Google Play Store
App Store
İktidarın korkulu rüyası: Sokak hareketleri

Politika Kolektifi

Türkiye’nin çeyrek yüzyılı bulan son dönemi siyasal İslamcı faşizme geçiş sürecinin yarattığı gerilimler içinde yaşanırken; bu sürecin her etabında ona karşı ciddi mücadelelere de sahne oldu.

2002’de AKP’nin iktidara getirilmesi ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne bağlı olarak gerçekleşmişti. Türkiye’nin siyasal İslamcı rejim olarak dönüşümü, bu planının bir parçasıydı. Bunan paralel olarak bir başka hedef de daha öncesinde kesintili ilerleyen neoliberal dönüşümün hızlandırılmasıydı. AKP ilk dönemlerinde esas olarak uluslararası sermayenin de desteğini alabilmek üzere, IMF’nin öncesinden hazırladığı ve yürürlükte olan programına bağlı olarak eğitimden sağlığa tüm alanların ticarileştirilmesi ve özelleştirmelerle kamu birikimlerinin tasfiyesine yönelik radikal bir dönüşümün adımlarını attı. AKP’ye karşı bugüne kadar süren direnişin en önemli hatlarından birisi bu alanda gelişti. Özelleştirmelere karşı mücadelelerin ucu sonrasında TEKEL’e kadar uzanacak; özellikle sağlıkta ve eğitimdeki dönüşüme karşı süren mücadeleler direnişin önemli bir hattı olarak gelişti. Aynı zamanda doğanın yağmalanması ve tarım alanlarının tasfiyesine yönelik hamlelere karşı, sürüp gelen mücadeleler de benzer bir hattan ilerlemeye devam ediyor.

∗∗∗

Bu sürecin en önemli mücadeleleri kuşkusuz ki rejimin dönüşümüne ilişkin kırılma noktaları etrafında şekillendi. Ergenekon operasyonlarından başlayarak 2010 referandumuna uzanacak ilk kırılma sol ve toplumsal muhalefet açısından da bir parçalanma içinde gerçekleşirken, sol ve ilerici muhalefet burada hayır cephesi etrafında mücadele etti.

Başkanlık sistemi etrafında siyasal İslamcı faşizmi kurumsallaştırmaya yönelik ilk atak tam da bu referandum sonrasında gündeme gelirken, Gezi isyanına uzanacak mücadeleler de bunu engellemeye yönelik bir duygu birliği etrafında gelişti. Gezi sonrasında da birleşik bir muhalefet anlayışı ile, bu geçişi önlemeye yönelik 2017’deki tek adam rejimine geçiş referandumuna uzanacak bir mücadele süreci örgütlendi. Bunun içinde bilimsel ve laik eğitim boykotlarından OHAL altındaki hayır dalgasının örgütlenmesine kadar önemli mücadeleler yürütüldü. Tek adam rejimine geçiş sonrasında da seçimler de dahil olmak üzere bir toplumsal mücadele olarak örgütlenerek, bu rejimden çıkış için bir mücadele alanına dönüştürüldü.

∗∗∗

Bu mücadele özellikle de son dönemde yaratılan yoksulluğa ve işsizlik dalgasına karşı, bir tür hayatta kalma mücadelesi olarak şekilleniyor. İşçilerin grev ve hak arama mücadeleleri, emeklilerin yükselen insanca yaşam talebi, köylülerin isyanları hepsi bu dayatılan sefalete karşı tepkilerin bir yansıması. Bununla birlikte, AKP’ye karşı mücadelenin neredeyse her döneminde en önemli dinamiklerden ikisi de gençler ve kadınlar oldu. Gençlerin özellikle de son dönemde türlü hilelerle emeklerinin çalınmasına, yıllarca emek verdiklerinin diplomalarının değersizleştirilmesine ve hayatlarının dinsel bir zorbalıkla baskı altına alınmasına karşı biriken öfkesini son günlerde sokaklarda görüyoruz. Kadınlar uzun süreli mücadelenin en önemli öznelerinden birisi olurken, son 8 Mart’ta da kitlesel ve yaygın eylemleriyle bir anlamda sonrasındaki eylemlerin işaret fişeği oldular.

