İlk kitaplar olmasaydı dilimiz tutulur kalırdı. Neyse ki mitoslardan kutsal kitaplara, destandan tragedyalara, zamanla gelişen türlerin - çeşitlerin derinliklerine inip yöntem geliştirebileceğimiz ilk kaynaklar var. Başvurduğumuz temel kitaplar, kendi dilimizi bulmamız için yol gösteriyor bize.

İlk kitaplara kuşbakışı

Fadime Uslu

Bir arkadaşımla sohbet ederken, arkadaşım bana, “Bugünlerde elini sallasan bir yazara ya da şaire çarpıyorsun” dedi, “ama eleştiriye kimsenin kulak astığı yok. Neredeyse her gün, bu siyanürlü -ddt’li topraklarda pıtrak otu gibi bir yazar patlıyor. Ne iş?” Yanıt vermek yerine gülümseyip sigaramı yakınca üsteledi. “Artık takip edemiyorum, arkadaş,” dedi, “Sen de içindesin. Bilirsin. Şu yazma atölyeleri sonunda herkesi kitap sahibi yapacak.”

“Şikâyetinde yalnız değilsin,” dedim, “benzer sözleri çok duydum ama bu konuda aynı görüşte değiliz. İnsanın kendi dilini araması, yöntemini bulup sözünü söylemesi ne zamandan beri kabahat?”

İlk kitaplar olmasaydı dilimiz tutulur kalırdı. Neyse ki mitoslardan kutsal kitaplara, destandan tragedyalara, zamanla gelişen türlerin - çeşitlerin derinliklerine inip yöntem geliştirebileceğimiz ilk kaynaklar var. Başvurduğumuz temel kitaplar, kendi dilimizi bulmamız için yol gösteriyor bize.

Okuyucu - yayıncı cephesinin ötesinde, yazarı için ilk kitap başlı başına bir serüven. Kimine göre sabır sınayan, yenilgiyle sonuçlanan bir tutku; kimine göreyse yıldız parlatan. Örneğin, John Kennedy Toole, hayattayken kitabını bir türlü bastıramaz. Yayıncıların kapısını her çaldığında hayır, yanıtını alır. Otuz bir yaşındayken intihar eder. Bir türlü yayımlatamadığı A Confederacy of Dunces, ölümünden on bir yıl sonra basılır. Yayımlandığı sene Pulitzer ödülünü (1981) alır. Çok satanlar listesine girer. Dilimize, Alıklar Birliği başlığıyla Püren Özgören tarafından çevrilen kitap, 2019’da Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanır. Toole’un ilk romanı değildir bu. On altı yaşındayken yazdığı ilk kitabı; The Neon Bible’ı imha eder ama yırtıp attığı sayfaları yaşadığı evin bakıcısı çöpten toplayıp saklar. Bakıcı ölünce de yeğeni bulup açık artırmayla satmayı dener. Serüveni uzun süren kitap, Toole’un ölümünden 20 yıl sonra yayımlanabilir.

Rüştü Onur da hayattayken kitabını göremeyenler arasındadır. Onur’un kısa süren yaşamının ardından yazdıklarını, ölümünden on yıl sonra, Salâh Birsel kitap hâline getirir. Yeditepe, Karşı Yayınları’ndan sonra Sel Yayınları, 2012’de Rüştü Onur başlıklı kitabın tekrar basımını yapar.

Truman Capote’nin gençliğinde yazdığı ilk kitap; Summer Crossing, yazıldıktan 50 yıl sonra, Capote'nin ölümünden 20 yıl sonra yayımlandı. Bu kitap dilimize Yaz Çılgınlığı başlığıyla Püren Özgören tarafından çevrilmiş, 2007’de Sel Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Capote’nin yayımlanan ilk kitabı bu değildir ama. Bir yazı dâhisi sayılan sanatçı, sekizdokuz yaşlarında yazmaya başlamış, on yaşında ise ilk ödülünü almıştır. Unutulmaz öyküsü Miriam ’ın ardından yayımlanan ilk romanı Other Voices, İlk kitaplara kuşbakışı İlk kitaplar olmasaydı dilimiz tutulur kalırdı. Neyse ki mitoslardan kutsal kitaplara, destandan tragedyalara, zamanla gelişen türlerin - çeşitlerin derinliklerine inip yöntem geliştirebileceğimiz ilk kaynaklar var. Başvurduğumuz temel kitaplar, kendi dilimizi bulmamız için yol gösteriyor bize Other Rooms yazarın yıldızını parlatmıştır. Ülker İnce’nin çevirdiği Başka Sesler, Başka Odalar kitabını yine Sel Yayınları yayımlamıştır.

