İktidarın 13 Ocak Pazartesi sendromu
13 Ocaktan itibaren sömürü çarkını reddetmek, geleceğin Türkiye’sinde emekçilerin söz sahibi olması için atılması gereken adım, emekçiler göreve, Genel GREVE! olmalıdır. Günün sonunda üreten de yöneten de biz olacağız.

Çayan Çalık - İsmail Yavuz
Emperyalist-kapitalist sistemin izlediği neoliberal ve gerici ideolojik, politik çizginin yarattığı çok katmanlı bir kriz ile iç içe yaşamaktayız (Siyasal kriz, ekonomik kriz, göçmen krizi gibi). AKP, iktidarı süresince ülkenin tüm kurumlarını, kamu yönetim sistemini kendi siyasal ajandasına uygun bir biçimde çöküntüye ve çürümeye uğrattı. Emekçiler, eğitimden sağlığa tüm kamusal alanların tahrip edildiği, çöküşe uğratıldığı bir süreci en derin bir biçimde yaşamaktadır. Ülkenin geleceğini Erdoğan’ın geleceğiyle bir tutan saltanat hevesli yaklaşımı mahkûm etmeden ve toplumsal muhalefeti örgütlemeden bu karanlık tablodan çıkmak mümkün gözükmüyor. Daha önceki yıllarda olduğu gibi 2025 yılında da AKP tüm topluma, emeğiyle geçinenlere ve emeklilere savaş açmış durumda. Bu kriz sıradan bir hükümet krizinden çıkarak rejimin çoklu krizi olarak karşımıza çıkmaktadır.
2003-24 yılları arasında ölen toplam emekçi sayısı yaklaşık olarak 32 bindir. Bu sayı göstermektedir ki emekçiler sadece sömürüyle karşı karşıya değil, adeta katledilmektedir. Erdoğan, Soma katliamından sonra madenciliğin “fıtratında” var deyip katliamları meşrulaştırmayla yetinmemiş, bütün iş alanlarını yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin işçiler için adeta ölüm mangalarına dönüştürmüştür. Bu ölümlerin ağırlıklı olarak sendikal örgütlenmelerin olmadığı yerlerde olması tesadüf değildir.
İşsizliğin, geçinmenin ve barınmanın tüm emeğiyle geçinenlerin temel gündemi olduğu, gençlerin ekonomik kriz sebebiyle gelecek planlarını dahi yapamadığı, geleceklerini ülke dışında aradıkları, çalışanların ise emekli olmaktan vazgeçtikleri bir ülke gerçekliğiyle kaşı karşıyayız. Ülkemizde ekonomik krizin can yakıcı bir hale geldiği bu ortamda emekçi halk kesimlerinin gündelik ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığı ve hatta açlık sınırında yaşayanların büyük kitlelere ulaştığı açıkça görülmektedir. İktidar da bu gerçekliği kabul etmek durumunda kalmış, Erdoğan biraz daha süre istemiştir. Şimşek programının öngördüğü daha fazla vergi ve daha da derinleşen emek sömürüsüdür. Özellikle geçen yazdan itibaren toplumun tüm kesimlerinde ortaya çıkan direnme eğilimleri, yol kapatmalar, yürüyüşler bu gidişata itirazların yükseldiğini ve yaygınlaştığını göstermektedir. Ucuz kahramanlıklarla toplum başka bir yöne kaydırılmak istense de halkın yaşadığı gerçek sorunlar karşısında çare üretemeyen bir iktidar gerçekliği ortadadır. En son yine KHK’larla grev yasaklamalarına başvurulması, Metal grevlerinin “milli güvenlik nedeniyle” yasaklanması, direnen ve kazanan Polonez işçilerine yönelik polisiye tedbirler iktidar için en bildik çareler olarak görülmektedir.
Sınıf mücadelesini büyütecek politik söylem ve talepleri için ortam hiç olmadığı kadar uygun olup, şimdi ortak talepler etrafında ortaklaşma ve bu konuda inisiyatif geliştirme zamanıdır. Ülkenin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında birleşik emek hareketi yaratmak her zamankinden güncel ve elzem bir görev olarak önümüzde durmaktadır. İktidarın gündemi ele alma çabalarına ve muhalefetin dağınık görüntü veren adımları karşısında hegemonya kurmak için her siyasal/toplumsal zeminde birleşik mücadelede ısrar bir zorunluluktur. AKP’nin yarattığı yıkımın ortadan kaldırılması mahallelerde, sokakta işyerlerinde örgütlü halk muhalefetini örerek mücadeleyi büyütmekten geçtiği açıktır. Emek ve meslek örgütlerini yan yana getirmeyi, ortak bir slogan ve talep etrafında yan yana gelmeyi, tüm toplumsal kesimlerin kürsüsünü oluşturma hedefiyle hareket edilmelidir.
EMEKÇİLERE GÜNEŞLİ PAZARTESİLER…
Ankara’da gerçekleşen 30 Kasım mitingine toplumsal kesimlerin yaygın katılımı, emeğin birleşik mücadelesi için KESK’e bir sorumluluk yüklemiş durumdadır. Bu sorumluluk çerçevesinde KESK, mücadele dostlarımızla halkın sorunları için ortak hareket etme zeminlerini kuvvetlendirme çalışmalarına ağırlık vermelidir. KESK’in 30 Kasım mitingi ile açığa çıkan en önemli yansıması toplumsal muhalefetin dağınıklığına rağmen, kamu emekçilerinin ve toplumsal kesimlerin taleplerinin sözcüsü olabileceğini uzun zamandan sonra bir kez daha ortaya koymasıdır.
İktidar, 2024 yılını emekliler yılı ilan etmişti. 2024 yılı emekliler için açlıkla mücadele yılı olarak geçti. 2025 yılını da “aile yılı” ilan eden iktidar sayesinde aileler için 2025 yılının nasıl geçeceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Emekçilere dayatılan sefalet ücretlerine karşı beş konfederasyonun 13 Ocak tarihinde “Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz” şiarıyla bir günlük iş bırakma eylemi birleşik mücadele olanakları açısından önemlidir. Bu mevcut ortaklaşmayı işyerlerinde atılacak adımlarla ve tartışmalarla genişletme potansiyeli vardır. Asgari ücret komisyonu, hakem heyeti gibi kurumlar anlamını yitirmiş, milli güvenlik nedeniyle yasaklanan grevler, greve devam kararlarıyla anlamını kaybetmiştir. Son üç aydır AKP’nin tüm gündem belirleme hamlelerine rağmen emekçilerin ve emeklilerin gündemi yoksulluk ve geçinememektir. İş bırakma günü yapılacak olan eylemler genel grev çağrısına dönüşmelidir.
Yoksullaşmanın ortaya çıkardığı toplumsal krizi aşacak bir mücadele perspektifi ortaya koymak için emekçiler örgütlü oldukları yapılarda irade olmalı ve sınıfın gerçek dönüştürücü gücünü ortaya koymalıdır. 13 Ocaktan itibaren sömürü çarkını reddetmek, geleceğin Türkiye’sinde emekçilerin söz sahibi olması için atılması gereken adım, emekçiler göreve, Genel GREVE! olmalıdır. Bu tarihsel görevi yerine getirmek konusunda herkes sorumluluk almalı, emekçiler lehine bir hattın toplumsallaşması için amasız fakatsız adım atılmalıdır. Günün sonunda üreten de yöneten de biz olacağız.