İlk heyecan, ilk kitap
İlk kitap, yazarın dünyaya “İşte bu benim” deme biçimidir; hem sessiz bir fısıltı hem de gururlu bir haykırış… İlk kurgu kitabını yakın dönemde elinde tutabilmiş, içindeki fısıltıyı da gururlu haykırışı da hissetmiş yazarlarla birlikteyiz bu sayıda.

Özge DOĞAR
İlk kitabını yazmak, insanın kelimelerle kendi evini inşa etmesine benzer. Önce zihninde beliren o küçük fikir, günler, haftalar, aylar içinde şekillenir; her cümleyle biraz daha ete kemiğe bürünür. Bazen akıp giden bir nehir gibi yazarsın, bazen tek bir kelimenin başında saatlerce beklersin. Umutla dolu sabahlar, ilhamın yolda kaybolduğu akşamlar olur. Yazarken kendinle konuşur, hayallerinle tartışır, kâğıda düşen her satırda biraz daha kendini tanırsın. Bir an gelir, yazdıklarını okurken gülümsersin; bir an gelir, “Bunu silemiyorum, çünkü kalbim burada” dersin. Ve sonunda kitap bittiğinde, elinde tuttuğun şey sadece kâğıt ve mürekkep değildir. O, uykusuz gecelerin, bitmek bilmeyen düzeltmelerin, küçük zaferlerin ve büyük sabrın somut hâlidir. İlk kitap, yazarın dünyaya “İşte bu benim” deme biçimidir; hem sessiz bir fısıltı hem de gururlu bir haykırış… İlk Kurgu kitabını yakın dönemde elinde tutabilmiş, içindeki fısıltıyı da gururlu haykırışı da hissetmiş yazarlarla birlikteyiz bu sayıda. Tüm yeni yazarlara ve ilk kitaplara bu yolculukta başarılar dilerim.
∗∗∗
DİDEM ÜNAL DEMİR: BİR MACERADIR YAZMAK
Bu Cenazeyi Bana Lütfeder misiniz?”in tasarlanması bir yıl, yazılması bir ay sürdü. İstanbul’un kalabalığı, fiyatları ve fay hatlarından kaçmak isteyen niceleri gibi, ben de romandaki kurgu köy Sikkeli benzeri bir yere taşınmıştım. Hayatını Ankara ve İstanbul’da geçirmiş biri için buralar, coğrafi ve sosyal dokusuyla bambaşkaydı. Acemiydim; bölge insanının doğası, şiveler, lakaplar hem güzel hem şaşırtıcıydı. Bir de pandemi nedeniyle hızlanan göçe, imar barışı curcunasıyla değişen-kalabalıklaşan köylere, ucu CİMER’e varan şikâyetlere tanık oluyorduk. Tersine göç, gündemde olan ama henüz yazılmamış keyifli bir konuydu.

Meraklı bir ‘suç’ izleğinde soluksuz okunacak, küçük bir sahil kasabasına kaçmayı düşleyenlerin iç sesi olmaya aday, eğlenceli ama derin bir anlatı kurmaya karar verdim. Ailemin, yazarlarımın, yayınevimin desteği müthişti. Otuz yıllık bir editördüm, aksi halde ikna olmam zordu. Ezcümle romandaki serüven ayrı, o sayfaların yazılışı ayrı, yayına hazırlanışı apayrı macera.

GÜLSÜM KINIKOĞLU: 'TAMAM BİTTİ' DEDİĞİMDE
Bir kadın hikâyesi anlatmayı hep istemiştim. Ama nasıl başlayacağımı, ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum. Aklımda bir fikir vardı ama ne bir planım ne de detaylı bir kurgum... Sonra sayfalar ilerledikçe karakterler konuşmaya, sahneler kendiliğinden oluşmaya başladı. Planım yoktu belki ama siyasi tarih, sanat tarihi ve dinler tarihine olan ilgim vardı.

İlk romanımda, araştırmaktan büyük keyif aldığım bu üç alanı, güçlü bir kadın hikâyesiyle bir araya getirmek istedim. Bazı günler her şey kolayca aktı, bazı günlerse bir paragrafı defalarca yazdım. Üç yılın sonunda “tamam, bitti” dediğimde, bir dosta veda ediyormuşum gibi hissettim.

