Google Play Store
App Store

Klasik Türk Müziği’nin ülkemizdeki önemli temsilcilerinden Dilek Türkan, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Müzik serüvenini anlatan Türkan, “İmkânsızlıklar imkân sahibi yapıyor insanları, ben de onlardan biriyim” dedi.

İmkânsızlıklardan imkân yarattım

Işıl Çalışkan

“Kadife sesli kadın” tanımlaması en çok ona yakışıyor. Klasik Türk müziğinin usta yorumcularından Dilek Türkan’dan söz ediyorum. Kendine has ses rengi ve yorumuyla unutulmaz işlere imza atan Türkan, bu kez Vuslatın Başka Âlem albümüyle dinleyiciyi, Osman Nihat Akın’ın nostaljik dünyasına davet ediyor. Ayvalık’ın huzurlu atmosferinde, eski bir zeytinyağı fabrikasında kaydedilen albüm, hasret ve özlemin en derin duygularını yansıtıyor.

“Bir İhtimal Daha Var” ile açılışı yapan albüm, dinleyenlerin kulağında hoş bir seda bırakarak “Girdim Yârin Bahçesine” ile tamamlanıyor. Türkan’la yeni albümü vesilesiyle müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.

Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Koşuşturmacalı bir dönemindeyim. “Zaten hep koşuşturuluyor” denilebilir ama benim hep böyle geçmiyor. Sakin, kendimle geçirdiğim dönemlerim de vardır. O anlamda biraz fazla haraketli. Biraz Berlin biraz İstanbul yaşantısından da kaynaklanıyor olabilir. Yeni albüm yayınlandı haliyle onun bir yoğunluğu var. Ama bizim yoğunluğumuz albüm yayınlanmadan önce oluyor. Şimdi albümle ilgili sakin bir dönemdeyim. Şimdi tadını çıkarma vakti. Aslında vedalaşmış oluyorum ben. Oradaki süreç önemli benim için, ben vedalaştım şimdi dinleyici buluşuyor onunla.

Dinler misiniz sonradan albümlerinizi?
Tabii ki bir yerlerde duyuyor oluyorum ama açayım albümü dinleyeyim demiyorum galiba. Bazı çok sevdiğim şarkılar oluyor ama onda da tekrar bir yerlerde canlı olarak söylüyorum. Benim için dinlemek değil, benim için söylemek. Sizin hatırınıza geldiğinde yapacağınız şey düğmeye basıp dinlemekse benim hatırıma geldiğindeki eylemim söylemek oluyor. O yüzden dinlemiyorum.

Peki, müziği keşfettiğiniz ilk ânı hatırlıyor musunuz?
O kadar muhteşem bir hafızaya hiçbir zaman sahip olmadım hatta aşırı unutkan biriyimdir. Birçok şeyi tekrar tekrar yaşarken ilk defa yaşıyor gibi oluyorum. Ama ilk fark ettiğim dönemi hatırlıyorum. Gerçekten vuruldum, çok sevdim o dünyayı. Kafamda hemen bir hayal oluştu. Bir anda gittim ve şu anki yaşımı gördüm gibi bir şey oldu. Onu çok net hatırlıyorum. Balıkesir’de yaşıyordum ben, orada abimin gittiği bir koro sayesinde keşfetmiştim. Sıkılınacak bir şehirde doğdum ve büyüdüm ben. O durağanlığın içinde bu çok renkli geldi bana. Renkli bir dünyaya buradan açılabileceğim hevesi geldi, nitekim de öyle oldu. Ağabeyimle aynı okula gidiyorduk, ağabeyimle gidip geldiğimiz için o haftada iki gün bir koroya gidiyordu. Ben de kenarda onu bekliyordum. Başta orada olmak zorunda olduğum için oradaydım sonra dahil oldum. Çok küçüktüm 11 yaşındaydım henüz. Türk Müziği korosuydu. Sevdim ve hayal ettim.

Sonrasında da hiç kopmadınız zaten.
Hiç kopmadım. Kopmam için bir sürü şey oldu.

Mesela?
Ben Konservatuar okumaya Ortaokul’da karar verdim. İlkokula beş buçuk gibi çok erken bir yaşta başlamış biri olarak ilkokul seviyesinde karar verdim. Şüphe yoktu “Acaba mı?” diye hiç düşünmedim. Sonra lise olunca hazırlanmaya başladım. Dediler ki “konservatuarı kazanmak hiç kolay değil.” Benim kafamda o kadar odağım var ki aksine ihtimal bile vermiyorum. Belki o hedeflediğim İstanbul Teknik Üniversitesini kazanamazsam diye düşünüyorum. Muhakkak ki başka bir konservatuarı kazanacağım” Çünkü amacım, gayem belli. O süre içinde babam vefat etti ve orada bütün sistem çöktü. Hastalık dönemi benim bütün lise dönemimi kapsadı. Ve son sınıftayken de maalesef onu kaybetmiş olduk. Öyle olunca gündemler de değişiyor. Ailem de “Bir dur şimdi” diyebilirdi. Böyle bir yaranın ağrısıyla İstanbul gibi bir yere gelmek daha da zor. E bir de ailenin tek bir çalışanı vardı ve o da artık yoktu.

