İktidarın yolu net, ya muhalefetin…
CHP’ye yönelik sosyal medya eleştirilerinden öte ‘ne düşünüyor’ sorusu daha hayati. Yaşananlardan yola çıkarak Cumhur aynı yoldan devam ediyorsa halkın koşullarını normalleştirecek siyaseti açığa çıkarmak gerekli.

Geçen hafta Ankara Temsilcimiz Nurcan Gökdemir ve politika muhabirimiz Mustafa Bildircin ile birlikte CHP Genel Merkezi’nde Özgür Özel’le bir araya geldik. Görüşmenin önemli bölümleri gazetemizde yayımlandı. Yine de önümüzdeki dönem siyasetinin yörüngesine dair birkaç noktanın altını çizmekte fayda olduğunu düşünüyorum.
CHP’nin yerel seçimden birinci parti çıkmasıyla, lideri Özel’in her yaptığı medyanın gündemini meşgul etmeye başladı. Ne dedi, kimle görüştü, kimi kabul etti gibi başlıklar üzerine televizyonda saatler süren yorumlar yapılır oldu. Bu yoğunluğa rağmen yazı ve tartışmaların sosyal medya kıvamında olması CHP’nin Türkiye’nin gerçek gündemleri konusunda ne düşünüyor, neler yapacak, bu meselelerde bir ortaklaşma var mı gibi sorularını da yanıtsız bırakıyor.
Özgür Özel’le geçen hafta yaptığımız söyleşide bu sorunun yanıtını aradık. Kuşkusuz yönetime geleli bir yıl daha olmayan bir ekipten bütünlüklü ve tamamlanmış bir program beklentimiz yoktu. Ama genel yönelimi anlamaya çalıştık diyelim.
Özellikle ekonomik krizin vurduğu geniş halk kesimleriyle bir araya gelme konusunda bir irade var. Bu, parti yönetiminin ortak eğilimi. Ama sorunun çözümü konusunda bir netliğin oluştuğunu söyleyemeyiz. Yine demokrasi laiklik gibi başlıklarda da bir fikri çerçevenin oluşmaya başladığını söylemek mümkün. Bununla birlikte başlıklara dair tutumun, neresine kadar partinin kolektif aklı neresinden sonra Özel’in fikri olduğunu konuşmanın bazı anlarında kaçırdığımı itiraf edeyim. İktidara gelmeden bu kadar önemli başlıklarda somut adımların atılamayacağını söyleyenlerin varlığından haberdarım. Ama konuya yaklaşım biçimi, o sorunu gündeme getirme yöntemine ve çözüme dair fikirlerinizi ele verir. Yani sorunun çözümüne dair önermenizi tam da izlediğiniz o yolla ifade edebilirsiniz. Bugüne kadar parti yöneticilerinden ya da partiye yakın gazetecilerin söylediklerine, izledikleri yola ve tartışmalara bakıp CHP’nin yönelimine dair net bir şey söylemek mümkün değil.
Geçen hafta içinde yaşanan bir gelişme üzerinden ‘eksik’ olanı değerlendirmek daha kolay olabilir.
Hatırlanacağı üzere geçen hafta bir medya kuruluşuna konuşan İBB Mali Hizmetler Daire Başkanı Neslihan Vural, aralarında İSPARK’ın, Hamidiye’nin ve Halk Ekmek’in de bulunduğu varlıkların satışının gündemde olduğunu vurguladı. Devam ederek’‘Bir finans insanı olarak özelleştirmeden yanayım’’ dedi. Yine hatırlanacağı üzere Vural, aynı sohbette belediyenin asli işlerini yapmasının gerektiğini de söylemişti. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’da gazeteci Barış Pehlivan’ın sorusu üzerine “Bir bürokratın haddini aşan bir açıklaması olmuş” dedi. Konu CHP olunca Sayın Neslihan Vural gibi düşünen ne kadar partili var, bu eğilim güçlü mü ya da belediyelerde mi genel merkezde mi çoklar gibi başlıklarla konuşulmasını beklersiniz. Ama öyle olmadı. Neden?
Yandaş medyanın çok sevdiği Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel üzerinden tanımlanan rekabet bu durumun gerekçesi olmayacağına göre arkasındaki asıl neden ne olabilir?
Uzaktan bakınca kolay gibi görünen bir cevabı olabilir. Ama bu cevap siyaset yaparken dayanacağınız halk kesimlerine, önerdiğiniz ekonomik modele ve piyasa ilişkilerine dair yaklaşımınızı ortaya koyan eğilim ifade edecekse o kadar da kolay olmayabilir.
CHP ve Özgür Özel birçok konuda net olmakla birlikte bu konuya dair tam bir hazırlık yapmış gözükmüyor. Oysa bu soru tarihin tam da bu noktasında ülkenin içinde bulunduğu durumun etkisiyle yanıt verilecek en acil başlık olarak Özel’in önüne gelmiş durumda.
BU SORUDAN KİMSE KAÇAMAYACAK
Cumhur İttifakı, hem 14 Mayıs-31 Mart hem de 31 Mart sonrası izlediği çizgiyle “bizde değişen bir şey yok” mesajını verdi. AKP-MHP olarak gidebildikleri yere kadar gidecekler. Bu saatten sonra asıl soru iktidarın değil muhalefetin ne söylediği ve ne yapacağıdır. Bu anlamıyla CHP’nin önümüzdeki döneme dair gerçek sınavı ülkenin yüzde 80’nin talepler bütününü nasıl karşılayacağı neyi tercih edeceğidir. Kurumlar ve partiler tıpkı insanlar gibi kendi tercihlerinin sonuçlarıyla yüzleşmek durumunda kalır.
Memleketin yüzde 80’i ‘artık böyle yaşamak istemiyorum’ diyor. Tekrar etmek gerekirse, kadını, genci, emeklisi, işçisi, çiftçisi, küçük esnafı yani ülkenin neredeyse tamamı. Üstüne bir de ülkenin yarısından fazlasının her koşulda rejimin karşısında dimdik durmasını ekleyin. Siyaset kurumu teslim olsa halk teslim olmuyor.
Bu cephenin karşısında ne var. Bırakın ülkenin temel sorunlarını çözmeyi yanından geçemeyen iktidar var. Menderes, Demirel, Erbakan, Türkeş ve Özal’dan emanet alınan sağcılığı Ağar-Çiller yorumunu katan Cumhur İttifakı dizlerinin üzerine çöküyor. Tüm illüzyon çabasına rağmen giden çok belli. Yerine ne geleceği ve nasıl geleceği konuş karışık. Ama bunca yaşanılanlardan sonra en azından bunun biraz Menderes biraz bağımsızlık, biraz Erbakan biraz laiklik, biraz Özal biraz emek diyerek olmayacağı açık olmalı.
Emeklinin isyanı, ataması yapılmayan öğretmenin çığlığı, çalışarak okumak zorunda kalan öğrencilerin varlığı, yoksulluk gerçeği ve adil bir hayat talebi, kadınların aile parantezine alınarak yok sayılması, Kobani davası, dayatılan müfredat tamamı bu ülkede yaşanıyor.
Yani Bahçeli-Erdoğan ne yaptı, Meclis’te kim kimi öptü tartışmasından çok daha önemli sorunlar var. Bu önemli sorunların varlığı partileri, liderleri aşan bir noktaya işaret ediyor. Bu sorunların çözümüne dair irade gelişmedikçe memlekette ne yumuşama ne de normalleşme olabilir. Önce halkın koşulları normalleşmeli. Soru bu talebe eşlik edecek siyaseti açığa çıkarmada.