Google Play Store
App Store
İmparatorluk çökerken: NATO yeni felaketler çağını açıyor

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Washington’da yapılan NATO zirvesi Türkiye’nin yakın geleceğine de önemli etkilerde bulunacak bir savaş zirvesi olarak gerçekleşti. Zirvenin sonuç bildirisinin ağırlık noktasını Rusya ve Çin’e karşı yürütülecek askerî mücadele oluşturdu.

Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı yürütülen savaşın askerî yığınağın yoğunlaştırılması ve süreç içinde NATO’nun doğrudan müdahalesine açık biçimde genişletilmesi zirvenin merkezine oturdu.

Son dönemde bir dolaylı tehdit olarak değerlendirilmeye başlanan Çin, bu metinde Rusya ile birlikte net bir hedef olarak saptandı. ABD’nin 2026’dan itibaren Almanya’da askerî varlığını artırması, NATO üyesi ülkelerin silahlanmaya hız vermesi ile düşünüldüğünde önümüzdeki on yılları etkileyecek bir savaş kampının kurulduğunu söylemek mümkün.

Bu da hegemonyası zayıflayan ABD’nin, NATO ve Batı ittifakını canlandırarak Çin’i kuşatma siyasetinin bir halkası olarak öne çıkıyor. Ukrayna’da açılan cephe ile kurulan yeni savaş hattı, Ortadoğu ve Asya-Pasifik’e uzanacak yeni cephelere derinleştirilmeye çalışılıyor. Türkiye ise bu yeni savaş cephesi için hem Ukrayna hem Ortadoğu için bir askerî üs ve Avrupa için bir tampon bölge olarak konumlandırılıyor.

ÇÖKÜŞÜN İŞARETLERİ

Bu kararlar her şeyden önce emperyalist-kapitalist sistemin sürdürülemez noktaya doğru gelerek çöküşe sürüklendiğinin yeni bir göstergesidir.

2000’lere gelirken küreselleşme ile birlikte sınırların ortadan kalktığı özgür yeni bir dünya vaat ediliyordu. Elbette, sermayenin bütün alanlara ve ülkelere nüfuz etmesi anlamına gelen küreselleşmenin kendisi savaş ve işgallerden bağımsız ilerlemedi. ABD’nin tek kutuplu bir dünyanın merkez gücü olarak darbelerden işgallere kadar her yola başvurarak sürdürdüğü hâkimiyeti, adım adım bir çöküş sürecine girdi.

Bu noktada üç kriz noktası çöküş sürecinin belirleyicisi olarak öne çıktı. Reel sosyalizmin yenilgisi kapitalizme ideolojik bir üstünlük kazandırmış, demokrasi, özgürlük ve refah söylemleri etrafında hegemonyasını tesis etmesine imkân vermişti. Ekonomik ve sosyal krizlerin derinleşmesi, temsilî demokrasi mekanizmalarıyla birlikte yargının ve kurumların çürümesiyle başlayan süreç kapitalizmin ideolojik hegemonyasına son verdi. 2008 sonrasında kapitalizmi yenileme, daha adil ve demokratik bir sistem oluşturma iddiasıyla ortalığa atılan tüm tezler hızla buharlaştı.

İkinci olarak ABD tek süper güç olarak imparatorluğunu ilan ederken, askerî gücüyle birlikte IMF ve Dünya Bankası başta olmak üzere bir dizi düzenleyici kurumla kapitalist sistemin genelini de kontrol altında tutmaya başarıyordu. Kriz sonrasında bu kurumların tümü çökerken, yerine yenisi koyulamadı. Kapitalistler arasındaki rekabetin de keskinleşmesiyle birlikte oluşan çatlaklar derinleşmeye devam ediyor. Bu noktada en önemli gelişme ise yükselen Çin ekonomisinin emperyalist-kapitalist sistemde özellikle ekonomik ağırlığının artmasıyla çok kutuplu bir dünya düzenine geçiş oldu.

Bu çöküşün bir parçası da derin yoksulluk ve adaletsizlik karşısında, yeni bir düzen arayışında olan kitlelerin artan memnuniyetsizlikleri, halk isyan ve direniş dinamiklerinin öne çıkması oldu.

DİZGİNLERİNDEN BOŞANMIŞ BİR SAVAŞ

Toplumları bir arada tutacak ve onları ikna edecek bir gelecek tasarımı parçalanmış olan ABD, bu çöküş sürecini saf yıkıcı bir güçle yönetmekten başka bir çıkış yolu ortaya koyamıyor.

Ortadoğu’da Irak’tan Libya ve Suriye’ye kadar tüm ülkeler param parça edilmesi, İsrail’in süren vahşeti… Latin Amerika’da darbe ve darbe girişimleriyle alternatif olabilecek arayışların boğulması… Ukrayna’nın Rusya ile savaş için harap edilmesi bunun sonuçları…

ABD son dönemde Ukrayna üzerinden, Batı kapitalist bloğu içindeki çelişkileri de bertaraf etmeye çalışıyor. NATO zirvesi bu anlamda da önemli bir adım olduğu gibi, aynı zamanda savaşın uzun süreli ve çok boyutlu hale getirileceğinin bir göstergesi. Bu her şeyden önce kapitalist sistemin ayakta kalabilmek adına artık daha fazla askerîlermiş buna paralel olarak da daha otoriter biçimler alacağını ortaya koyuyor. Bu tür büyük krizin tetiklediği paylaşım savaşının alacağı bu yeni biçimler Rusya ve Çin hattına karşı askerî olduğu kadar ekonomik bir koruma duvarını da gündeme getiriyor…

