İşçilerin Haziranı: Emek tarihimiz için katkı günümüz mücadelesi için ders
Türkiye işçi sınıfının tarihinden öğrenerek, sahip olduğu eyleme ve dönüştürme kapasitesinin farkına vararak, eleştirel bir sahiplenme içinde sendikalaşarak yarım asırdır kendisine giydirilen deli gömleğini yırtması, tarih sahnesinde yeniden güçlü biçimde yerini alması için Zafer Aydın zengin bir malzeme ve umut sunuyor.

Hakan KOÇAK
Zafer Aydın’ın 15-16 Haziran Direnişi’nin 50. Yılında, 2020’de, yayınladığı İşçilerin Haziran’ı (15- 16 Haziran 1970) adlı kitabı bin sayfalık hacmi ile dikkat çekici bir emek tarihi çalışması olarak beş yıldır okurla buluşuyor. Büyük direnişin yıl dönümünde bu kapsamlı esere dair kimi notlarımızı paylaşarak hem 15-16 Haziran’ın güncelliğini vurgulamak hem de bu değerli araştırmaya saygımızı ifade etmek isteriz.
İşçilerin Haziran’ı cesur bir çalışma. Türkiye işçi hareketi tarihinin zirve noktası kabul edilen; üzerine sürekli söz üretilen ama aynı zamanda, menkıbeler, rivayetler, eksik/yanlış bilgilerle de dolu bir çemberle kuşatılmış böylesi bir olayı her yönüyle ortaya koyacak bir kitaba soyunma cesaret işi. Direnişin öncüsü ve tanığı rahmetli Sırrı Öztürk’ün konu hakkındaki kapsamlı eseri yıllar önce yayınlanmışken bu işe girişmek daha da cesurca bir hamle. Bu cesaretin ardında, Zafer Aydın’ın uzun yıllara yayılan sendikal deneyiminin yanı sıra Paşabahçe, Kavel, Singer, Derby direniş ve grevleri gibi 1960’larda Türkiye işçi hareketinin altın çağının köşe taşları olmuş vakalara dair yayınladığı titiz araştırma kitaplarının yarattığı birikim de var, yazarın özenli ve çalışkan araştırmacı kimliği de.
Bahsi geçen birikim önemli. Zira 15-16 Haziran aslında 1960 başlarına, hatta 1950’lere kadar uzanan işçi hareketi dinamiklerinin bir eseri ve onların birikimli bir sonucu. Nitekim Zafer Aydın da kitabında 15-16 Haziran’ı tam da böyle bir bağlam içine oturtarak çalışmasına derinlik katıyor. Yine yazarın direnişi kendiliğinden veya aniden ortaya çıkan bir olay değil; öncesinde hukuki, siyasi, sendikal boyutlarda örgütlenen, hazırlanan, biriktirilen bir sürecin sonucu olarak ele alışı da kitabı özgün kılıyor.
15-16 Haziran’da ayağa kalkan işçilerin karşı çıktığı yasal düzenlemenin oluşumunda ve gelişiminde Türk-İş’in, CHP’nin ve dönemin iş hukukçusu, sosyal siyasetçi akademik çevrelerinin aldığı tutumların kapsamlı analizi her açıdan son derece öğretici bir tablo sunuyor. Burada yalnızca iki günlük bir işçi eylemi değil Türkiye çalışma ilişkileri alanının dünden bugüne uzanan yapısal sorun alanları, sınıfsal dinamiklerin siyasal alana yansımaları, sendikal hareketimizin tarihsel fay hatları da ortaya konmuş oluyor. Dönemin ana muhalefet partisi olan CHP’nin yasal düzenleme sürecinin farklı evrelerinde yaşadığı tutum değişiklikleri örgütlü sınıf hareketinin siyaset üzerindeki belirleyiciliğini anlayabilmek adına öğretici bir vaka niteliğinde.
Kitabın en güçlü yönlerinden birisi ise Aydın’ın gerçekleştirdiği çok sayıda görüşme ile elde ettiği birikime dayanıyor. Direnişe katılan, öncülük eden, organizasyonunda görev alan çok sayıda işçi ve sendikacının tanıklıklarıyla İstanbul ve Kocaeli caddelerindeki halini bildiğimiz direnişin işyerlerindeki örgütlenme süreçlerine tanık oluyoruz. Bir büyük tarihsel anlatının içine mikro düzeyde fabrikalardan insan öyküleri, işçilerin sınıf deneyimleri yerleşiyor. Türkiye işçi sınıfının bir sınıf olarak tarih sahnesinde yer alışını ortaya koyan sembolik bir büyük eylemin fabrikalarda, işçi mahallelerinde, sendika, parti, dernek lokallerinde biriken bir sınıfsal deneyimin ürünü olarak ele alınması ve zengin tanıklıklarla işlenmesi İşçilerin Haziranı’nı metodolojik açıdan da çok özgün emek tarihi çalışması haline getiriyor. Kitap bu bağlamda işyerlerindeki mücadeleci sendika temsilcilerinin, TİP’li militan işçilerin, işçi sınıfına yönelmiş devrimci öğrencilerin hareketin ortaya çıkışındaki rolünü de; eylemin sıradan işçiler üzerindeki dönüştürücü gücünü de çarpıcı biçimde ortaya koymayı başarıyor.
