Şataf Abdurrahman köyden komşumuzdu, 70’in üzerindeydi, ama 75 olmadığından eminim. Düğününü, hatta gelinin atla getirildiğini hatırlıyorum. Makbule’nin başından atılan şekerlerden birkaç tane kaptığımı da… Makbule, Abdurrahman’ın eşi; gelin geldiğinden beri oturduğu eşinin babasından kalma kerpiç evde o da öldü. Şataf Abdurrahman, depremde ölen yüz, belki de yüz elli bin kişiden biri. Depremi bu sıra dışı yoksul insan üzerinden anlatmamın nedeni, onun ölüm biçiminin diğer on binlerin ölüm hikayesini anlatıyor olması: Enkazdan sağ kurtulan bir komşusu, yalın ayağına bir papuç, pijamanın üstüne giyecek bir şeyler bulabilir miyim diye yıkıntıların arasında dolaşırken bir ses duymuş.

Bin bir güçlükle Abdurrahman’ın çevresini göbeğine kadar açabilmiş. “Çok üşüdüm, donmak üzereydim; ısınıp kendimi toparlamak, çıkardığımda Abdurrahman amcayı da ısıtmak için çakmak bulmaya giderken ikinci depreme yakalandım. Geldim ki ölmüş, çok da gecikmedim halbuki, donarak öldü. Kurtaramadım!” diyor. Harmanlı’dayız (Gölbaşı), çevrede düzgün duran tek şey, bir tır dolusu pet şişe sudan duvar. Açılmamış, kimi patlamış kutular, paçavraya dönmüş yeni kıyafetler. Bırakıp gidilmiş, dönüp bakan yok. Hayırsever biri makarna göndermiş, yağ da var, belki ketçap da vardır. Olmayan şey mutfak. Bir başka hayırsever elektrikli soba yollamış, ayaklısından, yeni, paketi bile açılmamış. Olmayan şey elektrik Kasaba meydanında itibarı en yüksek nesne sigara… Enkazlar arasındaki boşlukta yanan ateşe bakıyoruz, sigara ile ateşin dumanı birbirine karışıyor. Sessizliği bozuyorum: İsmail, sizde can mkaybı var mı?

“Bizim Mustafa’yı tanırsın, dün gömdük!” diyor. Sekiz-on kişiyiz, tek tek soruyorum, elli üçe geldiğimizde enkaz altındakiler hariç diyor biri. Fadime Bacı da ölmüş, komşuluğumuzu bilen biri söyledi… Nihat’ın da oğlu ölmüş, 12 yaşındaymış. Nihat öğrencimdi, onunla telefonla konuştum, dingindi.

***

Annesini, ablasını ve iki yeğenini kaybetmiş Meryem’e uğradım, Mersin’de; ölülerini görmedim, götürüp bir çukura gömmüşler dedi. Sana ile konuştum; babası Hüseyin ve kardeşi Ali ile ikinci gün komşuların yardımıyla kurtulmuşlar. Annesi ile 11 yaşındaki kardeşi Zeynep’ten dördüncü günün akşamına kadar ses alınabilmiş; yardım iş işten geçtikten sonra gelmiş.

Sena, Mersin Üniversitesinde Fen Bilgisi Öğretmenliği okuyor. Annesini ve kardeşini gömdükten sonra teyzesi onları Mersin’e getirmiş. İyi de etmiş, Sena’nın geldiğini duyan okul arkadaşları cenaze evini kampusa çevirmiş. Felaketi bütün boyutlarıyla yaşamış olan Sena ve 12. sınıf öğrencisi kardeşi Ali’ye arkadaşlarıyla birlikte olmanın oldukça iyi geldiğini gördüm. Onlardaki sükûneti, üniversiteleri kapatan duygusal işlevini yitirmiş yöneticilerin de görmesini isterdim.

***

İnsanların, engelleyemedikleri felaketin sonuçlarını kabullendiklerini, kabullenmeye hazır olduklarını gördüm. Doğaya öfkelenmiyorlar; onları öfkelendiren, önlemi olup da önü alınmayan ölümler. Bunu kalleşçe buluyorlar. Adına devlet dedikleri, kurup çatısına sığındıkları örgütlerinin hazırlıksızlığına, kararsızlığına, beceriksizliğine anlam veremiyorlar; kalleşçe öldürüldüklerini düşünüyorlar.