseptin bağlantıları oluyor. Bir albüm, hikâye kitabı gibidir. Şarkılar farklı hikayeleri anlatır, ama aralarında bir bütünlük de vardır. Bir de müzik öyle yolda kulaklıkla falan dinleyip unutacağın bir şey değil. O yüzden kaset, CD ve plak gibi formatların müzik dinlemek için doğru yol olduğunu düşünüyorum. Dijital mecraları çok ciddiye almıyorum, çılgınlıktan başka bir şey değil bence.

1 MFÖ’nün 1992’de çıkan “Agannaga Rüşvet” isimli albümünde yer alan ‘Çok Problem Var’ şarkısından.
2 Turgut Berkes ‘Bişey Yapmalı’ ve ‘Keyfim Yerinde’ gibi Moğollar şarkılarının sözlerini yazmıştı.