Pir Sultan Abdal taa 16. yüzyılda Osmanlı döneminde söylemişti; “Demiri, demirle dövdüler; Biri sıcak, biri soğuktu… İnsanı, insanla kırdılar; Biri aç, biri toktu.”  Bu sözler günümüz Türkiye’sinde yaşananları en yalın şekilde anlatıyor. İnsanı insanla sadece fiziki değil, kültürel, düşünsel ve ruhsal olarak da kırdırıyorlar. Son olarak, Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi bu kırdırmanın devamıdır. Bu […]

“İnsanı insanla kırdılar” -1

Pir Sultan Abdal taa 16. yüzyılda Osmanlı döneminde söylemişti;

“Demiri, demirle dövdüler;

Biri sıcak, biri soğuktu…

İnsanı, insanla kırdılar;

Biri aç, biri toktu.” 

Bu sözler günümüz Türkiye’sinde yaşananları en yalın şekilde anlatıyor.

İnsanı insanla sadece fiziki değil, kültürel, düşünsel ve ruhsal olarak da kırdırıyorlar. Son olarak, Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi bu kırdırmanın devamıdır.

Bu linç kültürünü örtbas etmeye çalışanlar “üç beş kendini bilmez genç işi” olarak küçümsüyor. Linç değil, protesto diyerek şirinleştiriyorlar.

Oysa “tahrik edilmiş” mazeretiyle izah edilen tüm bu linç ve olayların ortak özelliği, siyasal mühendisliği olan tertip olmasıdır. Yani kendiliğinden değil, organize bir linç saldırısıdır. Arkadaki siyasal mühendislik, her daim gizli bırakılmaya çalışılır. Etnik ve dini temelli “milli galeyan”ların haklılığını izah eden açıklamalar yapılır. Türkiye psikolojik ve toplumsal tahrik mühendisliğine dayalı projelerin sık sık uygulandığı ülkedir.

İnsanı insanla kırdıran zihniyetin ve linç kültürünün arkasında, güç ve iktidarı koruma hırsları ve siyasal mühendislik yatar.

Türkiye insanı, bu toprakların siyasal tarihinde topluma ve demokrasiye yönelik, birçok siyasi linçlere tanıktır. Kılıçdaroğlu’na yönelik linç de, aynı zamanda toplumun hak, hukuk, adalet ve demokrasi talebine yöneliktir.

Şehit cenazelerini, bozkurt işareti ve tekbirlerle iktidar blokunun siyasal söylemleri ile istismar edenler, bu kez cenazeyi linç girişimi alanına dönüştürdüler.

Türkiye, Kılıçdaroğlu’na vuran ellere, nefret söylemine ve ekranlara düşen bu görüntülere yabancı değildir.

Sivas’ta “yak ula yak” diyerek 35 insan yakan gerici güruhun karanlık yüzü ile Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evin önünde “yakın o evi yakın” daveti çıkaran gerici güruhta, aynı karanlık yüzü görmüştür.

Yaklaşık iki saat boyunca evde esir kalan Kılıçdaroğlu’na yönelik taşlı ve şiddet sözlü saldırı yapılıyor. “Evi yakın” deniliyor, makam arabası taşlarla parçalanıyor, ama buna karşılık güvenlik güçleri tek linççiyi gözaltına almıyor. Kalabalık linç güruhunu dağıtmıyorlar.

Esasen ülkeyi kaosa sürükleyecek, linç girişimi adım adım geliyorum diyordu. Seçim öncesi iktidar blokunun sığındığı çatışma dili, nefret söylemi, Millet İttifakı’nı şeytanlaştırıcı, düşmanlaştırıcı siyaseti bu süreci beslemiştir.

Dolaysıyla Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi aynı zamanda, sonuçları halen hazmedilmemiş 31 Mart seçiminin iptal edilmesine yönelik girişimlerin de uzantısıdır.

Türkiye demokrasi, adalet, hukuk ve laiklik karşıtı bu güruhu, kin ve nefret üreten siyaset dilinden, yandaş paçavra medyasının attığı manşetlerinden tanıyor. 

Türkiye bu elleri çok iyi tanıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’na kalkan bu eller dün Madımak otelinde savunmasız 35 insanı yakmak için benzin taşıyordu.

