İsrail AKP’yi Ak Parti yapabilir mi?
İsrail bir darbe daha vursa AKP’yi AK Partiye çevirebilir mi? Türkiye ansızın sudan çıkmış ak kaşık olabilir mi? Umut İsrail’de mi?
İsrail bir darbe daha vursa AKP’yi AK Partiye çevirebilir mi? Türkiye ansızın sudan çıkmış ak kaşık olabilir mi? Umut İsrail’de mi?
Bir kez daha çok gür çıkan iki sesin arasında alternatif bir sol söylem geliştirmeye çalışmanın boğulduğu momentlerden birindeyiz. Yükselen İsrail karşıtlığının daha demokratik bir Türkiye veya daha duyarlı, daha adil bir Türkiye vs özlemleri beslemediği açık. Aksine Husumet Türkiyesi’ni büyütüyor. Filistin’de adalet arayışını ‘güzel öldücüler’, ‘kaderciler’, ‘fıtratçılar’, Çocukla Mücadele Kanunu (ÇMK) sahipleri yapınca Ertuğrul Özkök gibi içeriden sesler “her şey perspektife göre ‘fıtrat’a, ‘kader’e, ‘güzel öldüler’e dönebilir n’aber” diyerek araya girecek boşluğu bulabiliyorsa cepheden bakınca çok daha fazlası gözükecek demektir. İnternette her yandan Hitler övgülü anti-semitik mesajlar yağması kimin ölümünün güzel ölüm sayılacağı konusunda ağır bir mücadelenin başladığına delalet ediyor.
Apolitik 2000’lerden sonra 10’ların sol dalgayla kıpırdanarak başladığı bugünlerde ortaya çıkan bu sağ basınçlı travma gene de şu açıdan sürekliliği sağlıyor: bu bir politik olaydır, ve iktidarı politika sahasına çekiyor, “en iyi devlet şirket-devlettir ve bir şirket-devlete en yakışan idare de bizimki gibi işbitirici neo-Özalist elçabukluklarıdır” diyorlardı düne kadar. Şimdi bir yandan TEKEL-BDP-1 Mayıs- Kılıçdaroğlu hattında kuvvetlenen iç baskı bir yandan kurdukları altın çağa dönüş motifli uluslarası ilişkiler fantezisinin gerçek hayat tarafından yeniden terimlendirilmesinin doğurduğu denge bozucu dış baskı şirket-devletin merkez ofislerine politikayı geri sokuyor.
ARKADAŞIMIN TEKMESİNE DOKUNMA
Politikanın geri dönüşü derken solun Kılıçdaroğlu hadisesinden nasıl bir ivme aldığından başlayabiliriz. Her yerde bu konun tartışıldığı metinler görüyorsunuz. Parlamenter sosyalist partilerden radikal oluşumlara herkes Kılıçdaroğlu değişimi hakkında bir yorum yapıyor, yeni durumu değerlendirmeye çalışıyor. Bazı arkadaşlar neden herkesi ilgilendiriyor bu merkez sol gelişmesi diye kaşlarını çatarak bakıyorlar gelişmelere. Hele ki iktidarı hedeflemeyen dahası iktidarın hedeflenmesine karşı bir yerden kendini kurmuş sola ne oluyor diyorlar. Ben doğrusu burada eleştirecek, şaşıracak birşey görmüyorum; sol, iç çatışmalarına karşın birbirine bağlı, içsavaş veya devrim gibi siyahla beyazdan biri kalır anları dışında birbirinin yaşam döngüsüne akan öğelerden oluşan bir şebeke. Ve Kılıçdaroğlu değişimi ülkede genel olarak solun meşruiyet zeminini daha ilk dakikada yükseltmiştir. Daha da yükseltmeyi vaadediyor. Sol söylemlerin toplam tabanını genişletmeyi vaadediyor. Bu vaadi gören anti-militaristinden milliyetçi komünistine bütün pozisyonlar yeni zeminde hangi dengeye/(veya) dengesizliğe oynayacaklarını tartmak isteyeceklerdir. Naçizane önerim, işe 1996 1 Mayısı’nda laleleri tekmeleyen kızın itibarını iade ederek başlanmasıdır.
Buraya kadar Kılıçdaroğlu tartışmalarına hak verdik ama şu noktayı da tashih etmemiz gerekiyor: adıyla anılan etkiyi Kılıçdaroğlu başlatmadı, Kılıçdaroğlu dalgayı/imgeyi arkasına aldı ve CHP’ye taşıdı. Sol/sosyalizan bir dalga/imge daha önce yola çıkmıştı. Birkaç yıl geriye alalım.
