Mesele işçi sınıfının eylemini kalıcı örgütlenmelere dönüştürebilmek, onları siyasallaştırabilmektir. Bu nedenle birlik temelinde şekillenen eylemler işçi sınıfının bilincinde dönüşüm için önemli fırsatlar sunmaktadır.

İşçi sınıfı varoluş mücadelesinde!

Türkiye’nin dört bir yanında işçiler, daha iyi bir toplu sözleşme ve ücret artışı talebi ile eylem yapıyor. İşçi sınıfı açısından fabrika işgallerine varan bu eylemlerin önemli bir dinamik olduğu muhakkak.

Aralık ayında dövizde yaşanan türbülansa eşlik eden fahiş fiyat artışları, zaten zamlardan bunalmış halkın, rahatsızlığını artırmış durumdaydı. Bu artışların gündemi içinde asgari ücrete yapılan ve kamuoyuna yüzde 50 olarak lanse edilen zam büyük bir şaşkınlık yarattı. Bu artışı AKP iktidarının seçim yatırımı olarak değerlendirenler bile oldu.

Henüz büyük bir çoğunluk aralık ayı için enflasyonun çift haneli olarak açıklanacağını, yıllık olarak yüzde 36’yı göreceğini, daha doğrusu Türkiye İstatistik Kurumu’nun fiyat artışlarını bu denli yüksek oranlarda açıklayacağını beklemiyordu. Oysa çarşı pazar yangın yeriydi.

Her ne kadar asgari ücrete yapılan zam yüzde 50 olarak sunulsa da asgari ücretteki gerçek artış yüzde 38,9 oldu. Devlet asgari ücretten aldığı vergiyi almaktan vazgeçti. Bu da ücretlere artış gibi yansıdı. Buna rağmen mesela asgari geçim indirimi için avantajı olan evli, eşi çalışmayan, iki çocuklu bir asgari ücretlinin net ücretinde artış, yüzde 43,7’de kaldı.

Asgari ücret artışı o sırada sendikalı işyerlerinde süren toplu sözleşme görüşmelerini de etkiledi. Bunlar içinde öne çıkan görüşmelerden biri metal işverenleri ile sektörde örgütlü olan 3 sendikanın yürüttüğü Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) grup sözleşmesiydi. Sektör, 2010’lu yıllarda DİSK Birleşik Metal İş öncülüğünde yürüyen ciddi mücadelelere tanıklık etti. MESS’in bölünmesi ile sonuçlanan bu mücadele, aynı zamanda on binlerce metal işçisinin Türk-Metal’e tepkisine dönüştü. MESS-Türk Metal Sendikası üzerine kurulan toplu sözleşme düzeni çökmüştü. MESS sözleşmelerde ciddi bir mücadele tarihine yaslanan Birleşik Metal İş’i görmezden gelen çizgisini terk etmek zorunda kalmıştı. Nitekim metal sözleşmesi, yapılan müzakereler sonucunda Birleşik Metal’in örgütlü olduğu işyerlerinin büyük bir çoğunluğunun çizdiği sınır aşıldıktan sonra imzalanabildi. Mart 2021-Eylül 2021 arasındaki dönem üzerinden yapılan ilk 6 aylık artış yüzde 27,44 ile bu dönemki enflasyonun yaklaşık 20 puan üzerinde gerçekleşti. Bunun üzerine ise ikinci altı ay için enflasyon korumalı yüzde 30 artış yapıldı (5 aylık enflasyon yüzde 35’i bulmuş durumda). Yani metal işçisinin eline geçecek zam miktarı şimdiden yıllık yüzde 72 seviyesinde. Şubat ayı enflasyonu son noktayı belirleyecek. Sektördeki bu yüksek artışların, asgari ücret meselesi ile birlikte örgütsüz işyerlerini hareketlendireceği açıktı.

ÜCRET ARTIŞLARI

Bu yüksek ücret artışına karşın, enflasyondaki artış ve kimi sorunların bir sonucu olarak, MESS grubundaki Mersin Çimsataş işçileri, sendika merkezinin onaylamamasına rağmen işgal eylemi gerçekleştirdi. Eylem istenilen neticeyi vermedi. Ancak işçi sınıfında biriken gerilimin göstergelerinden biri oldu. Bu dönemde, bugüne kadar tüm sözleşmelerde referans noktası olan TÜFE verilerinin, çarşı pazardaki enflasyonu yeterince yansıtmadığı konusunda kamuoyunda güçlenen güvensizlik, Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) açıkladığı enflasyon verileri ile TÜİK verileri arasındaki farkında etkisi ile bir başka huzursuzluk kaynağı haline geldi.