∗∗∗

Bütün bu mücadeleler şimdi siyasal İslamcı rejimle adeta bir son kavgaya doğru ilerliyor. Bir kez daha görüldü ki devletin tüm baskı aygıtlarını elinde tutan iktidarın şiddeti ancak birleşen bir muhalefet vesilesiyle dengelenebiliyor. Önümüzdeki dönemde de muhalefeti çoğaltacak, muhalefet içindeki her tür parçalanmanın önüne geçerek birlikleri büyütecek bir anlayışla hareket edildiği sürece, tek adam rejiminin ayakta kalma ihtimalinin olmadığı ortada.

Bu ülkenin mücadele tarihi de, son çeyrek yüz yıla sığan mücadele ve direnişleri de bunun en büyük güvencesi olmaya devam ediyor.

∗∗∗

SUSMAYAN, KORKMAYAN İTAAT ETMEYEN KADINLAR

AKP’li yıllar kadınlar için hem ağır hak kayıplarının hem de büyük mücadele ve direnişlerin birbirinin peşi sıra geliştiği yıllar olacaktı. İktidara geldiği ilk yıllarda “türban yasağı” etrafında yürütülen bir demokratikleşme beklentisi yıllar içerisinde yerini siyasal İslamcı gericiliğin kadınların eşitlik ve özgürlüğüne dönük saldırılarını derinleştireceği uyarılarını haklı çıkaracak uygulamalara ve kadınların laiklik, özgürlük ve eşitlik talepleri etrafında birleşmesine bırakacaktı. AKP iktidarının kadınların özgürlüklerini ve kazanılmış haklarını hedef aldığına dönük ilk hamlelerden biri 2012 yılında dönemin başbakanı olan Tayyip Erdoğan’ın “kürtaj cinayettir” ifadesiyle başlayan kürtajı yasaklamaya dönük yasal düzenleme girişimi olacaktı. Kadın örgütlerinin büyük tepkisiyle karşılaşan bu deneme yurt genelinde kitlesel kürtaj hakkı eylemlerine sebep olacak, kadınların haklarına dönük mücadelede iktidarın uygulamalarının hedef alındığı bir kırılma yaratacaktı

Özellikle GeziDirenişi ve sonrasında kadınların ve LGBTİ+’ların eşitlik ve özgürlük taleplerini daha yüksek sesle dillendirdiği eylemlerin çoğaldığı yıllar yaşanacak, özellikle genç kadınların dillendirdiği talepler toplumsal muhalefetin de gündemine taşınacaktı.

Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin ardından yükselen büyük toplumsal tepki artan kadın cinayetlerine dikkatleri toplayacak, kadın cinayetlerine yol açan sebepler özellikle iktidarın gerici dönüşüm hamleleri, söylem ve uygulamalarının yol açtığı sonuçlar gündeme taşınacak “kadın cinayetlerinin politikliği” üzerinde yoğun bir kamuoyu oluşacaktı.

2015 sonrasında şiddet ve baskı düzeyinin artırılmasıyla toplumsal muhalefet büyük bir basınç altında ezilirken özellikle yasakların merkezi haline gelen Taksim’de binlerce kadının buluşma noktasına ve isyanına dönüşen “İstanbul Feminist Gece Yürüyüşleri” yurt geneline de yayılarak sürecekti. Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olan 25 Kasım’dan Dünya Kadınlar Günü 8 Mart’a, kadın cinayetlerinden iktidarın çeşitli tehditlerine her olayda alanları dolduran kadınların mücadelesi; özellikle sokağa çıkmanın iktidarca baskılandığı, sindirme politikalarının devreye sokulduğu dönemde dahi sokağın bir seçenek ve umut olarak ısrarlı bir biçimde savunulmasını sağlayarak tüm toplumsal kesimlere umut oldu. Özellikle Ensar Vakfı’nda yaşanan istismar skandalının da ortaya çıkmasıyla AKP’nin tarikat ve cemaatler eliyle de yürüttüğü gerici ve cinsiyetçi politikaları yurt geneline yayılan eylemlerin esas gündemi haline gelmeye başlayacaktı.