Yankı uyandıran ilk kitaplardan biri de J.D. Salinger’ın The Catcher in The Rye’ı. Dergilerde çıkan öykülerinden sonra bu kitap yazarın da yayımlandığı yıllarda okurlarının da yaşamını derinden etkilemiş. Dilimizde ilk kez Gönül Çelen adıyla yayımlanan kitabın çevirmeni Adnan Benk. Önce Cem’de, sonra Can Yayınları’nda yayımlanan romanın adındaki mesafe zamanla kısalmış, sonunda tek bir kelime olmuştur. Teoman’ın Gönülçelen şarkısının ilhamı da bu kitaptır. Romanın Yapı Kredi Yayınları’ndaki adı, Çavdar Tarlasındaki Çocuklar. Çevirmeni, Coşkun Yerli.

Ülkemizde ilk kitabıyla dikkatleri üzerine çeken yazarlar dediğimizde, Orhan Veli’yi, Yusuf Atılgan’ı, Nezihe Meriç’i, Leyla Erbil’i, Oğuz Atay’ı, Firuzan’ı, Ece Ayhan’ı, Latife Tekin’i anmadan geçemeyiz. İlk kitapların serüveni üzerine ciltlerce yazılabilir. Başta sözünü ettiğim arkadaşıma kalırsa, son on yılda ilk kitabıyla merhaba, diyen yazarları - şairleri, özgeçmişleriyle bir araya getirsek tuğla gibi bir kitap çıkabilir ortaya. İyi edebiyatın üretilmesi, konuşulması için bir arka plan oluşturuyor mu, bu durum? Öyle olmalı ki, yazar kadar iyi okurun da yetiştiğini görüyoruz günümüzde.

İlk kitaplarıyla okura merhaba diyen pek çok yazarımızın, şairimizin -farklı dillere çevrilmemiş olsa bile- dünya edebiyatında saygın bir yer edineceğinden kuşkumuz yok. İsimsiz, bu şairlerin başında geliyor. Hayatın içindeki her durumla ilgili bir dizesi var şairin. Şiiriyle, şiir sanatının kaynaklarına iniyor; kişilere, olaylara, durumlara, tarihe bir bütün olarak bakıyor. Şairin mahlası dışındaki adı, portresi gizli. Ne yazık ki, günümüzün yeni okurları, görüntüsü olmadan kişinin var olduğuna ikna olamıyor. Belki de bu yaygın kanı nedeniyle Fil Mezarlığı, sadece has edebiyat okurlarının ilgisini çekiyor. Fil Mezarlığı iki yıl önce yayımlanmıştı. İki yıldan beri şairin yeni şiirlerini Sözcükler Dergisi’nde okuyoruz. Bu şiirlerin yeni kitapta toplanmasını bekliyoruz. Umut ederiz, İsimsiz, Ahmet Arif gibi tek kitapla bırakmaz okurlarını.

İsimlerine dergilerden aşina olduğumuz, kitapları yakın zamanda yayımlanan Gamze Efe, Ekin Kadir Selçuk, Demet Eker, Sena Keskin, Dilek Karaaslan, Doğuş Benli, Eser Kuru öykü yazıyor. Hakan Tabakan, şiirimizin son temsilcilerinden. Her biri, sıradan yaşantıların içinde saklanan gizleri yakalayıp bunu gösterişten uzak, zarif bir dille ifade etme konusunda usta.

Gamze Efe’nin Yine de Bir Şansımız Olmalı adlı kitabındaki öykülerde gizli bilgiler; söylenmemiş olanla söylenemeyenler, kurguda incelikle çözülüp metinlerin omurgası hâline geliyor. Yaşam sahnesinde apaçık karşımızda duran manzaradaki derinlere yöneliyor Efe. Yazarın öykü dili, şiirle arkadaş.

Ekin Kadir Selçuk’un Gençlik Güzel Şey başlıklı kitabı ise roman diline yakın. Bu sadece dilden kaynaklanmıyor. Kitap genel olarak, romanın temel kurgu mantığına göz kırpıyor. Üniversite öğrencileri-akademik çevre ile bu sınırın dışında kalan toplumla arasındaki ilişkileri katman katman işliyor yazar. Selçuk’un genel niyeti, öykülerin hücrelerine sinmiş. Benzetmelerinde, betimlemelerinde bile kitabın genel havasının ruhu var.

Demet Eker, Kırkyama adlı kitabında gerçeğin boyutları arasında gezinen öyküler kuruyor. Somut gerçekliğin karşına üretilmiş gerçekliği yerleştiriyor. Bir süre sonra soyutla somutun birbiri içinde kaynaştığı alanlar yaratıyor. Kişisel hikâyelerde karşılığına bulan fantazyalar, reel dünyanın katılığına karşı bir savunma mekanizması gibi geliştiriliyor kimi zaman.

Sena Keskin’in, Dilek Karaarslan’ın Doğuş Benli’nin, Eser Kuru’nun, Hakan Tabakan’ın kitaplarını önümüzdeki sayıda yazacağım. Bu arada, yazının başında andığım arkadaşım kitapları okumuş olur belki.