Tüm ülkenin sokaklarını, rengârenk halaylarla, şarkılarla, türkülerle dolduracağız. Sözleşmemizi, sardunyalarımızı, sazımızı, gökkuşağımızı alıp geleceğiz. “Bu memleket bizim”, “... bu cehennem, bu cennet bizim...”

İstanbul Sözleşmesi yaşatır

Biz kendimiz yapacağız dediler, kaldırdılar.

Zaten biz yapmıştık! Adı da İstanbul’du!

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin İstanbul’da gerçekleştirilen 11 Mayıs 2011 tarihli 121. toplantısında bir sözleşme imzaya açıldı; Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da yaygın adı ile İstanbul Sözleşmesi. Türkiye sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke oldu. Sözleşme, Temmuz 2020 itibarı ile 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, 34 ülkede de onaylanarak yürürlüğe girmişti.

Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan bir şehrimiz bir çok insan için umut veren, insan haklarının korunmasında en ileri standartları barındıran bir sözleşmeye adını vermişti. Bu ülkenin akademisyenleri emeklerini vermiş, yazımında yer almıştı. Sözleşmenin etkili uygulanmasını sağlamak amacı ile kurulan uluslararası kuruluş GREVIO’nun ilk başkanı, sözleşmenin de mimarlarında olan ülkemizden bir kadın, Prof. Dr. Feride Acar olmuştu. Tünelin ucunda aydınlık vardı, kadından yana bir hareket, uyuyan bir dev uyanmıştı. Mutluyduk, gururluyduk. Gözlerimiz kapalı, İstanbul’u dinliyorduk,

Sonra birden bu aydınlığın bize üç boy büyük olduğu fark edildi. Sesler değişti. Sözleşme filan, böyle şeylere gerek yoktu. Babamız, kocamız, ağabeyimiz onlar yoksa sülalemiz, onlar da yoksa mahallemiz bizi zaten koruyordu. Bizim kanunlarımız bize yeterdi, hatta artardı, üç de yelek çıkardı.

Hiçbir şey olmadı gibi ama bir şeyler olmuştu. Sözleşme, bazılarına rahatsızlık vermeye başladı. Çoğunluk ne olduğunu pek bilmiyordu, tamamen okuyan çok azdı ama dediklerine göre ‘bizim’ toplumumuz için zararlıydı. Her zaman olduğu gibi; hemen her şeyden çabucak bozulan o çok zayıf ahlakımızı ve üflesen uçacak gibi duran o müthiş Türk aile yapımızı bozuyordu. Sanırsınız, Müge Anlı programlarında gördüğümüz dudak uçuklatan ilişkilerin hepsi bu sözleşmeden sonra olmuş, ‘bademleme’ de dilimize 21. yüzyılda İngilizceden geçmişti. Ağızlarının suyu akarak dokuz yaş kızların evlenebileceğini söyleyen ahlaksızlar, sözleşmeyi sular seller gibi okumuştu.

Her şeyimiz tam mükemmel, etik ve ahlakımız zirvelerde iken, İstanbul Sözleşmesi geldi ve her şeyi bozdu, ülkece tek ve en büyük sorunumuz bu idi. Hele de bir satırında, “cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık ve engellilik durumu, medeni hal, göçmen ve mültecilik gibi durumlarda ayrımcılık yapılmaması gerektiği” vurgulanmaktaydı. Nasıl yani, kılcal damarlarımıza kadar işlemiş ayrımcılıklarımızdan ha deyince, nasıl bir anda vazgeçebilirdik ki? ‘ALO ayrımcılık’ hattı yapılmıştı da biz mi aramamıştık?

2021 yılı haziran ayında bir üniversitemizin tıp fakültesi mezunlarının doktorluk yemininde, Hipokrat yemininden “...cinsiyet, etnik kimlik ve cinsel yönelim…” bölümü çıkarıldı. Aynı İstanbul Sözleşmesi’nde rahatsız olunan bölüm gibi. Bazı doktorlar bazı hastalara bakmak istemiyordu!!! Meğerse biz, sporcunun ahlaklısını ama doktorun ayrımcısını severmişiz. Bu yemini bu şekilde yazanlara bile; umarım bir gün sizi de ‘ayıran’ ve tedavi etmeyi reddeden bir doktora rastlarsınız demeye dilim varmıyor. Çünkü bu bir insanlık suçudur. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna azdır. Ve anlamayacaklardır.

Sözleşmeden çıkma nedenimiz ve çıkma şeklimiz hala bir muammadır. “Gerek yok”tan daha fazla anlamlı bir açıklama yapılmamıştır.

Üzgünüz, kırgınız, öfkeliyiz! Üç beş oy için satılabilirmişiz, haberimiz yokmuş.