Kitapta 15-16 Haziran’ın “DİSK’i aşan DİSK’in Eylemi” olarak nitelenmesi nesnel ve olgulara dayalı bir bakışın ürünü olarak kıymetli. Sol ve sendikal tarihimiz içinde, büyük ölçüde dar politik çekişmelerin de yansıması olarak zaman zaman eyleme yakıştırılan “kendiliğinden eylem” nitelemesi çalışmada ortaya konan verilerle geçerliliğini yitiriyor. Öte yandan DİSK’in, kendisinin işçileri temsil kapasitesini ortadan kaldırmaya yönelik olarak ortaya çıkan yasal düzenlemeye karşı baştan itibaren merkezi ve çok boyutlu olarak yürüttüğü kampanyayı izlemek de günümüz sendikal dünyası için de öğretici. Hem ulusal hem de uluslararası düzeyde hukuksal mücadele, baskı grubu olarak siyasi alana müdahale, kamuoyu yaratma gibi faaliyetlerle, işyerlerinde adım adım örülen örgütlü gücün ortaya konduğu bir büyük eylemi birbirini besleyecek biçimde ve eş zamanlı yürütmek dikkate değer. Keza, başta dönemin DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler olmak üzere sendika önderlerinin tabanın gücüne güvenen ve bu gücü ortaya çıkarmaya yönelik cesaret aşılayan güçlü tutumlarını, söylemlerini detaylı biçimde görmek de günümüze paha biçilmez dersler taşıyor.
Zafer Aydın kitabında 15-16 Haziran’ın örgütleyicilerinin beklentilerini de aşan karakterine, işçi hareketinde yarattığı muazzam mirasa hakkını verirken onu romantikleştirmekten de fetişleştirmekten de kaçınıyor. Örneğin 15-16 Haziran’ın aşılamayan bir eylem olduğu iddiasına; sonrasındaki DGM Direnişi, 89 Bahar Eylemleri gibi örnekleri vurgulayarak karşı çıkıyor. Hatta Gezi Eylemleri’ni de bu silsileye ekleyerek Türkiye emekçilerinin varlığını sürdüren eylem ve dönüştürme kapasitesine vurgu yapıyor. Tarihsel devamlılığa dikkat çeken, tarihsel olayların neden-sonuç ilişkisi içinde, içine yerleştiği bağlam içinde değerlendirilmesi adına güzel bir örnek sunmuş oluyor.
15-16 Haziran’ı ortaya çıkartan dinamikler hâlâ işbaşında. Emekçilerin sendikal özgürlüklerini, sendika seçme haklarını tanımayan; barajlar ve yasaklarla örülü bir çalışma ilişkileri düzeni 12 Eylül’ün ana hatlarını belirlediği bir yasal sistem ve AKP’nin oluşturduğu otoriter bir emek rejimi altında Türkiye işçi sınıfının örgütlü bir güce dönüşmesini engelliyor. Bu anlamda İşçilerin Haziran’ı tarihsel bir çalışma olmanın ötesinde güncel de bir tartışma yürütüyor. Türkiye işçi sınıfının tarihinden öğrenerek, sahip olduğu eyleme ve dönüştürme kapasitesinin farkına vararak, eleştirel bir sahiplenme içinde sendikalaşarak yarım asırdır kendisine giydirilen deli gömleğini yırtması, tarih sahnesinde yeniden güçlü biçimde yerini alması için Zafer Aydın zengin bir malzeme ve umut sunmuş oluyor.
15-16 Haziran bize Nâzım’ın eskimeyen dizelerini anımsatıyor:
“dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:
işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet…”
Tarihi yaratanlara da, yazanlara da şükranla…
∗∗∗
İşçilerin Haziranı, 2022 yılı Halit Çelenk Hukuk ödülüne layık görüldü. Kitap ayrıca, Baran Gürsel›in Kocaeli Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi anabilim dalında hazırladığı «Sınıf Çalışmalarında Deneyim Ve Öznelliği İncelemeye Yönelik Bir Yaklaşım Ve Model Önerisi» başlıklı doktora tezinde inceleme konusu yapıldı.


