Google Play Store
App Store

Sánchez’in 7 yıldır başbakan olarak kalmasını sağlayan işlerin başında halkın çoğunluğunun desteklediği sosyal politikalar geliyor. Asgari ücret ve emekli maaşlarına art arda yapılan zamlar, kadın-erkek eşitliğini güçlendiren düzenlemeler (her iki ebeveyn için de doğum sonrası 16 hafta zorunlu ebeveyn izni), LGBT ve trans haklarını koruyan yasalar, ayrımcılık karşıtı önlemler.

İspanya Avrupa’nın Onurunu Kurtarırken: Başbakan Pedro Sánchez

Andrés Mourenza *

İspanya, Avrupa’nın onurunu kurtarıyor!” cümlesi Fransa’nın eski başbakanı ve dışişleri bakanı, muhafazakâr Dominique de Villepin’e ait. Villepin, İsrail’in Filistin’de işlediği soykırıma karşı İspanyol hükümetinin aldığı tavrı överken bu cümleyi kurdu. Ve bu cümle İspanya’da viral oldu. Fransa’nın tarihsel olarak İspanya’ya küçümseyerek baktığını ve Fransa’dan İspanya’ya övgü duymanın hiç alışılmadık bir şey olmadığını bilenler, bunun ne kadar olağanüstü bir durum olduğunu takdir edecektir. Hele de söz konusu övgü bir Fransız siyasetçiden geliyorsa!

Bu övgüyü olağanüstü yapan ikinci unsur, İspanya’da şu anda merkez sol ile sosyalist solun oluşturduğu bir koalisyon hükümetinin iktidarda olması. İspanyol sağ muhalefetinin dilinde bu hükümet “sosyal-komünist” olarak anılıyor ve Pedro Sánchez de bu hükümetin başındaki sosyal demokrat lider.

Gerçek şu ki Pedro Sánchez’in hükümeti, yurt dışında ülke içinde olduğundan çok daha iyi bir imaja sahip. Çünkü İspanya’da medya büyük ölçüde sağa meyilli ve hükümeti şeytanlaştıran bir dil kullanıyor. Dahası, ana akım medyada ve bir ölçüde de toplumda, İspanya’nın 20. yüzyılda 40 yıl süren bir aşırı sağ diktatörlük yaşamasının sonucu olarak epeyce gözden düşerek dışlanmış aşırı sağ söylemler artık normalleştirilmiş durumda.

Sánchez, 7 yıllık iktidarı boyunca “diktatörlük”le suçlandı, teröristlerle iş birliği yapmakla itham edildi, ülkeyi yıkmakla eleştirildi. Partisinin bazı eski yöneticilerini de kapsayan yolsuzluk dosyalarıyla boğuştu. Bu dosyalardan bir kısmı somut temellere dayanırken, bir kısmının da açıkça sağ eğilimli yargıçlar tarafından kurgulandığı izlenimi hâkimdi.

Bu siyasal iklim içerisinde sol partilerin genel merkezlerinin saldırıya uğramasına da tanık olduk. Örneğin, geçenlerde, sağcı Partido Popular (PP – Halk Partisi) partisinin bir belediye başkanının oğlu, sosyal demokratların toplantısına molotof kokteyli attığı için tutuklandı, ancak yargıç tarafından serbest bırakıldı.

Sürpriz olmayan bir şekilde, eski başbakan José María Aznar, ki İspanyol sağının ideolojik önderlerindendir, buna şu inanılmaz cümleyle tepki verdi: “Yapabilecek olan, yapmalı!” Bir siyasal parti toplantısına molotof kokteyli atılması eyleminin, demokrasi olarak tanımlanan bir Avrupa Birliği (AB) ülkesinde başbakanlık yapmış bir siyasi tarafından bu tepkiyle karşılanması inanılır şey değil. Sağın gözünde Sánchez’in ve başbakanlığındaki sol koalisyonun ne denli nefret objesine dönüştüğünün ve onu devirmek için her şeyin mübah görüldüğünün ürpertici bir ifadesi.