Hastanelerimizi Danimarka işletecek, İstanbul’un en lüks otelleri Covid-19 Delta varyantı kaynağı Hindistan’ın lüks düğünlerini ağırlayacak. Anamızın sütü gibi helal ve bizim olan İstanbul Sözleşmesi bize uygun değil denilerek 1 Temmuz’dan sonra, bu satırların okunduğu sıralarda hayatımızdan çıkarılmış olacak.

Bir İstanbul şairi olan Orhan Veli Kanık, gözlerini kapıyor ve İstanbul’u dinliyor... Önce kuşlar geçer, “sürü sürü, çığlık çığlık”, “...bir kadının suya değer ayakları...” ve beyaz bir ay doğar “fıstıkların arkasından”.

Belki de dünyanın en çok şiiri yazılan şehridir İstanbul.

Orhan Veli 1950 yılında, 36 yaşında öldü. Aşiyan mezarlığında; Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Ahmet H. Tanpınar, sonrasında Atilla İlhan gibi niceleri ile İstanbul şairleri arasına yerleşti. Ve Tezer Özlü... En güzel satırların bu sahipleri için ölüm; belki asude bir bahar ülkesi idi, belki de çocukluğun soğuk geceleri gibi buz gibiydi. Onlar için zaman durdu, İstanbul için ise çok hızlı geçti. İstanbul’u İstanbul yapan her şeyi bir hafriyat kamyonu gibi ezdi geçti.

Orhan Veli, hâlâ gözlerini kapıyor ve İstanbul’u dinliyor mu?

Önce kuşlar geçiyor, “sürü sürü, çığlık çığlık” ve kuş sürüleri Kuzey Marmara’da uçaklara çarpıp parçalanarak ölüyor. “...bir kadının suya değer ayakları...” derken, artık suya ayaklar değemiyor, her yer müsilaj kaplı. Ortaya dökülen gerçek ve mecazi lağım suları her yeri sardı. Başka ülkelere göçen gençlerimize gitme kal diyemiyoruz, balıklar bile sularımızı terk etti gitti. Ve beyaz bir ay doğamıyor, doğsa da beton kulelerden artık görülemiyor. “Fıstıklar”ın kökleri ise kim bilir hangi beton yapının altında can veriyor.

Yahya Kemal’in “Kanlıca’daki ihtiyarları” Reza Zarrab yalısına kaçak çıktığında öldüler.

Şu sıra Kalamış’ta ise “bir tatlı huzur” yerine bir marina ihalesi var. Hükümet 2011 yılından beri marina ve çevresini özelleştirmek için hukuki çözümler bulmaya uğraşıp duruyor. Sonunda özelleştirildi! Özelleştirme sadece marinayı değil Fenerbahçe stadına kadar çok geniş bir alanı kapsıyor. Özelleştirmenin iptali için açılan dava reddedildi. Ocak ayında Danıştay İdari Kurulu, Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı ve çevre bölge projesini hukuka uygun buldu. Son zamanlarda marinaların başlarına gelenleri duydukça, marinaya bağlı tekneler, özelleştirme alanının uzandığı Kurbağalı derenin kurbağaları bile korkuyla sinmiş bekliyorlar. 40 yıllığına işletme hakkı verilerek özelleştirilecek olan marina için ihale tekliflerinde son tarih 7 Temmuz 2021.

“Artık ihaleler çok şeffaf olacak” dendi. Göreceğiz! Bakacağız, İstanbul Sözleşmesi ahlaklarını bozmuş mu bozmamış mı? Ama aldığımız son duyumlara göre ‘ahlak’ akçeli işlerle ilgilenmiyormuş. Her şey serbestmiş!

Ama neyse ki İstanbul Sözleşmesi kalktı.

Ahlakımız bozulmaktan kurtuldu.

“Tutuklayıp sardunyayı” attıkları hücrenin yanına ‘gökkuşağı’ da konuldu. Bir yandaki hücrede de “... gül yüzlü Bahtiyar vardı, öğrendiğime göre suçu saz çalmaktı”.

Lütfen, bekle bizi İstanbul!...

Genç çocuk, sen de, sen de gitme , “Gitme kal bu şehirde!”

Tüm ülkenin sokaklarını, rengârenk halaylarla, şarkılarla, türkülerle dolduracağız. Sözleşmemizi, sardunyalarımızı, sazımızı, gökkuşağımızı alıp geleceğiz.

“Bu memleket bizim”, “... bu cehennem, bu cennet bizim...”

......

“Ve ipek gibi bir halıya benzeye(cek) toprak.

Bu hasret bizim.” Nazım Hikmet Ran


Not: Yazıda geçen italik yazılı şiir alıntıları, toplumsal hafızamıza yerleşmiş şiirlerden diye düşündüğümden, ayrıca açıklama eklemedim. Belki gençler için, tek cümle ya da kelime ile bulunabilirler. Biraz ‘şiir’ kararmış ve daralmış yüreklerimize iyi gelecektir.