Google Play Store
App Store

Çalışma Bakanı Vedat Işıkhan geçtiğimiz günlerde şöyle konuştu:

“Sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliğini sağlamak, finansal koşulları desteklemek önemli. Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde tasarruf tedbirlerine doğru bir gidişat var. Tasarrufu nereden sağlayacaksınız? Sosyal yardımlardan, emekliler ve asgari ücretlilerden keseceksiniz ki bütçenizi dengeleyebilesiniz.”

Bu cümle, kulağa teknik bir açıklama gibi gelebilir ama aslında tek bir şey söylüyor: Sosyal güvenlik harcamalarını kısacağız. “Sürdürülebilirlik” yaftasıyla süslenen bu yaklaşım, Türkiye’nin son yıllarda adım adım uyguladığı politikaların devamı. Yani aslında “yeni” değil, sadece daha açık ifade edilmiş bir tercihin ilanı.

Bir an için Bakan’ın anlattığı “tasarruf” hikâyesine inanalım:

Sanki bütçe açığının sebebi yıllardır inşa edilen saraylar, yandaşa ihaleler, garanti ödemeleri, vergi afları değil de yaşlıların, emeklilerin, asgari ücretlilerin kısıtlı gelirleriymiş. Bu ironik tabloya bakınca, “sürdürülebilirlik” kelimesi de, “tasarruf” kelimesi de başka bir anlam kazanıyor: Sürdürülen şey yoksulluk, tasarruf edilen ise adalet.

Türkiye’de 2016’da emeklilerin nüfus içindeki payı yüzde 14 iken bu oran 2024’te yüzde 18,5’e yükseldi. Ama aynı dönemde toplam emekli aylık ödemelerinin millî gelire oranı geriledi. Yani “yük” olarak gösterilen emeklinin payı zaten küçültülmüş. Bugün ise Bakan açıkça “daha da küçülteceğiz” diyor. “Mali disiplin” diye sunulan bu adımların, aslında uzun süredir süren bir kesinti politikasının yeni halkası olduğunu görmek gerekiyor. Bu, hakların budanmasıdır, başka bir şey değil. Ama bunu “reform” veya “uyum” diye yutturmaya çalışıyorlar.

65 yaş üstünde 2,6 milyon insan yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında. Son üç yılda bu risk altındaki yaşlı nüfus 1 milyondan fazla arttı. Yani, “tasarruf” politikası işe yarıyor: Yoksulluk gerçekten “sürdürülebilir” hale geliyor!

Bu ironiyi bir kenara bırakıp tabloya ciddi bakalım:

Ömrünü çalışarak geçirmiş insanlar, yaşlılıkta açlık ve dışlanmayla sınanıyor. Gelirleri zaten açlık sınırının altındayken, şimdi bu gelirlerin de kısılması, “bütçe dengesi” uğruna daha derin yoksulluğa mahkûm etmek demek. Bu tablo sürpriz değil; bugüne dek izlenen siyasetlerin beklenen sonucudur.

Bir ülkede hangi kalemden tasarruf edeceğiniz teknik değil, siyasi bir tercihtir. Türkiye’de kamu kaynaklarının yıllardır nasıl harcandığını biliyoruz: kamu-özel işbirliği garantilerine, faiz yüküne, vergi aflarına… Ama sıra sosyal güvenlik harcamalarına gelince akıllarına ilk gelen “tasarruf etmek lazım” oluyor.

Gerçekten bütçe açığını kapatmak istiyorsanız, yüksek gelir ve servet gruplarını vergilendirmek, vergi adaletini sağlamak, kamu kaynaklarını israfa giden kanallardan çekmek zorundasınız. Ama bu “zor” yol yerine “kolay” olan seçiliyor, emeklinin, asgari ücretlinin sırtına yük bindiriliyor. Bu, AKP’nin yıllardır izlediği yönelimin bir devamı: zengini koruyan, çalışanı ve emekliyi yük altına sokan bir çizgi.

Bu nedenle “sürdürülebilirlik” kelimesi teknik değil, ideolojik bir kelimeye dönüşüyor. Kimin refahı sürdürülecek, kimin yoksulluğu sürdürülecek, asıl mesele bu.

Bakan’ın Almanya ve İngiltere örneği kulağa hoş geliyor. “Bakın Avrupa’da da tasarruf var” diyerek politikaya meşruiyet sağlanmaya çalışılıyor. Ama bu ülkelerde sosyal güvenlik sistemleri Türkiye’nin fersah fersah ilerisinde. Güçlü sosyal hizmet ağları var. Emekli maaşlarının reel değeri korunuyor, yoksulluğu azaltıcı önlemler devrede.

Bizde ise zaten cılız olan sosyal harcamalar budanarak “Avrupa gibi” olduğumuzu sanıyoruz. Yani sadece “tasarruf” kısmı alınmış, sosyal devlet kısmı unutulmuş. Böylece Avrupa örneği, gerçekte var olmayan bir benzerlik yaratmak için kullanılıyor.

Bakan’ın açıklaması bir mali disiplin reçetesi değil, toplumsal bir yıkım planının ilanıdır. Emeklilerin ve asgari ücretlilerin zaten erimiş olan gelirlerini daha da azaltmak, yoksulluğu ve sosyal dışlanmayı derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmaz.

Bu yoksulluk tesadüf değil; AKP’nin siyasi tercihlerinin bir ürünüdür. Yirmi yılı aşkın süredir kamu kaynaklarını hoyratça kullanan, vergi adaletini tesis etmeyen bir iktidarın “tasarruf” söylemi, aslında zayıflardan kısarak güçlüleri koruma politikasıdır.

Gerçek mali sürdürülebilirlik ise ancak toplumsal adaletle mümkündür. Emeklilerin ve asgari ücretlilerin lokmasını küçülterek değil, vergi adaletini sağlayarak, kamu kaynaklarını yoksulluğu azaltmaya ve sosyal güvenliği güçlendirmeye yönelterek olur. Aksi takdirde “tasarruf” diye pazarlanan her yeni tedbir, Türkiye’de eşitsizliği ve yoksulluğu daha da “sürdürülebilir” hale getirecektir.