Keza Çin’e karşı Pasifik’te çok uluslu bir askerî yığınak tahkim ediliyor. Şu anda ABD savaş donanmasının üçte ikisinden fazlası, herhangi bir savaş ya da açık çatışmanın olmadığı Pasifik okyanusunda, Çin’e karşı hizalandı. Japonya, Güney Kore, Avustralya, Britanya ve Kanada ile birden fazla yeni askerî işbirliği anlaşmaları yapıldı. Pasifik NATO’su diye adlandırılan bu anlaşmaların tamamının hedefinde Çin var. Bu da emperyalizmin geriledikçe askerîleşme ve yıkıcılaşma stratejisinin en trajik örneklerinden biri. Bu ülkelerin hiçbirinin Çin ile açık bir çatışması bulunmuyor. ABD’nin Çin’i askerî bir hamleye çekmek için elindeki tek koz Tayvan. Burayı Pasifik’in Ukrayna’sına çevirerek Çin’i de Rusya gibi savaşa çekme stratejisi güdülüyor.

Çin bu çağrıya karşılık vermeyecek olsa bile, ABD’nin yürüttüğü ekonomik savaş bunaltıcı bir noktaya geldi. Şunu da belirtmek gerekir ki bugün Çin’i ekonomik olarak dizginleme girişimi, aslında neoliberal dönemde ABD’nin bizzat uygulamaya koyduğu stratejiden geri dönme çabası. Çin’in bugün sahip olduğu ekonomik gücün, ABD’yi tedirgin edecek noktaya gelmesi ’70’ler itibariyle üretimin merkezden çevre ülkeleri kaydırılma stratejisinin en önemli sonuçlarından biri. O dönemde neoliberal çağ da Şili darbesiyle açılmış, Türkiye’den Latin Amerika ve Uzak Asya’ya darbe ve katliamlarla ancak uygulamaya konabilmişti. Şimdi de bu sistemden geri dönüş için, yeni bir savaş stratejisi gündemde, merkezinde ise yine NATO bulunuyor.

Buna karşın bu askerîleşme eğilimleri aynı zamanda bütün insanlığı da tehdit edecek bir nükleer savaşı da yeniden gündeme getiriyor. Ukrayna’da askerî yığınakların artırılmasına ilişkin Putin’in yakın zamanda yaptığı açıklama da buna işaret ediyor. Putin. “Nedendir bilinmez, Batı, Rusya’nın nükleer silahları asla kullanmayacağını sanıyor. Halbuki bizim bir nükleer doktrinimiz var. Buna göre hükümranlığımız ve sınırlarımızın dokunulmazlığı tehdit edilirse bütün olanakları kullanmamız mümkündür. Bu seçenek hafife alınmamalı. Avrupa’da ve ABD’de sözü edilen uzun menzilli silahların üreticilerini ve bu silahların Rusya’daki hedeflerini programlayanları vurmaya hazırız” sözleriyle Putin de savaşın nerelere uzanabileceğini gösteriyor. Bugün belli dengeler içinde ilerleyen bu savaşın giderek dizginlerinden boşanmış bir çılgınlığa dönüşmesinin önünde şimdilik bir engel yok.

ABD faşist bir yalancı olduğunu herkesin bildiği Trump’la, adını bile karıştıran Biden arasında bir seçime gidiyor… Putin, on yıllardır her tür baskı ve zorbalıkla iktidarını sürdürürken, Avrupa’da neo-faşist hareketlerin de etkisi altında silahlanmaya hız veriliyor…

ANTİ-EMPERYALİST BARIŞ SİYASETİ

Fransa’da Yeni Halk Cephesi’nin seçim başarısı yeni bir umut kapası aralasa da bu yolda alınacak çok mesafeler olduğu da ortada.

Solda uzun zamandır süren ideolojik bulanıklıktan doğan parçalanma ve güç kayıpları halen aşılabilmiş değil. Avrupa solunun, Fransa’daki Halk Cephesi’nin de NATO’nun yeni savaş siyasetlerine karşı ortak bir duruş gösterip gösteremeyeceği dahi bir zaaf olarak orta durmaya devam ediyor.

Bu zaaflara rağmen, Avrupa’da ve her yerde kapitalizme ve onun acımasız savaşlarına karşı gelişen direnişler bu yıkımların durdurabileceğinin en önemli güvencesi olarak gelişiyor. ABD’de üniversite kampüslerinde Filistin halkı için gösterilen ilerici direniş, ABD ve İsrail’in savaş politikasında onarılmaz gedikler açıyor. Avrupa sokaklarında toplananlar Rusya savaşına ve onun yarattığı büyük ekonomik krize karşı seslerini yükseltmeye devam ediyor. Bu işaretleri çoğaltmak, her yerde anti-emperyalist bir barış mücadelesiyle birlikte çürüyen sisteme karşı birleşik devrimci alternatifleri yaratmak için mücadele ederek sosyalizmin tarihsel bir döneminin yıkımıyla başlayan kâbusa son verebiliriz.