Peki, tüm bu koşullara karşın 2018’den beri hâlâ iktidarda olan bu Pedro Sánchez kim?

1972’de Madrid’de, üst orta sınıf bir ailede doğdu. Ekonomi okudu, 21 yaşına kadar Club Estudiantes’te basketbol oynadı. Kısa süreli akademik görevler ve özel sektör deneyiminin ardından, kariyerinin neredeyse tamamını Madrid Federasyonu’nun entrikalarıyla ünlü İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nde (PSOE) geçirdi ki burada siyaseten hayatta kalmak ciddi siyasi ustalık gerektirir.

PEDRO’DAN ‘PERRO’YA

Adının Pedro olmasından yola çıkarak aşırı sağ onu alaycı bir şekilde “Perro” (Köpek) diye çağırdı. Ancak bu lakap, zamanla bambaşka bir anlam kazanarak tüm İspanya’da benimsendi: “Kurnaz, zeki.” Aslında kısa sürmesi beklenen siyasi kariyerinin bugünlere uzaması, ağırı sağın “Perro” yakıştırmasına karşın halkın “Kurnaz, zeki” yakıştırmasının neden tuttuğunun ve ne kadar yerinde olduğunun bir başka kanıtı.

Sánchez 2014’te PSOE’nin başına geçtiğinde parti kriz içindeydi, derin bir bölünme yaşıyordu. Sosyalist sol Podemos ve artık sahneden çekilmiş liberal Ciudadanos’un yükselişte olduğu 2016 seçimlerinde PSOE tarihinin en kötü sonucunu aldı. O koşullarda Sánchez için yol ayrımı anlamına gelecek bir karar vardı: Sağcı PP’nin kuracağı bir hükümete destek vermek ya da bu desteği reddetmek! Destek vermeyi reddetti, bu kararı da PSOE baronları tarafından görevden alınmasına yol açtı. O da istifa etti, ama siyaseti bırakmadı.

BARONLARA RAĞMEN KAZANDI

Bir Peugeot 407 ile iki sadık yoldaşıyla birlikte aylarca İspanya’yı dolaştı, parti tabanıyla buluştu. Ertesi yıl parti liderliğine yeniden aday olduğunu açıkladı ve baronların desteklediği adayı açık farkla yendi. Bir yıl sonra, kemer sıkma politikaları ve yolsuzluklarla yıpranan sağcı Mariano Rajoy hükümetine karşı gensoru verdi ve başbakan oldu.

Sonraki seçimlerde PSOE’yi birinci yaparak, İspanya’nın yakın tarihinde ilk kez bir koalisyon hükümeti kurdu. Koalisyonun ortakları arasında komünist gelenekten gelen solcular ve dışarıdan destek veren Katalan ve Bask partileri vardı. Sağ cenahta infial büyüktü. İspanya’da bunun en son yaşandığı tarih 1936’ydı ve o zaman sağ, askeri darbeye kalkışmış, bu da ülkeyi kanlı bir iç savaşa ve 40 yıllık diktatörlüğe sürüklemişti.

2023’te, yerel seçimlerde sağ ve aşırı sağa kaybedince Sánchez çok cesur bir hamle yaptı: erken seçim kararı aldı. Pek çok kişi bunun siyasi intiharı olacağını düşündü. Fakat bir kez daha Sánchez haklı çıktı, rakipleri yanıldı. PP sandıktan birinci parti çıktı ama PSOE parlamentoda koalisyonu yeniden kuracak kadar sandalye kazandı.

SAĞIN HAZMEDEMEDİĞİ LİDER

Sağ hâlâ bu yenilgiyi hazmedebilmiş değil; bazı liderleri seçimlerin şaibeli olduğunu öne süren komplo teorileri yayıyor ve Sánchez’in “siyasi olarak ölü” olduğunu tekrarlayıp duruyorlar. Gerçekteyse Sánchez hâlâ ülkeyi yönetiyor ve muhtemelen 2027’ye kadar da yönetecek. Geçen hafta parlamentoda rakibi, PP lideri Alberto Núñez Feijóo’ya şu sözlerle seslendi: “Ben yedi yıldır hükümetin başındayım; bu süre içinde Fransa’da yedi, Avusturya’da altı, Birleşik Krallık’ta da beş başbakan değişti. Ve ulusal siyasette, siz üçüncü PP liderisiniz.”