Türkiye bu elleri Maraş’ta tanıyor. Bu eller o gün kırmızı boya ile fırça ile Alevilerin kapılarına kırmızı çarpı atıyor, ertesi gün de ellerine tutuşturulan silahlarla Alevi katliamı gerçekleştiriyordu. 

Türkiye, Kılıçdaroğlu’na kalkan bu elleri Çorum’da Alevi ve solcu gençleri öldüren tetikleri çeken karanlık yüzlerinden tanıyor.

Türkiye, kendisi gibi olmayanlara kalkan bu elleri, Gazi’deki derin tetikçilerin parmak izlerinden, 6-7 Eylül’de Rum ve Ermeni evlerini, kiliselerini ve dükkânlarını yakan, yağmalayan nasırlanmış vicdanlarından tanıyor.

Türkiye bu eli Kerbela’da İmam Hüseyin’i, ailesini, bebeklerini ve yoldaşların aç susuz bırakıp, vahşice katleden Yezid’in zulmünden tanıyor. Bu eller, Muaviye soyuna biat etmeyenlere verilmiş, “katli vacip” fetvaların altındaki kanlı mühürlerden biliyor.

Türkiye’nin toplumsal hafızası ve siyasi tarihi, iktidar erklerinin, bu türden linç saldırıları ve katliamlar karşısında aldıkları “bizim çocuklar” edebiyatına tanıktır. Sivas, Maraş ve Çorum katliamlarında iktidar adına yapılan tüm konuşmalar, katledilenleri değil, katledenlerin sözcülüğüne ve avukatlığına soyunmuştu. 

İktidar blokunun, Kılıçdaroğlu’na yönelik bu gerici ve faşist bir güruhun, planlı ve örgütlü şekilde gerçekleştirdiği linç karşısındaki tutumları da bizi şaşırtmadı.

Milli Savunma Bakanı’nın linççi güruha “değerli kardeşlerim” ve şiddet içeren linç girişimine ise “mesajınızı verdiniz, tepkinizi gösterdiniz” demesi ne kadar manidar ise, hak temelli demokratik tepkilerini gösterenlere biber gazı ve tazyikli su sıkanların, bu organize linç girişimine müdahalede bulunmaması ve tek bir kişiyi gözaltına almaması da o kadar manidardır.

Ankara Valiliği, bu organize linç girişimini, iktidar diline uygun “müessif protesto eylemi’ olarak değerlendirmesine ne demeli?

Daha da vahimi, “4 şehit, 6 yaralı, mutlu musun Ekrem” diye manşet atan paçavra gazetecilik, şiddete davet çıkaran yandaş yayıncılık ve Kılıçdaroğlu için idam sehpası kuran provokasyon gazeteciliğinin payı yok mu?

Bir tür iç savaş çığırtkanlığı yapan tüm bu gazete manşetlerine iktidarın ve yargının “dur” dememesini nasıl yorumlamalıyız?

Bizzat İçişleri Bakanı’nın “CHP il başkanlarını bundan böyle şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin” talimatının ardından, Kılıçdaroğlu ile CHP’li vekillerin, bir şehit cenazesinde linç girişimine uğramasını nasıl okumalıyız?

MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, CHP’nin yüzde 9.83 oy aldığı Çubuk’u kastederek, sanki orası babasının çiftliğiymiş gibi, sanki bir Türkiye vatandaşı buralara gidemezmiş gibi, “O bölgede ne işin var senin?” diye bölücü ve kutuplaştırıcı siyaset tarzı ile, linççilere “milli tahrik olma” hakkı tanıyarak, demiri ateşin üstünde tutuyor.

Tam da böylesi bir süreçte, iki gündür dillere pelesenk olmuş “kızgın demiri soğutmak” sözüne rağmen, Çubuk’taki linç saldırısı ile harlanan ateşin demiri daha da kızgınlaştırılması manidar değil mi?

Yazıma yarın devam edeceğim, Hacı Bektaşi Veli’nin nasihati ile noktalayalım;

“Sevgi muhabbet kaynar yanar ocağımızda

Bülbüller şevke gelir gül açar bağrımızda

Hırslar kinler yok olur aşkla bağrımızda

Aslanlarla ceylanlar dosttur kucağımızda.”