AHMET VATAN: OKURLA DUYGUDAŞ OLMA HEYECANI
İlk kitabım Oğul’un fikri bir kamp ateşinin başında arkadaşlarımla sohbet ederken ortaya çıkmıştı. Babasının cenazesi için İstanbul’dan Bodrum’a yola çıkan Barış’ın yolculuğu böylelikle zihnimde başlamıştı. Şimdilerde fark ediyorum, ilk kitabımı yazabilmek için onunla birlikte ben de hep seyahate çıkmışım. Elimden kolumdan paçamdan çeken sorumlulukları askıya alıp, zihnimdeki sesleri duyabilmek için yalnızlaşmışım. Oğul’u yazmaya başladığımda kendimi yürümeyi yeniden öğreniyor gibi hissetmiştim. Harfler, kelimeler, cümleler tanıdıktı ama sanki yeniden bir keşifteydim. Bu keşfin heyecanı yazma isteğimi diri tutmuş, lakin karakterlerle çıktığım yolculuğa veda etmemi zorlaştırmıştı.

Beni heyecandan uykusuz bırakan husus ise metni kilitleyip kitabı artık okurla buluşturacağımız zamandı. Hiç tanımadığım insanlarla ortak duygularda buluşacaktık. Bir yazar olarak ilk kitap heyecanımdan hiç kaybetmek istemediğim duygu sanırım bu: Okurla duygudaş olma heyecanı. İlk kitap heyecanıyla nicesine…

REFİKA AYŞEGÜL UZUN: BAŞA ÇIKMA BİÇİMİ: YAZMAK
İlk romanım ‘Sessiz’ bir aydır raflarda. Güzel dilekler eşliğinde, yavaş yavaş kendi yolunu buluyor okurların kalbinde. İki sene önce tamamladım ‘Sessiz’i. İlk olan her şey gibi, beraberinde muhteşem bir heyecan ama epeyce de sancı getiriyor elbette. Yayımlanma süreci sabır, inat ve duyguna sadık kalma meselesi. Hele de bu zamanlar… Kolay değil ama çok şey öğretiyor. Böyle düşününce romanımı elimde tutmak rüya gibi… Ama hayallerime ve tutkuma bakınca bu romanın bir gün yerini yurdunu bulacağına da hep inandım.

Yazmak, adına hobi ya da uğraş diyebileceğim bir şey değil. Daha derinde, daha mecburen. Bir meseleyi dert edindiğimde, içime dokunan bir konunun peşine düştüğümde önce okuyorum; sonra da yazmadan duramıyorum. Çünkü yazmak, içimdekilerle başa çıkabilmenin ve yoluma devam edebilmenin en güzel biçimi benim için. Zira yazmazsam zihnimdekilerle dolup taşarım gibi hissediyorum... İyi ki yazmışım ve ‘Sessiz’ bu yolculukta benimle var olmuş. Merak ettikçe okuyacağım, doldukça yazacağım.

SEZEN KAYHAN: NEREDEN DUYDU ACABA?
İlk öykü kitabım Gamsız Ruhlar Arasında, Delidolu Yayınları tarafından yayımlandı. Aslında kitabın oldukça uzun bir geçmişi var. Yaklaşık on yıl önce kısa öykülerimi edebiyat dergilerine göndermeye başladım. Bazıları yayımlandı, bazıları yayımlanmadı ama editörlerden güzel tavsiyeler aldım. Öyküler birikince, bir kitap fikri ortaya çıktı. Bir dosya hazırlayıp yayınevlerine göndermeye başladım. Maalesef günümüzde, bir ilk kitap dosyasıyla bir yayınevinin dikkatini çekebilmek piyangoda büyük ikramiye kazanmak gibi.