İyi ki de yapmışsınız. 
Kesinlikle öyle, çok memnunum o süreçte yılabilirdim, gücüm olmayabilirdi. Beni daha da güçlendirdi. İmkânsızlıklar imkân sahibi yapıyor insanları, ben de onlardan biriyim.

Klasik Türk Müziği’nin ülkemizdeki önemli temsilcilerinden birisiniz. Geleneksel bir müziği modern dünyada sunmanın güzellikleri ve zorlukları neler?
Eski bir müziğin yeni sürümü diyorum ben buna. Çünkü ben bir dönem müziği yapıyorum. Bu arada sadece o da değil aslında, yaptığım baktığınızda kolay tanımlamak için hep belli kalıplar üzerimize giydiriliyor. Ben buna pek katılmıyorum. Daha geniş bir yerden bakıyorum ve bana da öyle bakılmasını istiyorum. Klasik Türk Müziği değil sadece eski müzik değil, ben yeni şarkılar da yapıyorum. Ama onun haricinde geldiğim yer, yuvam Klasik Türk Müziği. Bugün zaten haliyle Klasik Türk Müziği üretiminde yeni eser yok. Müzik zaten geleneksel bir müzik. Ama onun varyasyonları var. Ben o varyasyonlara bir örneğim. O yüzden yeni üretimler de biraz o eskinin tadında geliyor. Popülerlikten biraz uzak bir anlayışla geliyor.

Sesiniz hep nostaljiyi hatırlatıyor. Ekşi Sözlük’te eski Türk filmlerindeki gibi söylediğiniz yazılmış. Siz ne dersiniz bu yoruma?
Öyle mi kuzum (gülüyor). E tabii öyle çünkü hamurum o. Ata tohumuyla yapılan bir ekmek gibi. Diğerlerine benzemez. Daha emek ister, onu muhafaza etmeniz gerekir. Bakkaldan aldığınız ekmek gibi değildir o. Temiz bir beze sararsınız, poşetle kaldırmazsınız. Alayım da buzluğa atayım dediğiniz ekmeklerden değildir o. Tazecik pişer çıtır çıtır olur. Ekmektir başrolde. Ona göre yemeğinizi hazırlardınız. Bilmiyorum kaldı mı o fırınlar şimdi? Burada üretim olarak bu da çok az. Ama olmalı, az deyip de kenara çekilmemeli. O yüzden yeni bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

Neden az?
Artık az emekle çok iş yapmak üzerine kurulan yeni bir dünyanın içerisindeyiz. Ben bunun asla bir yakarış olarak söylemiyorum. Ben işimin başındayım, zevkle keyifle yapıyorum. Almak isteyen de yok mu? Var. Hatırı sayılır sayıda var. Ama o çoğunluk öyle bir hayat gayesi içinde ki, o azınlıkta olan insanların farkında değiller. Burada güzel bir dünya var. 
 Yeni albümünüz Vuslatın Başka Âlem’de ne tür bir özlem duygusuyla yola çıktınız?
Bir özlem illaki var. Son dönemde çok yoğun olarak hissediyorum. Bu güzel bir duygu. Vuslatın Başka Âlem besteci Osman Nihat Akın’nın bir eserinin sözünden yola çıkarak ismini verdi. Osman Nihat Akın da bugün unutulmaya başlanmış isimlerden biri. Onun yaşadığı dönem aslında bu benim yaptığım geleneksel müziğin üretimlerinin yoğun olarak yaşandığı son dönem. O da unutmamamız gereken bir müzik tarzı. Çünkü onun şarkıları demek İstanbul demek. Bir dönemin kahvesi, profiterolcüsü, restoranı, meyhanesi bunların hepsi demek. Bu kültürden uzaklaşmaya başladığımızda tabii ki isimler de hafızamızdan gitmeye başlıyor. Gitmemeli bence. Bizim biraz bu duyguları hatırlamamızda fayda var. Çünkü o şarkıların dili, melodileri çok güzel. O yüzden ben bir hatırlatma yapmak istedim, oradaki temsilci de Osman Nihat Akın oldu.

Ayvalık’ta eski bir zeytinyağı fabrikasında kaydetmişsiniz albümü. Bir tarihin içinde şarkıları kaydetmek nasıl bir tecrübeydi?
Orada bir oluşum var Anatolian Arts diye. Eski zeytinyağı fabrikası şu an bir müzik fabrikasına dönüşmüş durumda. Orada birtakım kayıtlar yapılıyor. Orada bir sistem var. Ben de onun içine dahil olmuş oldum. Aslında amacım oraya girerken gençleri bir albüm tecrübesinin içerisine sağlıklı bir yerden sokmaktı. Sonra birden ben kendimi stüdyonun içerisinde müzik yaparken buldum. Müzik yapmak için çok uygun bir ortam. Her şeyden uzak, çok huzurluyduk. Yaklaşık bir hafta kayıt yaptık sonra da döndük. Tam pandeminin bittiği bir dönemdi. Bize çok iyi geldi, şifalandırdı. Sonra araya başka başka şeyler girdi. Ancak yayınlandı.
Tamamı bu akşam saat 20.00’de BirGün TV’de yayınlanan Işıl Işıl Sahne’de.