2017’ye gelindiğindeyse 2010 referandumundan farklı olarak kadınlar büyük “hayır” kampanyaları etrafında buluşacaktı. 8 Martların ve kadın örgütlerinin önemli bir gündemi haline gelen 2017referandumu kadınların özgürlüklerinin, yaşam haklarının, kazanılmış haklarının gerici ve cinsiyetçi bir tek adam rejimi etrafında daha da gerileyeceğini ifade eden kadınlar “hayır”ı sokaklara taşıyacaktı. Referandum sonrası sandıktan “evet” çıkartılacak ve hak kayıpları da aynı hızla artacaktı. Kadına yönelik şiddetle mücadelede yalnızca faili değil önleme ve koruma görevini yerine getirmeyen yetkilileri de sorumlu tutan ve şiddetin önlenmesine dair önemli kazanımlar içeren İstanbul Sözleşmesi ilk hedef olacaktı. 2021 yılında bir gecede sözleşmenin Erdoğan’ın imzasıyla feshedilmesine kadar süren mücadeleler, sözleşmeden çıkılmasının ardından yurdun dört bir yanından tepkilerle karşılaşacak, sözleşmeye geri dönülmesi, maddelerin gerçekten uygulanması talebi siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri tarafından da sahiplenilen bir talebe dönüşecekti. Kadına yönelik şiddetin toplumsal bir yaraya dönüştüğü yıllar içerisinde Medeni Kanunun dahi hedef alındığı gerici uygulamalar kadınların hayatlarını hedef alırken özgürlük, eşitlik ve laiklik mücadelesi de artarak sürecek tüm baskı ve yasaklara rağmen milyonlarca kadının sesi olarak bugünlere gelecekti.

∗∗∗

AKP KARŞITI DİRENİŞLER (2002-2017)

Türkiye’nin çeyrek yüzyılı bulan son dönemi siyasal İslamcı faşizme geçiş sürecinin yarattığı gerilimler içinde yaşanırken; bu sürecin her etabında ona karşı ciddi mücadelelere de sahne oldu.

2007: CUMHURİYET MİTİNGLERİ

2007 yılında gerçekleşen Cumhuriyet mitinglerinin ilki 14 Nisan’da Ankara’da düzenlendi. Yaklaşık bir milyon insanın katılımına sahne oldu. 29 Nisan’da İstanbul Çağlayan’da devam eden mitingler, Manisa ve Çanakkale’nin ardından 5 Mayıs’ta İzmir’de tamamlandı.

Cumhuriyet Mitingleri Cumhurbaşkanı seçim gerilimlerinin içinde gerçekleştirildi.

Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolması sonrasında gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri siyasette ciddi bir gerilim ortaya çıkardı.

Çankaya Köşkü’ne kimin çıkacağı sorusu devlet içinde süren iç iktidar çatışmasının da merkezine oturdu. Abdullah Gül’ün adaylığı etrafında şekillenen tartışmalar, 367 oy tartışmalarının damgasını vuracağı bir gerilim sonrasında, erken seçime uzanacak bir sürecin sonunda AKP’nin yüzde 46 oy alarak iktidarını pekiştireceği bir biçimde noktalanabilecekti. Erken seçim öncesi Cumhurbaşkanlığı için gerekli 367 yeter sayısını bulamayan AKP, 2002 seçimlerinde meclis dışı kalan MHP’nin meclise girerek AKP’ye verdiği destekle 367 sayısını aşarak Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirebildi.

Cumhuriyet Mitingleri bu gerilimin içinde şekillendi. Bu mitingler bir yanıyla düzenleyicileri bakımından, ağırlıkla da devletin eski iktidar yapısının parçası olan kimselerden oluşması nedeniyle, ilerici demokrat ve sol kesimler içinde belli bir tereddüde de yol açtı.

Ancak daha önemlisi bu mitingler (onun düzenleyenlerden de bağımsız olarak) siyasal İslamcı iktidara karşı biriken tepkinin aktığı bir zemin oldu. Mitinglerde varolan genel siyasal talep ve doğrultu laiklik talebiyle, “Ne ABD ne AB, Tam Bağımsız Türkiye” doğrultusu oldu. Bu ilk büyük itiraz dalgası toplum içinde biriken tepkinin bir ifadesi olmuştur.

