Millet İttifakının ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun yükselişine AKP/MHP koalisyonunun verdiği en görünür ve acil tepki Yeniden Refah Partisi ve Hüda-Par gibi partileri Cumhur ittifakına dahil etmeye çalışması oldu. Önceki seçimlerdeki “kibirli” tutumuyla karşılaştırıldığında bu hamleler, işin ciddiyetini gördüklerinin bir göstergesi. Özellikle Hüda-Par’ın geçmişi ve kadroları, AKP’nin HDP ve onun üzerinden Millet İttifakı’na ye dönük kirli propagandasının da zeminini önemli ölçüde zayıflatmış görünüyor. Bu konuda karşılıklı eleştiriler üzerine çok şey söylenebilir ancak AKP’nin yardıma çağırdığı bu partiler ve tarikat/cemaatler AKP’nin “çelik çekirdeğini” önceleyecek bir tutumu tercih edeceğini gösteriyor. En çok MHP’de rahatsızlık olacağı öngörülse de sonsuz pragmatizmi ve karşılıklı mecburiyetleri nedeniyle koalisyonda bir sorun yaratma ihtimali zayıf.


Yirmi yıllık iktidarına rağmen partileşme sürecini tamamlayamamış AKP’nin bu tercihi bence muhalefete alan açmış durumda. AB üyeliği, muhafazakâr demokratlık, yasaklara/yolsuzluklara/yoksulluklara karşı olma iddiasından (belki de takiyesinden demeliyiz) gelinen noktaya bakalım. Desteğe gelen süvarilerin(!) hemen hepsi hilafetçi/tek adamcı, kadın düşmanı, bilim karşıtı, din tüccarı… Hele iş tarikatlara gelince durum daha vahim; depremi dua ile Manisa’dan Van’a tayin eden mi dersiniz yanmaz kefen pazarlayan mı, 12 yaşında çocukların evlenmesine fetva veren mi dersiniz, kız çocuklarına okul yasaklayanlar mı, halktan yardım diye topladıkları paralarla ultra lüks sefa sürenler mi dersiniz, insanın/iktidarın sorumlu olduğu felaketleri kadere ve fıtrata bağlayanlar mı dersiniz, deprem fırsatçılığı yapanlar mı dersiniz… Bir de kontrolsüz göçle gelenler var ki ülkemizin geleneksel yapılarının bile sindirmesi güç figür ve hareketler. Tüm bu yapılar arka arkaya AKP/MHP ittifakına destek açıklamaya başladı.

Bunun muhalefete açtığı alana gelince; birçoklarımız için başından beri apaçık olan iktidarın ve destekçilerinin mahiyetiyle ilk kez geniş halk kesimleri açıkça yüz yüze geliyor. Özellikle deprem ve sonrasında bire bir bu yaklaşımların yıkıcı sonuçları ile karşılaşıyorlar. Bunun seçim sürecinde politikleştirilmesi AKP’yi çelik çekirdeğine ve yalnızca çıkar üzerinden ilişkilenenlerin desteğine hapsedebilir. Ancak bunun önünde, özellikle altılı masa içerisinde tarikat ve cemaatlere hayırhah bakan, ülkenin gerçeği olarak gören parti ve figürlerin belli ölçüde engel oluşturduğu anlaşılıyor. “Kapatma” yönünde açıklama yapan parti ve politikacılara karşı eleştiri getirerek bir alternatif de önermiyorlar. Toplumun yüzde yetmişinin muhafazakâr olduğu ve politikaların da buna göre belirlenmesi gerektiği şeklindeki ön kabul burada da hükmünü yürütüyor.

Öncelikle bir yapının/oluşumun eskiden beri var olagelmesi ona kendiliğinden bir meşruiyet sağlamaz. Bu yapıların nerede ise tamamının hukuk dışı bir şekilde kamuya yerleşme, kamu kaynakları ile büyüme, alternatif eğitim odağı olma konusunda epeyce yol aldığı ve daha da büyüme yolunda oldukları tartışmasız. Bu yapıları -bu haliyle- meşrulaştıranların öncelikle cevaplamaları gereken soru; herhangi biri ya da oluşturdukları bir koalisyon ülkeye hakim olursa nasıl bir ülkede yaşarız? O ülke demokratik olur mu? Ülkemizi 15 Temmuz’a getiren süreç neydi? Fetullahçıları da aynı argümanlarla desteklememişler miydiler?

Muhalefete açılan alana tekrar gelecek olursak; öncelikle anlaşılıyor ki bu yapılar seçim sürecinde -sandık güvenliği dahil- AKP/MHP iktidarının gözü kara militanı olarak sahada olacaklar. Örgütlü yapılar mensuplarına indirgenemeyeceğine göre, elitlerinin destekçilerine vaz ettikleri ile pratikleri arasındaki çelişkiler cesaretle dile getirilmeli. Her alanda yaşadığımız yıkımla bağlantıları ortaya konulmalı. Bunun için de muhalefetin tutumunu netleştirmesi gerekli. Din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve örgütlenme hürriyeti saklı tutularak kamu ile kurdukları kriminal ilişkiler ve kişisel çıkarları deşifre edilmeli. Bu sorunun halının altına süpürülmesi büyük hata olacaktır.