“İnsanlıktan utandıran” operasyon
Fotoğraf: Evrensel

Yarın 19 Aralık. Adına “Hayata Dönüş” denilen hapishane operasyonunun 22'nci yıldönümü.

Üzerinden geçen yıllar itibarıyla artık daha da az hatırlanan bir katliamın yıldönümü.

Memlekette “huzurlu” bir dönemimiz hiç olmadığından kendi derdimize düştüğümüz her yıl biraz daha unuttuğumuz bir katliam.

Madem öyle, yeri gelmişken hatırlayalım:

Devlet F tipi hapishaneleri inşa etmiş, yeni bir cezaevi rejimine geçiyordu ama bu planı, sosyalist örgütlerce direnişle karşılandı. Açlık grevleri ölüm oruçlarına döndü, tutukluları vazgeçirmek için arabuluculara kapıları açan devlet, kapalı kapılar ardında çoktan operasyon hazırlığını yapmıştı, birlikler emir bekliyordu.

Emir 19 Aralık 2000 sabahı verildi, üçüncü günün sonunda 28 tutuklu ve 2 asker hayatını kaybetmiş, kadın tutukluların bazıları yanmıştı, açlık grevinde olanlara zorla müdahale edilmiş, birçoğu sakat bırakılmıştı. 22 Aralık 2000’de F tipi hapishane rejimi resmen başladı.

Kılıçları keskin oldu

20 yıllık AKP iktidarının ardından, bugünden bakınca hayırla anılan Bülent Ecevit’in DSP’si, operasyon döneminde iktidardaydı.

DSP-MHP-ANAP koalisyonunun Başbakanı Ecevit, operasyonla ilgili “Teröristleri kendi terörlerinden kurtardık” açıklamasını yaptı. Bundan 20 yıl sonra emekli asker Ali Aydın’ın ifadesinden öğrendik ki, operasyon öncesinde de askere desteğini esirgememişti: “Başbakan, operasyonun devletin bekası için zorunlu olduğunu, çağın operasyonu olduğunu söyleyip ‘Kılıcınız keskin olsun’ temennisinde bulundu.”

Ecevit’in temennisi yerini buldu, operasyon devlet açısından “gayet başarılı” geçti.

Bu başarı halen sürüyor çünkü açılan onlarca davada mahkûm edilen kimse olmadı, üst düzey askerler zorlu çabalarla yargılanmaya başlasa da kendilerine verilen tek rahatsızlık, ifade vermelerinden ibaret. Bazıları onu bile yapmadı, duruşmaya çıkmak için kendilerini yeterince güvende hissetmemişlerdi.

Çünkü bu operasyonlar bir partinin, bir zümrenin değil bizzat devletin politikası uyarınca “hayata geçmişti”. Ecevit veya İçişleri Bakanı Sadettin Tantan gibi siyasilerin rolü devleti sonuna kadar desteklemekti, rollerini keskin bir adanmışlıkla oynadılar.

Sadece asker, bürokrat, siyaset değil, MGK’da alınan kararı uygulamada medya da “tek yürek olmuştu”.

12 Eylül'le başladı

Avukat Güçlü Sevimli, mesleğe başladığından beri Hayata Dönüş Operasyonu’yla ilgili açılan davaları takip ediyor. “Hayata Dönüş / Koğuştan Hücrelere” adlı araştırma kitabının genişletilmiş baskısı, Belge Yayınları’ndan çıktı.

Kitabında, operasyonun bu yekpare yapısını şöyle değerlendiriyor: “19 Aralık 2000 ‘Hayata Dönüş’ cezaevi operasyonları, amaçları ve ortaya çıkardıkları sonuçlar açısından bir bütün olarak devletin cezaevleri politikasının bir parçası olarak görünmektedir. Bu politika asıl olarak 12 Eylül 1980 tarihi itibariyle fiilen uygulanagelmiştir. Yaklaşık olarak 42 yıldır sürmekte olan bu politika, her bir cezaevi operasyonunda açıkça görülen, fakat aynı zamanda açıktan da asla dillendirilmeyen bir politikadır. Bu politika ancak gerçek manasıyla anlaşıldığında, “Hayata Dönüş” operasyonlarının ne olduğu ve ne anlama geldiği yerli yerine oturtulabilir. …“Hayata Dönüş” operasyonları başından sonuna kadar tek bir merkezden yönetilen operasyonlardır. Kapsamı ve büyüklüğü itibariyle, öncesinde ciddi bir hazırlığa işaret etmektedir. Bugüne kadarki mevcut cezaevi operasyonlarının göstermelik dahi olsa sahip oldukları hukuki alt yapı, “Hayata Dönüş” operasyonlarında oldukça zayıftır.”

"Askeri görev"

Güçlü Sevimli, operasyonların tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından planlanıp uygulandığını ifade ediyor: “Cezaevi operasyonlarındaki temel hukuki tartışma olan idari görev-adli görev sorunsalı, 'Hayata Dönüş' operasyonlarında çok anlamlı olmamıştır. Operasyonlara bu sefer, 'askeri görev' damgasını vurmuştur. Zira operasyonlar doğrudan Genelkurmay Başkanlığından yönetilip organize edilmiştir.”

Belki de tam bu sebeple yargısal kılıfı uydurmakta da bir telaş göstermemişlerdi. Nitekim açılan davalara baktığımızda, ne askerlerin ne bürokratların bir yaptırımla karşılaştığını görüyoruz.