2009: IMF KARŞITI EYLEMLER

2008 yılında dünyada başlayan durgunluk, Türkiye’ye de yansıdı. AKP’nin özelleştirmelere ve sıcak paraya dayalı ekonomik modeli, o dönemde ülkeyi ekonomik durgunluğun içine soktu. AKP yerel seçimlerde ilk kez büyük oy kaybı yaşarken, toplumsal muhalefette de yoksulluğa, geleceksizleşmeye karşı hak mücadeleleri başladı. O dönemin sembol olayı, BirGün gazetesi editörü Selçuk Özbek’in IMF başkanına attığı ayakkabıydı. 2009 yılının eylül ayında IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın Türkiye ziyareti protestolara sahne olurken, 1 Ekim 2009 günü Bilgi Üniversitesi’ndeki konferans sırasında Gençlik Muhalefeti üyesi ve BirGün çalışanı Selçuk Özbek, IMF Başkanı’na ayakkabı atarak bir eylem gerçekleştirdi. Özbek ve eyleme pankart açarak katılan Zeynep Çatalkaya gözaltına alındı. Kahn’ın şikâyetçi olmaması nedeniyle gün içinde serbest bırakıldılar. Başbakan Tayyip Erdoğan, o günlerde yaptığı açıklamada IMF Başkanı’na yönelik ayakkabı fırlatılması eylemini çirkin bulduğunu belirterek, "Tasvip etmek mümkün değil" dedi. IMF politikalarının, ülkelere kredi vermek pahasına sıkı para politikası adı altında özelleştirmeleri, kemer sıkmaları, kamucu üretimden çıkılmasını dayattığı biliniyor.

2009: TEKEL VE EMEĞİN DİRENİŞİ

AKP iktidara gelmesinin ardından uluslararası sermayenin neoliberal sömürü politikalarını eksiksiz hayata geçirmeye çalıştı. Bunun başında da özelleştirmelerin agresif bir biçimde uygulanması oldu. Her alandaki özelleştirmelerle kamu birikimleri tasfiye edilirken, bunlardan birisi de TEKEL oldu. TEKEL, British Amerikan Tobacco’ya satılırken, aynı zamanda yüz binler işçinin de hakları elinden alındı.

TEKEL işçilerinin direnişi, 15 Aralık 2009’da Ankara’ya gelmeleriyle başka bir boyut kazandı. İşçiler, güvenceli çalışma haklarına sahip çıkmak için, Ankara’da Sıhhıye’de toplanarak, seslerini duyurmaya çalıştı. Ankara’nın soğuk aralık günlerinde polislerin müdahalesi ile karşı karşıya kalan işçiler vazgeçmedi. Türk-İş’in Sakarya caddesindeki binasının önünden başlayarak, Sakarya caddesine boydan boya uzanacak çadırlar kurularak direniş başka bir boyuta geçti.

TEKEL işçileri, Ankara’nın göbeğinde Kızılay’da Sakarya caddesinde, kesintisiz bir biçimde 78 gün çadırları kaldırmadan direndi. 78 gün boyunca TEKEL işçileri mücadelenin merkezi haline geldi. Özelleştirmelere ve işçilerin haklarının ellerinden alınmasına karşı direnen tüm işçiler, TEKEL mücadelesinde birleşerek kendi haklarını savunmaya çalıştı. Toplumsal muhalefet ve sol hareket TEKEL işçilerinin bu direnişiyle birleşerek 78 gün boyunca bu mücadele alanının bir parçası oldu. TEKEL direnişinin özgün yanlarından birisi de sol ve işçi hareketinin bir kaynaşma alanı olduğu kadar, aynı zamanda genç kuşakların ve gençlik hareketlerinin de işçilerle ortak mücadelesinin bir zemini haline gelebildi. 78 günlük direniş TEKEL işçilerinin kazanımlarıyla tamamlanırken, kent meydanında bir işgal üzerine kurulu direniş toplumsal muhalefet için de çok önemli bir deneyim oluşturdu.

