Google Play Store
App Store

Başbakan'ın İstanbul'a vize ve .plaka tahditi önerisinin ardından başlayan tartışmalar sürecek gibi görünüyor. Aslına bakarsanız bu şehirde yaşayanların başlıca tartışma konularından biridir, İstanbul'da yaşıyor olmak.

Birkaç gün önce NTV'de Can Dündar'ın programında İstanbul'un meseleleri ele alınıyordu, konuklardan İhsan Bilgin trafiğe takıldığı için programa gecikerek katılabildi!

Tabii kadim şehrin tek problemi trafik değil.

Yıllardır hiç bir plan-programa dayanmadan adeta kendiliğinden bir süreç içinde büyüyüp duran on beş milyonluk İstanbul'un bitip tükenmeyen başka dertleri de var.

İnsan gibi yaşamak için başınızı sokacağınız bir ev bulmak kolay değildir bu şehirde. Sözgelimi 1,5 milyar maaşı olan bir üniversite hocasısınızdır, İstanbul'un iyi-kö-tü merkezi bir yerinde ikamet edebilmeniz için maaşınızın neredeyse üçte ikisini gözden çıkartmanız gerekir.

İzmit'ten Tekirdağ'a uzanan bu coğrafyanın hiçbir mahallinde güvende değilsinizdir. İster Nişantaşı ya da Taksim, ister Avcılar, isterseniz Sultanbeyli... 'Esmer' ve genç adamların kol gezdiği o tehlikeli atmosferi her yerde solursunuz.

Ya da 'ortasından deniz geçen' bu şehirde gönül rahatlığıyla denize girebileceğiniz yerler iki elin parmaklarından azdır. Öyle ki, tatil zamanlarında denize girmek için milyonlarca insan İstanbul'dan kalkıp uzak şehirlere gider.

• • •

'İstanbul'un halinden' duyulan keder, bugüne özgü değil. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir'deki İstanbul bölümü -ki bu şehir hakkındaki en güzel metinlerden biridir; şimdilerde özlemi duyulan yıllarda (1940'h yılların ortaları) yazılmış olmakla birlikte, kaybolup giden eski İstanbul'a bir nevi mersiyedir. Aynı yazıda Tanpınar da benzer hissiyatlardan söze-dip Baudelaire'i örnek verir: "Eski Paris artık yok, ne yazık, bir şehrin şekli bir fâninin kalbinden daha çabuk değişiyor."

Ama yine de bu şehirde yaşamaktan vazgeçmez insanlar.

Kuşkusuz herkesin kendince gerekçesi vardır, vazgeçememek üzerine... Türkiye'nin genel hali düşünüldüğünde, milyonlarca yoksul insan için sadece bu şehirde karnını doyurma şansı var. Vaktiyle Tahtakale'de izbe bir dükkânda tuhaf kıyafetler görmüş ve sormuştum, "Allaşkına kim alır bunları" diye... Dükkân sahibinin cevabı manidardı: "Sen kafanı takma. Her kör satıcının bir kör alıcısı vardır!" Diyeceğim o ki, herkesin birbirine satacağı ya da herkesin birbirinden alacağı bir şeyler var bu şehirde.

Yıllar önce Yeni Gündem dergisinde galiba Osman Balcıgil yazmıştı. (Hafızam beni yanıltıyorsa özür dilerim.) Aşağı yukarı şöyle diyordu: "Gece saat üç sularında kan-ter içinde uyandınız ve bir avize almak zorunda olduğunuzu düşündünüz. İstanbul'da bunu yapabilirsiniz. Topkapı garajının oralarda, sabaha kadar avize de dahil olmak üzere akla hayale gelmedik şeyler satan işportacılar var!"

• • •

Peki insanları İstanbul'a bağlayan şeylerden biri şehrin güzelliği olabilir mi? Aslına bakarsanız daha önce cevaplanması gereken soru, İstanbul (artık) güzel bir şehir mi? Doğrusunu isterseniz, ben buna "sadece geceleri ve bir miktar uzaktan" diye cevap verebiliyorum. Tabii 'güzellik'ten söz ederken, Hisar'da sahile oturup Kan-lıca'ya bakmaktan bahsetmiyorum. Çünkü şehir bundan ibaret değil. Hep söylenir ya, havaalanından şehir merkezine gelen ecnebi bir şahıs, İstanbul'u dünyanın en büyük şantiyesi sanmış. Bilirsiniz, tepelerinde demir çubukların yükseldiği, bir sonraki katın ilave edileceği günü bekleyen sayısız 'bina'.

Hasılı, İstanbul'un güzelliği sanırım epey mazide kalmış, bugün artık yalnızca bir klişeden ibaret desek, abartmış olmayız.

Yine de acayip bir şey var İstanbul'da... Boğaz'ın ışıklı dünyası ya da Süleymaniye'nin serin gölgesi bir yana... Ne bileyim, bir yandan şehrin kalabalığından şikâyet edersiniz, diğer yandan Eminönü'nün, Mısır Çar-şısı'nın, Tahtakale'nin hengamesinde, urgancıların, baharatçıların, kumaşçıların, işportacıların arasında biraz dolaştığınızda iyi vakit geçirdiğinizi düşünebilirsiniz. Ya da benzer biçimde, şehrin çok uzak yerlerinden kalkıp haf-tasonu Beyoğlu'na gelen insanlar tanıyorum. Hem İstiklal Caddesi'nde 'şöyle bir yürüyüş'e çıkarlar hem de bu kadar insanın burda ne aradığını sorarlar.

Her sabah ve akşam milyonlarca hemşeriniz gibi şehrin bir ucundan diğerine, hatta kimi zaman 'bir kıtadan diğer kıtaya' koşuşturmak kuşkusuz yorucudur. Ama bu dinamizme ayak uydurmak için siz de diğerleri kadar diri ve dirençli olmak zorundasınızdır. Tamam, tembellik fena değildir, ama yakanızı kurtaramadığınız bir teamül haline dönüşmüş uyuşukluğun makbul olduğunu söyleyemeyiz. İstanbul, uyuşukluğa fırsat vermez.

Kabul etmeliyiz ki, bütün bir ülkenin belli başlı üretici gücü, yaratıcılığı, hayalleri, renkleri bu acayip şehrin çılgın dinamizminden besleniyor, neredeyse... Ruhu olan bir şehir burası.