İmtihandayız hepimiz
Dini inanç sahiplerinin sık sık kendilerine ve etrafındakilere tekrarladıkları lâflardan biridir:
“Hayat bir imtihandır…”
Onlara göre bu lâfın anlamı, bir insanın yaşam süresince yaptığı iyi ya da kötü işler üzerinden aldığı iyi ya da kötü notlarla, “öteki dünyada” göreceği muameleyi hep hesap ederek yaşamasıdır.
Oysa ki gerçek “imtihan” bu dünyada ve gerçek hayatta verilmekte. Burada yaşarken yaptıklarımız ve yapmadıklarımız, hem kendi yaşamımızı hem de başkalarının yaşamını bire bir etkiler. “Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız” derken de, haksızlıklara, kötülüklere, vicdansızlıklara, adaletsizliklere, sömürüye, soyguna, karşı ne denli ses çıkarabildiğimiz ve ne denli onurlu birer birey, ne düzeyde onurlu bir toplum olabildiğimizle ilgilidir.
Emperyalist - kapitalist sistemin yerel bir aparatı konumunda, hem uluslararası hem de yerel sermayenin hizmetine kendini adamış bugünkü siyasi iktidarın, 22 senedir emekçi halka revâ gördüğü muameleye karşı ne denli direnebildiğimiz ve sesimizi ne kadar güçlü çıkarabildiğimiz konusu, bence tartışmaya açık değildir. Çok kötü notlar aldığımız bir imtihanlar dizisi olduğunu kabul etmeliyiz.
Bu gerçeği görelim artık. Göremezsek, bu “görememenin” sonucu olarak da kırık notlarımızın sayısının daha da artacağını bilmeliyiz. 24 Aralık Salı günü iktidarın alelalece açıkladığı ve sermayedarlarla birlikte saptayıp utanmazca suratımıza okuduğu “asgari ücret hükmü”, bu anlamda bizler için yeni ve tarihi bir zorlu bir imtihan olarak algılanmalıdır.
Kabul edelim ki, sendikalarıyla, siyasi partileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, kendi çaplarında tek tek belli düzeyde bir mücadele vermeye çalıştığına inanılan tüm demokrasi güçleri de, işin bu noktaya gelmesinde sorumluluk sahibidirler. Birkaç yüz üyesi olan dernek ve kuruluşlardan tutun da, seçimlerde milyonlarca oy almayı başarabilen siyasi partilerimiz de, bugüne kadar etkili olamadıkları için, rejimin neredeyse “tek kale maç” yapmasının önünü açmıştır.
Hani futbolda, “tarihi skor – tarihi hezimet” diye anılan 7-0, 8-0, 9-0’lık maç sonuçları vardır ya… Hiç kimse kusura bakmasın ama, son 22 yılda, emekçi halkın kalesinde bu denli ağır bir “gol yükü” oluşmuştur.
En ağır yenilgilerimizden biri de, hiç kuşkusuz 2017 referandumunda “Şahsım rejimi”nin tesis edilip uygulamaya geçirilmesine karşı duramamak şeklinde yaşanmıştır. Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği o günkü maçın ağır skoru, bugün bile peşimizden kovalamaktadır.
Bugün gelinen noktada, sermayenin utanmazca kayırıldığı, gelir dağılımı edepsizliğinin artık müstehcen noktalara ulaştığı, açlığın toplumun “iktidara yakın olmayan ve oradan beslenmeyen” tüm kesimlerine sirayet ettiği, buna karşı sesini çıkaranın adeta “vatan haini” ilan edildiği bir ülkeye dönüştü Türkiye. Çünkü sesler örgütsüz çıktı hep.
Bu nedenle, yeni asgari ücretin miktarı, hesaplanma yöntemi, yeterli olup olmadığı, bununla kaç simit kaç bardak çay alınabileceği, enflasyonla karşılaştırılması, faizin ne olduğu, kurun nereye çıktığı, dış borcun kaç yüz milyar dolara vardığı gibi matematiksel büyüklükleri bırakıp, asıl ne yapmak gerektiğine odaklanmanın zamanıdır.
Tarihin öyle bir yerinde, öyle bir dönemecinde duruyoruz ki, artık matematikle, cebirle, geometriyle, entegral, diferansiyel, logaritma hesaplarıyla filan yitirilecek bir tek saniyemiz kalmamıştır.
Emeğin onurunu korumak, sermayeye bedeli ne olursa olsun artık haddini bildirmek, sermayenin hizmetkarı olduğu tescillenmiş siyasi iktidara hak ettiği cevabı vermek için ayağa kalkmanın tam zamanıdır.
Dünya emek direnişi tarihi bize defalarca göstermiştir ki, bu cevabın verilmesi için vakit hiçbir zaman geç değildir.
Ve “Gün bugün değilse ne zamandır?” sorusunu kendimize yüksek sesle sormanın gereğini kavramalıyız artık.
Türkiye’nin en eski, en büyük ve en yaygın, en köklü siyasi örgütü Cumhuriyet Halk Partisi ve onun genel başkanı da bu imtihanın gerekliliğini yavaş yavaş algılama noktasına doğru yol almaktadır. Diğer muhalif siyasi oluşumların, soldaki tüm devrimci ve vatansever örgütlenmelerin, parti, dernek, sendika, STK kim olursa olsun, güçlerini birleştirmek için hiçbir koşul öne sürmeden kol kola girmesinin zamanıdır.
Artık genel grevin de bir araç olarak masaya getirileceği her türlü direniş formülünü konuşmak lazımdır.
Bu bağlamda, CHP’nin 28 Aralık Cumartesi günü (yarın) Ankara’da Tandoğan’da yapacağı toplantıda çıkacak sesin eski tabirle “Çin-ü Maçin’den duyulacak” yükseklikte olması çok önemlidir.
CHP ve katılan tüm güçler, yarın Tandoğan Meydanı’nı değil, Ankara’nın tüm meydanlarını, cadde ve sokaklarını hıncahınç doldurmalı, hattâ simültane olarak İstanbul ve İzmir başta olmak üzere ezilen ve artık zincirlerinden başka yitirecek bir şeyleri kalmayan emekçiler, ülkenin dört bir yanında tüm meydanlara akın etmelidir.
Halk, bu “tarihi imtihanın” büyüklüğünü kavradığını göstermeli, eline tencereyi tavayı alıp, sömürgenlerin yüzlerine tükürmek üzere “Artık Yeter!” diyerek yeri göğü inletmelidir.
Mesele artık 22,000 küsur TL meselesi olmaktan çıkmış, bir hayasızca akının durdurulması için, göğüslerimizi siper etmenin gerekliliği meselesine dönüşmüştür.
Emeklilerin ve kamu emekçilerinin aylıklarına yapılacak zammın, asgari ücretin de altında kalacağına dair haberler gelirken, sermayeye yönelik teşvik ve veri muafiyetleri, vergi afları, ballı ihale dağıtımları da bir yandan ahlaksızca devam etmektedir.
Sermaye ve onun kucağındaki siyasi iktidar, hayatında unutamayacağı bir “desibel gücü” ile, sesimizi duymalıdır.
O zaman, bu imtihanın ilk adımı olarak HAYDİ AYAĞA!