Sánchez’in böyle ayakta kalmasını sağlayan işlerin başında halkın çoğunluğunun desteklediği sosyal politikalar geliyor: Asgari ücret ve emekli maaşlarına art arda yapılan zamlar, kadın-erkek eşitliğini güçlendiren düzenlemeler (her iki ebeveyn için de doğum sonrası 16 hafta zorunlu ebeveyn izni), LGBT ve trans haklarını koruyan yasalar, ayrımcılık karşıtı önlemler… Katalonya’nın bağımsızlığına ilişkin gerilimi birkaç tavizle yatıştırmış olması ve son seçimlerde sosyal demokratların Katalonya’da da birinci parti olarak bölge hükümetini kurmaları da Sánchez’in artıları olarak bunlara eklenmeli.

İspanya’nın ekonomik büyümesi Avrupa ortalamasının üzerinde ve AB’nin büyük ülkelerinden çok daha hızlı büyüyor. Bunda, diğer AB ülkelerinden farklı olarak, göçmen dostu ve onları ekonomiye entegre eden politikaların etkisi olduğu da söylenebilir. Ancak konut fiyatlarının yüksekliği 20 yıldır süren bir kriz ve hâlâ çözülmüş değil. Öte yandan, halk da ekonomideki bu büyümeyi cebinde hissetmiyor. Hükümetin sol müttefikleri, bu konuda yeterince cesur yasalar çıkarılmadığı eleştirisini dillendiriyorlar ama bunun da yapısal nedenleri var: Konut politikaları bölgesel hükümetlerin yetkisinde ve iktidarın parlamentodaki çoğunluğu, bu alanda reform istemeyen sağcı bir Katalan partisine bağlı.

İLK GÜNDEN BERİ İSRAİL’İN KARŞISINDA

AB’nin uzun süre İsrail’in suçlarına sessiz kalmasına karşın, Sánchez hükümeti (İrlanda, Belçika ve Slovenya ile birlikte) Brüksel’in tavır değiştirmesi için baskı yapan az sayıdaki hükümetten biri oldu. İspanya’da halkın yüzde 82’si İsrail’in Gazze’de soykırım yaptığını düşünüyor; buna rağmen PP ve aşırı sağcı VOX, Netanyahu’dan yana tavır alıyor. Bu nedenle Sánchez, Filistin davasını genelde savunulması gereken adil bir dava olarak gördüğü kadar, sağın İsrail yanlısı çizgisini paylaşmayan merkez seçmenin desteğini kazanmak için bir fırsat olarak da görüyor. La Vuelta bisiklet yarışının protestolarla boykot edilmesi gibi sokak eylemleri büyüdükçe Sánchez’in İsrail’e yönelik eleştirilerini artırması da tesadüf değil.

Elbette İspanya, hükümetin sol ortaklarının ve sivil toplumun talep ettiği gibi daha fazlasını yapabilir: ticareti tamamen kesmek, diplomatik ilişkileri askıya almak, önceki yıllarda imzalanan silah anlaşmalarını iptal etmek… Ama yine de Sánchez, insan hakları mücadelesinin öncüsü olarak görülüyor. Çünkü tarihin bu anında, otoriterlik ve faşizm yükselişteyken ve birçok hükümet soykırımı görmezden gelirken (hatta desteklerken), yalnızca biraz ilerici politikalar izlemek ve uluslararası hukuku savunmak — aslında norm olması gereken şey — olağanüstü, neredeyse devrimci bir hareket gibi görünüyor.

*İspanyol gazeteci-yazar. Türk-Yunan sınırını anlattığı ve önce İspanya'da yayınlanan kitabı SINIRLAR bu yıl Ayrıntı Yayınevi tarafından Türkçe olarak da yayınlandı.