Yüksek enflasyon ortamında, zaten yoksullukla baş etmeye çalışan işçilerin, giderek kendilerini ifade edecek eylemlere başvurmaları son derece doğal. Bıçak kemiğe dayanmış durumda.

Bu dinamik, kendini iş bırakma ve işgal eylemlerinde de gösteriyor. Birleşik Metal İş sendikasının yaptığı sözleşmeler kadar sendikanın örgütlenme, ücretler ve işten çıkartmalara karşı gerçekleştirdiği bu kitlesel eylemler dikkat çekiyor. Gaziantep’te özellikle tekstil sektörü üzerinden yükselen bir hareket var. Dijital platformlar üzerinden çalışan kuryeler de (Trendyol, Yemek Sepeti vb.) Türkiye’nin dört bir yanında bir eylemliliğin içindeler. Nakliyat İş’in zaten bu alanda ısrarlı bir örgütlenme çabası var. DGD-Sen üyesi depo işçileri Migros’ta, maden işçileri Divriği’de, liman işçileri Hopa’da önemli eylemlere imza atıyorlar. İstanbul’da çorap sektöründe işçilerin kazanımları ve yaygınlaşan eylemleri heyecan verici. Sayamadığım ve sayısı giderek artan onlarca eylem gündemde.

ASGARİ ÜCRETİN ALIM GÜCÜ

İşçi sınıfındaki bu hareketlenmenin daha büyük bir dalganın öncüsü olduğu açık. Bunun nedenleri biri büyük bir ücret artışı yapıldığı ifade edilen asgari ücretlinin, daha zammını almadan yüksek ürün fiyatları karşısında dibi görmesi. Hem de TÜİK fiyatlarıyla.

Birleşik Metal İşçileri Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM), TÜİK Madde Fiyatları, TÜFE ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri üzerinden yaptığı hesaplamaya göre özellikle gıda ürünlerindeki yüksek artışlar, iki çocuklu eşi çalışmayan bir asgari ücretli için alım gücünü, yapılan zamma rağmen kimi temel harcama kalemlerinde yaklaşık yarı yarıya azaltmış durumda. Asgari ücretlinin alım gücü kaybı kimi temel harcama kalemlerinde ciddi boyutta.

Rapora göre asgari ücret alım gücünü bir önceki yıla göre patateste yüzde 36, tavuk etinde yüzde 26, sütte yüzde 13.4, ekmek ve yumurtada yüzde 10 kaybetti. Eve giren 10 süt ve yumurtadan biri azaldı. Asgari ücretinin, kömür karşısında ise alım gücü kaybı yüzde 42’yi buldu.

Hal böyleyken, asgari ücretlinin bir yıl boyunca olduğu yerde tepkisiz beklemesi mümkün değildir. Bunun yanına asgari ücret kadar bile ücret artışı alamayan kamu çalışanlarını, memurları eklediğinizde, hoşnutsuzluk düzeyi ülke genelinde son derece yüksek. Metal sektörünü ve kimi istisnaları dışarıda tutarsak yıllık ücret artışları asgari ücrete yapılan artışların pek üstüne çıkmıyor. Örneğin BBC grevi sonrasında imzalanan toplu sözleşmeye göre zam oranı yüzde 32 oldu. Pek çok işyerinde asgari ücret, diğer ücretleri yuttu.

Yüksek enflasyon dönemleri işçi sınıfı açısından, gerekli yanıtı üretmediğinde, reel gelirlerinin hızla eridiği, yoksullaşmanın alabildiğine yaşandığı dönemlerdir. 12 Eylül Askeri Darbesi ile reel ücretlerin yüksek enflasyon ortamında bir yılda yarı yarıya azaldığını, işçi sınıfının bu kaybını ancak 1989-1992 bahar eylemleri ile telafi edebildiklerini hatırlamak lazım.

Peki, bu hareket sistem karşıtı bir hareket mi?