2009: HES’LER VE DERELERİN KARDEŞLİĞİ

AKP iktidarında saldırıların yoğunlaştığı alanlardan birisi de doğanın yağmalanması. Dereler, ormanlar, kıyılar başta tüm doğal zenginliklere yönelik acımasız saldırılara karşı ilk barikatlardan birisi derelerin savunulması üzerine kurulmuştu. HES’lerle Karadeniz’deki tüm dereleri şirketlerin egemenliğine devretmeye yönelik (halen de devam eden) saldırı dalgasına karşı, neredeyse her dere başında bir direniş ortaya çıkmıştı. Bu mücadele sonrasında derelerin direnişini birleştirmek üzere birleşik bir mücadele platformu olarak Derelerin Kardeşliği’ne dönüşmüştü. Sonrasında da ekoloji mücadelesinin birleşik ve koordinasyon içinde sürdürülmesine ilişkin bir deneyim oluşturan, Derelerin Kardeşliği bir anlamda sonrasında da madenlerden, kıyılara kadar her tür yağma için önemli bir deneyim oldu. HES’lerin ardından bu mücadelenin en yoğunlaştığı alanlardan birisi de özellikle Ege’de tarım alanına yapılan JES’ler ve Karadeniz’den Kaz Dagları’na kadar ülkenin bir ucundan öbürüne uzanacak olan madenlere karşı mücadele oldu. Bugün de en önemli sorun alanlarından birisi madenler olurken, bu alanlardaki mücadeleler sürüyor.

2010: REFERANDUM VE HAYIR CEPHESİ

2010 anayasa referandumu, siyasal İslamcı faşizme geçişte çok önemli kırılma noktalarından birisi oldu. O dönemde muhalefet hareketi de demokrasi yanılsamaları ile parçalanarak AKP’ye soldan meşruiyet ve destek oluşturmaya çalışıldığı bir dönem olarak yaşandı. İktidar destekli liberallerin oluşturduğu “yetmez ama evet”çilik zemini egemenlerin sola saldırısının merkezi haline getirildi. Sol hareket, tüm geçmişiyle birlikte darbecilikle yaftalanmaya çalışırken, anayasa değişikliğine hayır demek de darbeci anlayışın bir yansıması olarak yaftalanmaya çalışılıyordu. Kürt hareketi de anayasa değişikliğine dolaylı destek anlamına gelecek boykot tutumunu benimsedi. Bu koşullarda sosyalist hareket ÖDP, EMEP, TKP ve Halkevleri olarak bir hayır cephesi kurarak, referandumda birlikte mücadele yürüttü. Bu hayır çizgisi sonrasında tüm sol ve toplumsal muhalefetin mücadele çizgisini belirleyecek bir etki yarattı.

2010, 2011, 2012: ÜNİVERSİTELER AYAKTA

23 yıllık AKP iktidarına karşı en uzun süreli direnç noktalarından biri öğrenci gençlik hareketi oldu. 2010’dan başlayarak, liselerde, üniversitelerde başlayan iktidar karşıtı isyan dalgası, üniversite yönetimlerinin baskılarına ve polis şiddetine rağmen dalga dalga büyüyerek Gezi direnişini oluşturan en önemli unsurlardan biri haline geldi.

AKP’nin geçen yıllar içinde devlet kurumlarını adım adım eline geçirip giderek daha pervasız bir biçimde otoriterleşmesi, siyasal İslamcı ajandasını milyonların gündelik hayatına dayatır hale gelmesi, sürdürdüğü neoliberal programın gençliği ekonomik olarak daha da kırılganlaştırması ve geleceksizleştirmesi, kampüslerde yükselen isyanın başlıca sebepleri arasındaydı.

Gençliğin AKP’ye karşı ilk birleşik reaksiyonlarından biri Dolmabahçe eylemleri oldu.

Erdoğan’ın 2010 yılında rektörlerle yaptığı Dolmabahçe buluşması, üniversite gençliğinin de AKP iktidarına karşı ilk büyük itirazı oldu.