Kılıçdaroğlu AKP’nin ezilen sınıflardaki payına göz dikti yorumları yapılıyor. Halbuki AKP ezilen sınıflara yönelik politika yapmayı bırakalı epey oldu. 2007 seçimlerinde Kunta Kinte’lere seslenmedi, bir kısım Genç Parti seçmenini belki bulgurla kömürle almıştır, ama bu da pragmatik bir yatırımdı, ezilen sınıflara yönelik kapsamlı bir politika değildi. Aslında tam tersine AKP 2007 seçimlerinde siyaseti komple arka plana atma stratejisini güttü. Neo-Özalizm bayrağını iyice açtı. Siyasi meseleleri iş yapmanın önündeki engeller olarak tarif etti, şirket-devlet anlayışını son derece doğrudan deklare etti, ekonomi odağına çekti her şeyi. Obama diye geldi Bush oldu diyorlar; iyi de, daha 2007 seçimlerinde, bize daha fazla Bush olma kudreti verin diyerek çıkmıştı meydana, ve istediğini de almıştı. Seçmen davranışı romantik bir biçimde ulvileştiriliyor bazen. 2007 seçimlerinden hemen sonra “seçimler bitti şimdi siyaset zamanı” demiştik. Kademeli olarak dönüldü siyasete. Kimi durumlarda, imgesel zaferler esas zaferleri oluyor solun siyasette. TEKEL direnişini konuşurken sohbetlerde istedikleri şeyleri kazanamadılar diyen arkadaşlar oluyor. Ben de diyorum ki: ama istemediklerini kazandı(rdı)lar! Sınıf savaşımının bu toplumda bir karşılığı olduğunu gösterdiler, sosyalizan sol değerlerin biraraya getirici değerler olabileceğini, ve evet bugün hala olabileceğini gösterdiler, eylem sırasında bilinçlenen, dönüşen işçiler olduysa bu iyi birşey elbette, ama daha belirleyicisi, eylem sırasında eylemin dışının, kamuoyunun bilinçlenmesi, dönüşmesiydi. Hrant Dink cenazesinde toplanan yüzbinlerin milliyetçi sola bel bağlamayı önerenleri yerine oturtan uyarganlığı da buna benzer bir imge/dalga idi ve hala da çatmaya devam ediyor kimi ilkeleri. 1 Mayıs Taksim’inin üç adımda ele geçirilmesi de sola en takatsiz olduğu anda Anka kuşu kanadı verdi. Yerel seçimlerde iktidar Kürtlerin kendi kendilerini temsiliyetlerini Kemalistlerin ufkunda bile olmayan bir keskinlikte bitirmeye kalkınca Kürt seçmenin ve DTP’nin koyduğu gölge etme biz kendi kendimizi temsil etmeye geldik duruşu bir başka dalga/imge yarattı. Bütün bunlar biraraya gelince artık biliniyordu ki bu toplumda ayağa kalkıp “Faşizme hayır!” diye bağırırsanız, ayağa kalkıp servet düşmanlığı (evet ‘düşmanlığı’, Chantal Mouffe sağolsun) yaparsanız, ayağa kalkıp sınıf savaşı deklare ederseniz yalnız kalmazsınız! Vardır bunun bir karşılığı. Sol bu bilgiyi, andığımız anmadığımız kollardan son üç yılda oluşturdu, Kılıçdaroğlu CHP’si de bu bilginin mesajını almanın merkez soldaki somutlaşması oldu. Öyleyse dalga/imge çarpa çarpa ve form değiştire değiştire yayılma moduna girmiş demektir. Bu arada unutulmasın, Bostancı direnişi de Hayata Dönüş sonrası bir ilk belirti sunmuştur, 90’ların sertliğini andıran kontrolsüz tutuklamalarla karşılanması sebepsiz değil. Hrant Dink cenaze nümayişinin çektiği hiza da bugün darbe/milliyetçilik/ırkçılık gibi konularda Baykal CHP’sini Kılıçdaroğlu CHP’sine evrilten kriterleri vermişti.
Peki 10’lar solu nasıl bir sol olacaktır?
İktidar siyaset alanına çekildi bir kere. Artık siyaset konuşmak zorunda. Siyaset öne çıkınca da solun özneleşme fırsatları neredeyse otomatikman artıyor. Soru, Türkiye solunun, yelpazenin bütün farklı noktalarıyla, bu imkanı nasıl değerlendireceğidir. Nasıl değerlendireceği derken, başarıyla mı değerlendirecek yoksa değerlendiremeyecek mi anlamında sadece anlayanlar olabilir. Hayır, şu soru da hep diri tutulmak durumunda ve tutulacak: takatsiz Anka’nın kanatları açılınca nasıl uçacak, ne söyleyecek, nereye uçacak, kısaca ve tekrar, nasıl bir sol olacak?