Operasyonun hukuki durumunu en yakından takip eden hukukçu Güçlü Sevimli, davaları, “Operasyonlar sonrasında ölümler ve yaralanmalarla ilgili olarak etkin bir hukuki soruşturma süreci yaşanmamıştır. Açılan birkaç davanın çoğu da operasyondan sağ olarak kurtulan tutuklu ve hükümlülerin sanık olduğu yargılamalardır. Operasyonlar sonrasında açılan davaların belki de tek olumlu tarafı, operasyonlara ilişkin çeşitli bilgi ve belgelerin ortaya çıkabilmesi olmuştur” diye değerlendiriyor.

Psikoloik harekât emri

Az önce medyanın rolü dedim, onun bile -herhalde operasyona askeri düzen hâkim olduğundan- belgesi vardı.

Avukat Sevimli’nin bahsettiği üzere bu belgeye de, açılan davalardan halen devam edeni, “Tufan” planının uygulandığı Bayrampaşa Cezaevi’yle ilgili Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava dosyasına giren belgeyle vakıf olduk.

Belgenin haberini 2014 yılında yapmıştım, tek bir belgede aslında açılan davaların neden cezasız bırakıldığının, toplumun operasyona “nasıl ikna edildiğinin” ve neden 30 kişinin hayatını kaybettiğinin cevabı vardı. Unutulması normal, 8 yıl geçmiş, kısaca hatırlatayım:

Jandarma Genel Komutanlığı Asayiş Daire Başkanı Albay Ali Aydın ile Ceza ve Tevkifevleri Şube Müdürü Binbaşı Cemal Vural, ölüm oruçlarına başlanan tarih olan 20 Ekim 2000’den yaklaşık bir ay önce (25-30 Eylül 2000) cezaevlerinde inceleme yaparak harekât hazırlığıyla ilgili bir rapor yazdı. (Yani bırakın aydınların tutuklularla görüşmelerini, ölüm oruçları öncesinde bile operasyonun planı hazırdı, zaten F tipi hapishanelerin inşası da bitmişti).

Raporda medya ve yargı ile ilgili “yapılması gerekenler” bölümü de vardı:

“Sivil toplum örgütleri ve medya nezdinde girişimlerde bulunularak kamuoyu yaratılması için psikolojik harekât faaliyetlerine ağırlık verilmelidir.”

“Jandarma personeli müdahalenin kansız neticelenmeyeceği inancında ve görev tamamlandığında yargılanacağı endişesi taşımaktadır.”

“Cezaevlerinde meydana gelen isyanlara müdahalede jandarmanın görev ve yetkileri yeniden düzenlenerek isyancı tutuklu ve hükümlülerin mağdur, devlet otoritesini tesis etmekten başka amacı olmayan jandarmanın ise sanık durumuna düşürülmemesi sağlanmalıdır.”

Plan tıkır tıkır işledi.

Operasyonun ertesi günü ana akım medya, tam da planda emredildiği üzere hazırola geçti. Manşetler askeri kutluyor, ölen veya yaralanan tutukluları suçluyordu.

Sol medya hariç...

Güçlü Sevimli burada bir parantez açıyor: “Medyanın genel tavrı; açlık grevleri ve ölüm oruçları başladığı süreçte olabildiğince objektif konumdayken, operasyonlardan kısa bir süre önceki süreç ile operasyon anında ve sonrasındaki süreçte ise tamamen tersine dönmüştür. Bu noktada sol muhalif medyayı tamamen tenzih etmek gerekir. 'Hayata Dönüş' operasyonlarına ilişkin olarak medyanın genel tavrı, sosyalist ve sol muhalif medya açısından söz konusu değildir.”

Ben de davaları başından beri muhabir olarak takip ediyorum, en aklımda kalan haberi hatırlatarak bu hafıza yolculuğuna son vereyim:

Operasyonlar sırasında 5 kişinin öldüğü Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde infaz koruma memuru olarak çalışan Yıldız Ercan, 14 Mart 2001’de “insanlığımdan utandım” diyerek istifa etmişti. Bu satırları yazdığı mektubu 10 yıl sonra dava dosyasına girdi. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde o dönem jandarmaların yargılandığı davada ortaya çıkan istifa mektubunda şunları yazmıştı:

“1995 yılında göreve başladığımdan bugüne kadar cezaevlerinde özellikle siyasi tutuklu ve hükümlüler üzerinde oynanan oyunlara, işkence ve katliamlara tanık oldum. Bunları ifade edememekten dolayı insanlığımdan utandım. Özellikle 2000 yılında F tipi cezaevi uygulamalarının hayata geçirilmek istenmesiyle yapılan operasyonlar, devletin en kanlı, vahşi ve katliamcı yüzünü ortaya koymuştur. Adalet Bakanlığı’na bağlı Adli Yargı Adalet Komisyonu bünyesinde çalışan bir personel olarak ben ne bu katliamlara göz yumarak sizlerle ortak olmak istiyorum ne de bütün tepkilere rağmen zorla hayata geçirilen F tipi cezaevlerinin (tabutlukların) bir parçası olmak istiyorum. Her şeye rağmen ölüm orucundaki insanların ölümlerine gösterilen duyarsızlığı da anlamakta, kavramakta zorlanıyorum. Duyarlı bir insan olarak burada daha fazla barınamayacağımdan dolayı yedi yıldır yürütmekte olduğum infaz ve koruma memurluğu görevimden istifa ediyorum.”

Bu davada yargılanan jandarmalar, bu ifadelere rağmen beraat etti. Şu anda süren tek dava, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde.

İşimiz hatırlatmak, takip etmeye devam edeceğiz.