Dolmabahçe’deki eylemi ODTÜ ve Ankara Üniversitesinde, AKP’li siyasetçilere yönelik protestolar izledi. Dönemin Başbakanı Erdoğan, 2011 ve 2012 yıllarında üst üste iki defa ODTÜ’ye geldi, ikisinde de kitlesel protestolarla karşılaştı.

2011’de öğrenciler Erdoğan’ın gelişini “Başkaldırıyoruz” eylemiyle karşıladı. Bir önceki yıldan dili yanan Erdoğan, 2012’de bu kez 8 toma ve 3 binden fazla çevik kuvvetle girdiği üniversitede çok daha kalabalık, kitlesel bir eylemlilikle karşılaştı. Binlerce öğrenci, orantısız polis şiddetine karşı saatlerce üniversite kampüsünde direndi. Takip eden günlerde, üniversitede polis saldırısına karşı hem öğrenciler hem öğretim görevlileri birleşik bir tepki verdi, tarihe “ODTÜ Ayakta” olarak geçen, 10 bini aşkın öğrencinin katıldığı eylem düzenlendi. Galatasaray, Mimar Sinan, İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere birçok kampüste öğrenciler dayanışma eylemleri düzenledi, ODTÜ’yü kınayan rektörlerin odaları işgal edildi. “ODTÜ Ayakta” eylemleri, hem gençliğin AKP karşıtlığında birleşmesi, kitlesel eylemliliği ve polis şiddetine karşı süren direnci ile bir anlamda Gezi’nin ayak seslerinin en çok duyulduğu eylemlerden biri oldu.

Gençliğin iktidar karşıtlığı yalnızca kampüslerle sınırlı değildi. AKP-Fethullahçılar ittifakı, 2010 yılında KPSS sorularını çalmış, 2011’de ise üniversite giriş sınavı YGS’de cevaplara şifre yerleştirmişti. YGS’de yapılan skandalın ortaya çıkmasının ardından, tüm Türkiye’de liseli öğrenciler sokağa çıktı, skandalı protesto etti. Birçok ilde Fethullahçılara bağlı dershanelerin önünde eylemler gerçekleşti. Liseliler, iktidarın ayan beyan ortaya çıkan kadrolaşma ve yolsuzluklarının yanı sıra, şimdi yıllarca hayalini kurup çalıştıkları üniversitelerin de AKP ve Fethullahçı kadroların işgaline girmesine karşı binler olup geleceğine sahip çıktı. İktidar, ne kadar yalanlarsa yalanlasın şifre skandalını hafızalardan silemedi. 2010 ve 2011’deki skandalın mimarı olan ve o dönemde AKP’nin de sahip çıktığı ÖSYM Başkanı Ali Demir, 15 Temmuz sonrasında hem Fethullahçı örgütle ilişkisinden hem de sınavlardaki usulsüzlüklerden dolayı hüküm giydi.

2012: 4+4+4’E KARŞI ÜLKE AYAKTA

AKP’nin gerici eğitim politikaları açısından önemli dönüm noktalarından biri 4+4+4 projesinin hayata geçmesi oldu. Çocuk gelinliğin ve çıraklığın yanı sıra İmam Hatipleşmenin ve dönemin başbakanı Erdoğan’ın deyimiyle “dindar neslin” önünü açacağı gerekçesiyle tüm toplumsal muhalefet örgütlenmelerinin karşısında olduğu sistem değişikliği, Mart 2012’de Ankara’da binlerce kişinin katıldığı bir eylemle protesto edildi. Eğitim-Sen öncülüğünde gerçekleşen eylemde çeşitli meslek örgütleri, STK’lar ve sol-sosyalist partiler de yer alırken, “AKP elini okulumdan çek” sloganları ile başlayan eylem, polis barikatı ve saldırısına rağmen sürdü. AKP’nin eğitimde İslamcı ve piyasacı dönüşümü hedeflediği sistem değişiklikleri, yıllar içinde de yine toplumsal muhalefetin en önemli mücadele gündemlerinden biri olmaya devam etti.