Bu soruya işçi sınıfı içindeki kimi eğilimler üzerinden cevap vermek mümkün. İşçi sınıfı içinde genişçe bir kesim, sorunlarının çözümünü sadece işyeri ile sınırlı görür, yaşadığı sıkıntıların sistemle ve iktidarlar ilişkisini kurmaz, kurmak istemez. Tek bir sözleşme ile tüm sıkıntılarının çözülebileceğini düşünür. Tepkiseldir. Radikal söylemlere kolay kapılır. Örgütlülüğe çok fazla inanmaz ama işyeri temelli eylemlerde çok rahat mücadelenin önüne çıkar. Pragmatiktir. Mücadele sona erdiğinde yerine çekilir. Bir sonraki sözleşmeye kadar sendikal süreçlerde yer almaz. Sendikasının siyasetle ilgilenmesini istemez. Muhalif söylemlerden hoşlanmaz.

İşçi sınıfı içindeki bu ana gövde, sol siyasetle mesafeli olmasına rağmen, mücadeleye ihtiyaç duyduğunda hareketin önüne sol kadroları taşımaktan çekinmez.

Solun da bu alana bakışı çok sağlıklı değildir. Bir sendikanın iyi ya da kötü olması, o sendikanın eylemi üzerinden değerlendirilmez, kendi kadrolarının o sendikanın yönetimlerinde olup olmaması üzerinden değerlendirilir. Fabrika önünde direnen üç beş işçi, fabrika içindeki yüzlerce işçinin birliğinden önemlidir. İşçiler ikiye ayrılır, direnenler ve direnmeyenler. Sendikal bir örgütlülüğün hiçbir önemi yoktur. Kendi ilişkileri her şeyin önünde gelir. Bu ilişkiler uğruna sendikal örgütlenme, sendikal disiplin yok sayılır. Kişiler yüceltilir, örgütlü hareket etme iradesi yok sayılır. Oysa işçi sınıfının kahramanlara değil, örgütlü mücadelenin gücünü anlamaya ihtiyacı var.

SENDİKALAR VE SOL

Sendikaların ana gövdesi ise işçi sınıfından kopuk, bürokratik ve hantal yapılardır. Bunların önemli bir kısmı da işveren yanlısı sendikalardır. Örgütlü mücadeleye inanmazlar, işyeri temsilcileri, işyerinde bir çeşit işveren vekilidir. Sendikanın kadroları sadece profesyonellerdir. Sadece üyeleri için pazarlık yapan değil, aynı zamanda onların kendi öz örgütleri olan sendikaları bu kapsamın dışında bırakıyorum.

Bu denklem içinde işçi sınıfının genel eylemi tepkisel, örgütlülüğü uçucu, siyasal bilinci zayıftır. İşçiler kısa vadeli kazanımlarına odaklanır.

Mesele işçi sınıfının eylemini kalıcı örgütlenmelere dönüştürebilmek, onları siyasallaştırabilmektir. Bu nedenle birlik temelinde şekillenen eylemler işçi sınıfının bilincinde dönüşüm için önemli fırsatlar sunmaktadır. Tam da bu noktada demokratik, kitle ve sınıf sendikacılığı temelinde, gücünü işyerlerindeki komitelerden ve kendi örgülü gücünden alan sendikaların rolü kadar, işçi ile bu tip sendikalar arasındaki bağları güçlendiren, sendikaları ele geçirmeyi değil, işçiyi siyasallaştırmayı amaçlayan, sendikaların demokratikleştirilmesi mücadelesi veren sol yapıların varlığı önemlidir. Pek çok sektörde de demokratik bir sendikacılık hareketinin inşası temel bir meseledir.

Türkiye ağır bir ekonomik ve siyasal krizin içinden geçmektedir. Yakın ya da orta vadede bu krizin bir çözülmesi mümkündür. Hiç şüphe yok ki bu çıkışın anahtarı işçi sınıfının yani geniş emekçi kesimlerin elindedir. Artan huzursuzluk bunun ipuçlarını vermektedir.

Kolektif eylem, biz duygusu, öyle güçlüdür bir duygudur ki, önünde ne varsa silip süpürür. Türkiye’de işçi sınıfının önemli bir mücadele birikimi var. Mesele bu mücadele birikimini kalıcı, örgütsel ilişkilere dönüştürebilmektedir.

Dünya gerçek olan ile kopya olanın birbirine karıştığı, algıların kolayca yönlendirilebildiği bir dönemden geçiyor. Bu durum aklıma efsane Blade Runner filmini getiriyor. Filmin 2049 versiyonunda film kahramanı gerçek bir insan mı yoksa imal edilmiş bir replikant mı olduğunu araştırır. Repliklerden biri bence çok anlamlıdır: “Hepimiz gerçek bir şey arıyoruz.” İşçi sınıfı varoluş mücadelesi içinde gerçeğini arıyor.