Umudumu kaybetmeye başladığım anda, yayın yönetmenimiz Ayşegül Günaydın ve editörümüz Barış İnce’nin dosyayı beğendiklerini ve yayımlamak istediklerini belirten mesajlarını aldım. Bir süre inanmakta güçlük çektim. Ardından, birkaç aylık verimli bir çalışmanın sonunda kitap basıldı. Alanım sinema olduğu için daha önce filmler yapmıştım; bir filminizi büyük perdede görmek, izleyiciyle paylaşmak çok heyecan verici. Ancak, yazarı olduğunuz bir kitabı elinizde tutmak bambaşka bir hismiş. Karşılaştırırsam, dokunamadığım filmlerime kıyasla daha somut bir duyguydu. Bir de film gösteriminden sonra izleyiciyle buluştuğunuzda, filminizi kimin izlediğini biliyorsunuz; oysa kitabın okurları daha bilinmez. Hâlâ tanımadığım kişiler kitapla ilgili bana yazdığında şaşırıyorum. “Nereden duydu acaba?” diye düşünüyorum, seviniyorum.

PELİN ÇAKICI: KENDİ YOLUNU BULMASI İÇİN EL SALLAMAK
Yazmak istemek bir şey; yazabilmek ise bir başka şeydir. Rachel Schnabel’in Yarım Kalmış Öyküsü’nü yazdığım sürede yazabildiğimi keşfetmek, hikâyenin kendiliğinden çözülmesi ve kelimelerin beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmaması, yirmi senelik hayatımda yaşadığım en saf mutluluktu. Yazma sürecimde 2019 senesinde Polonya’da bulunan Majdanek Toplama Kampı’na ve daha sonra 2023 senesinde Münih’te bulunan Dachau Toplama Kampı’na yaptığım ziyaretler büyük rol oynadı. Orada yatan tarihi hissetmek, ranzaların arasında gezinmek ve bir zamanlar küllerin uçuştuğu göğe bakmak, bendeki tesiri hiçbir zaman geçmeyecek hisler uyandırdı. Elbet bu süreçte epey okudum, kitaplar karıştırdım ve olabildiğince çok belgesel izlemeye çalıştım.

Son sayfalar; çekmecelerin kapatıldığı, vedaların dile getirildiği, sayfanın çevrildiği ve kum saatindeki son kum tanesinin de düştüğü o nihai sayfalar benim için her zaman yazması en güzel sayfalar olacak. O son noktayı koymak, düğümü atmak ve kendi yolunu bulması için son bir kez limandan el sallamak. Romanımı bitirdiğim ayları takip eden süreç oldukça hızlı gelişti. Yazma serüvenimde sadece yazmaya odaklanmış ve yayın kısmını daha sonraya bırakmıştım. Ancak yayınevi aradığım aylar benim için oldukça stresli başladı. Senelere varan bekleme süreleri, geri dönülmeyen mailler ve suratıma kapatılan telefonlar, her ne kadar beni üzmüş ve emeklerimin karşılığını alamayacağıma dair bir hisse kapılmama sebebiyet vermiş olsa da bunların hepsi İnkılâp Yayınevi’yle iletişime geçmemle son buldu.

YELİNA TAYFUR: İKİ YIL BEKLEDİM
‘Saat Yönünün Tersine’, Bilgi Yayınevi eliyle okura kavuştu. Geçmişiyse oldukça uzun. Yazmayı ciddiyetle ele almam yaklaşık on yıl öncesine rastlar. Kurmacanın büyüsü yazarını da şaşırtıyor, onu daima heyecan verici bir yola sürüklüyor. Her şeyi önceleyen ve her şeyden üstün olan da bu yaratım süreci bence. Uzun süre, yazmanın hazzıyla onlarca öykü kaleme aldım, dergilerde yayımlatmanın ötesinde bir düşüncem yoktu. Çoğu metin, yazı yoldaşlarım ve üstatlarım dışında kalan okurla buluşmadı. Bazıları matbu ve dijital mecrada yayımlandı.

Kitap fikriyse, yıllar boyunca yazdıklarım arasından sıyrılıp çıkanlarla hayata geldi. Onlar üzerine çalışmaya, emek vermeye devam ettim. Ta ki her biri meselesi, etkisi, kurgusu, dili ve anlatıcısıyla içime sinene kadar. Tamamlandığına inandığım andan itibaren dosyama dokunmadım. Öykülerimi okuruna kavuşturacak yayıneviyle buluşmak için iki yıldan fazla bekledim. Sonunda kıymetli okuru bulduğu için çok mutluyum. Etiyle kemiğiyle sizindir artık!



