İşçi Sınıfından Yana Cumhuriyet!

Haydar ÖZDEMİROĞLU*
Cumhuriyet, demokrasi ve barış düşüncelerini bizlerle buluşturan cumhuriyetin kurucu atalarını ve analarını sevgi ve saygı ile anıyoruz. "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz. Bu cümle, hâlâ nasıl da heyecan uyandırıyor, bizler için, yeni nesiller için. “Bizler yapabildiklerimizi yaptık, şimdi sıra sizde! Bırak kederlenmeyi!” diyor sanki; “ancak despotlar kederli bedenler ister” diye düşünüyoruz! Kimsesizlerin kimsesi olan, emeği ile yaşamını sürdüren yüzde 99’ların cumhuriyetini inşa etmek için “düşün, hisset ve harekete geç!” diyor adeta. Cumhuriyetin ikinci yüzyılındayız, 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamaya çok az bir zaman kaldı. Cumhuriyetin 101’inci yılında, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda gönül rahatlığı ile bir ‘kutlama’ yapabiliyor muyuz? Bu esaslı bir soru! Cumhuriyetin kurumları, bırakın gelişmeyi, ciddi bir çöküşle karşı karşıya! Kutlama, geçmişten gelerek bugün, ‘şimdi ve burada’ yanımızda olan, yaşadığımız, yaşattığımız bir şey içindir. Cumhuriyet Bayramı, çocuklar, gençler, yurttaşlar ve emekçi sınıfların çoğu için ancak, tarihin belli bir dilimine duyulan özlem dolu, ancak hüzünlü bir anma halini alabiliyor son on yıllarda.
Cumhuriyet, bugün akrabalık, sınıf ve cemaat ilişkilerine ayrıcalık tanıyarak kimlere hizmet ediyor? Neredeyse tüm nüfusa ulaşabilen iki büyük kamu hizmetinin, eğitimin ve sağlığın, içler acısı halini düşünelim. Yenidoğan bebekler, özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde para kazanma uğruna ölüm yolculuğuna çıkarılırken hâlâ sağlığın özelleştirilmesi savunuluyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından (2016), binin üzerinde özel okul, 15 vakıf üniversitesi kapatılmışken hâlâ eğitimin özelleştirilmesi savunulmuyor mu? Bugün halkın dini duygularını, para için istismar eden vakıf ve dernekler bilimsel, demokratik, laik ve karma eğitimi her gün ihlal ediyorlar. Artık çok daraltılmış anlamıyla, cumhuriyet ve çok dar anlamıyla demokrasi düşüncesini ve pratiğini yaşıyoruz. Düşünmemiz istenmiyor, düşünce ve ifade özgürlüğümüz yok sayılıyor.
Geniş anlamıyla cumhuriyet ve geniş anlamıyla demokrasiye geçişin yollarını daha ciddi biçimde düşünmeliyiz ve eylemeliyiz. Cumhuriyetin açtığı temsil kanallarını, doğrudan demokrasiyle, sosyal, demokratik, laik ve temel insan hakları ve özgürlükleri ve doğaya saygı perspektifiyle doldurulmalıyız. Emekçilerin ve tüm çeşitliliği ile eşitlik ve özgürlük talep eden yurttaşların sosyal ve demokratik cumhuriyetini inşa etmeliyiz.
Kimsesizlerin cumhuriyeti ve demokrasisini yaşama geçirmek mümkün mü? Evet, böyle bir fikri canlanma ve eylem gerçek olabilir! Türkiye’nin bugün en zengin %20’sinin, emekçilerin ürettiği milli gelirin yarısına el koymadığı, eşitlik ve adalet düşüncesine dayalı bir gelir bölüşümü ile cumhuriyet ve demokrasi inşa edilebilir Türkiye’nin, OECD ülkeleri arasında kadına yönelik şiddette birinci sırada olmasını engelleyip, şiddetin yok edildiği bir ülkeyi niçin inşa edemeyelim? OECD ülkeleri arasında Türkiye’nin çocuk yoksulluğunda ikinci sırada yer almadığı, çocuk yoksulluğunun yok edildiği bir ülke olabiliriz. Gençlerin işsiz kalmadığı, Türkiye’den göç etmeyi istemediği, iş cinayetleriyle yaşam hakkının elinden alınmadığı bir ülkeyi uygulamaya geçirebiliriz.
Avrupa ülkeleri gelir eşitsizliği sıralamasında Türkiye’nin birinci sırada yer alan bir ülke olmasından neden kurtulmayalım! Türkiye’de en zengin % 1’lik kesim, gelirin %18,8’ini alıyor, Avrupa ülkeleri ortalamasında bu oran %11,5. Avrupa ülkeleri içinde Türkiye’deki işçilerin en uzun saatler çalışmasına karşın (haftada 44,2 saat), işgücü ücretlerinin milli gelir içindeki payının ancak % 35,8 olduğu bir ülke olmak zorunda değiliz.
İsviçre’de haftalık çalışma süresi 36,2 saat ve işgücü ücretlerinin milli gelirden aldığı pay ise %70,6’dır. Ağır bir emek sömürüsü altında olmayabiliriz. Toplamda 3 milyon 792 bin 340 haneye, çoğu zaman oy karşılığında, düzenli sosyal yardım yapan bir ülke olmayabiliriz, istihdam yaratarak, insan onuruna yaraşır çalışma koşulları oluşturarak. Emekçilerin ağır vergi yükü ve borçluluk altında yaşamak zorunda kalmadığı bir cumhuriyeti inşa edebiliriz. Kıdem tazminatı hakkımıza, İşsizlik Fonu’na göz dikilmediği bir ülke olabiliriz. Her 100 işçiden, sadece 10’unun sendikalaşabildiği, sadece yüzde 7’sinin toplu iş sözleşmesinden yararlanabildiği bir ülke olmak yerine tüm işçilerin sendikalı olduğu ve toplu sözleşmelerden yararlanabildiği, sendikalarına sahip çıktığı bir ülke olabiliriz.
Yurttaşlar ve emekçiler olarak gücümüzün farkında olmalıyız! Birlikte başarabiliriz, başarırız!
* Tez-Koop-İş Sendikası Genel Başkanı