2013: HAZİRAN DİRENİŞİ

AKP iktidarına karşı en önemli direnişlerden birisi kuşkusuz ki 2013 Haziran direnişi oldu. İstanbul’da Gezi Parkı’nın yağmalanmasına yönelik karara karşı başlayan mücadele, sonrasında AKP’ye karşı genel bir direnişe dönüşerek ülkenin her yanına yayıldı.

Bu direniş, 2010 referandumu ile birlikte yargı başta devletin kritik alanları ele geçiren siyasal İslamcı rejimin, başkanlık rejimine geçiş hedefi ile kurumsallaşmaya yöneldiği bir evrede gerçekleşti. Halk direnişinin asıl motivasyonu tam da bu geçişin durdurulması olduğu kadar, sonrasında bıraktığı birleşik bir muhalefet çağrısı da asıl olarak bu oldu. Gezi direnişi bir halk hareketi olduğu kadar aynı zamanda bir gençlik kuşağının hayat tarzına müdahaleden, geleceğinin çalınmasına yönelik ilk kitlesel itirazı oldu.

2016: CERATTEPE DİRENİŞİ

Türkiye’de çevre mücadelelerinin sembolleşen direnişlerinden biri, 2015’te başlayan Cerattepe Direnişi oldu. AKP’nin neoliberal politikalarının en vahşi biçimlerinden biri olan rant merkezli doğa katliamları, yıllar içerisinde halkın kitlesel direnç dinamiklerinden birine dönüştü. Cerattepe’de AKP’nin rantla zenginleştirdiği çetesinin başta gelen üyelerinden Mehmet Cengiz Artvin’in Cerattepe bölgesinde yaşanacak doğa katliamına karşı oluşan kamuoyuna rağmen madencilik faaliyeti için harekete geçti. Artvin halkı başta olmak üzere tüm ülkeden binlerce çevreci ve sosyalist, Cerattepe’nin doğasını ve köylerini koruyabilmek için bir yıl boyunca bölgede nöbet tuttu. Bir yılın ardından, 2016 Şubat’ında iktidarın baskısıyla, tomalarla, gözaltılarla nöbet alanı dağıtılmaya çalışıldı. Yurt genelinde OHAL olmasına rağmen Artvin’de bir yılı aşkın eylem yasaklarıyla ikinci bir OHAL daha ilan edildi. Yoğun polis saldırılarıyla Artvin Cengiz’in işgaline açılmak istendi. Nitekim, madencilik faaliyetinin ilk adımı ağaçların ve zehirlenen su sebebiyle hayvanların katledilmesi oldu. Artvin halkı, 2016’dan sonra da eylem ve direnişlerini sürdürürken, jandarma korumasında gerçekleşen madencilik, Türkiye’de AKP iktidarının halka ve ülkeye düşmanlığının özeti niteliğinde oldu.

2017: HAYIR DALGASI

2015 7 Haziran seçimlerinden 1 Kasım’a uzanan kanlı dönem yeni bir dönemin kapısını araladı. MHP ile AKP ittifakının kurulduğu bu eşik, sonrasında 15 Temmuz darbe girişiminden geçerek, ülkeyi tek adam rejimine taşıyacak bir yönelime girdi. Bombaların yarattığı kaos içinde, darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL altında dayatılan anayasa referandumuna karşı, mücadele bir hayır dalgası olarak örgütlendirildi. Bu dönem toplumsal muhalefetin geri çekildiği, OHAL altında herkesin baskı altında tutulmaya çalışıldığı bir ortamda HAYIR dalgası Birleşik Haziran Hareketi’nin üzerine yükseldi.

Referandum kararı açıklandıktan sonra ilk olarak İstanbul Kartal’da bir miting yapan Haziran Hareketi, sonrasında “1 Milyon Mektup” başlığıyla bir kampanya başlatarak Hayır’ın öncüsü oldu. Bu hareket toplumun ve toplumsal muhalefetin de buzlarını çözerek, ülkenin en ücra köşelerine kadar hayır mücadelesinin yaygınlaşmasını sağladı. Hayır mücadelesi YSK’nın mühürsüz oyları saydığı hilesine yenildi. Elbette dönemin muhalefet partilerinin de teslimiyetlerinin sonucu olarak.