“İstisna” hukuku zorlarken…
İstisna normu hükümsüz kılar, onun yerine geçer, normdan kaynaklanan istisna olmaz. Son günlerde epeyce zedelenmiş hukuk normları istisna ile tümüyle devre dışı bırakılma tehdidi altındadır; siyasette istisnayı norma dönüştürmenin kapıları zorlanıyor.
Uzaklardan top sesleri geliyor, süpersonik uçaklar ses hızını keskin patlamalarla geçiyor; inanların zulmü de mazlum halleri de aynı anda beliriyor televizyon kanallarında; çocuklar şaşkın, anlamadıkları bir dünyaya büyüyen gözlerle bakıyorlar; kadınlar kapanıyor çocukların üzerine, yıldırımlar gecenin koyusunda tuhaf resimler gibi şerarelerle bir an yarıp geçiyor gökyüzünü; görmeyen gözlerimizle olup biteni bir an anlar gibi oluyoruz. Sonra ne gördük ne anladıksa gecenin sisiyle örtüyoruz. Dön kendi hayatına daha sana kadar uzanmadı o gördüğün sesler, o ölüm taşıyan ışıklar; vakit var daha, biraz korksan iyi olacak ama korkma sen; zaten iş işten geçmiş olacak korku seni esir aldığında.
***
İstisna nedir, anlatıyor tarihin içinden günümüze uzanan çılgınlık. İktidarı ele geçiren çılgınlık istisnanın kitlesel kırımlara yol açtığını görmezden geliyor. İstisna nedir? Sinsi bir siyaset kılığında, insanlık dışı olana atıfta bulunarak, yüksek perdeden yanıtlar sizi. İnsanlık bir anomalidir der, ama bizim anladığımız istisnanın ne işi olabilir ki insanlıkla. İstisna halinin ünlü teorisyeni “İnsanlığı reddediyoruz, çünkü insanlık savaş yürütemez” diye konuşur; “insanlık kavramının kendisi der sonra, düşman kavramını dışlar; çünkü der sonra hayıflanarak, çünkü düşman öteki tarafta da insan olmayı sürdürmektedir. Bu nedenle savaşların insanlık adına yürütülmesi aldatıcıdır, o zaman taraflardan biri evrensel bir kavramı tümüyle tasarrufu altına alır ve büyük olasılıkla savaşı kazanan taraftır o. Dost düşman ayrımı olmadan istisnanın, yani egemenin egemenliğinin de hükmü kalmaz” diye ahkâm keser. Ezber bozan dostum Taylan Kara’nın Felsefeyle Çökertme -5 kitabında anlattığı gibi, “tekelci kapitalizmin artık insana ihtiyacı kalmamıştır” (Bulut Yayın, s. 15).
***
İnsanlar sömürüye dayanan sistemler nedeniyle eşit değildirler. O nedenle biz hayata sınıflardan bakarız. Yoksullar, yoksun ve yoksul olanlar kimi zaman dışardaki dünyayı, macerayı küçümseyerek izlerler. Mutluluklarını ötekilerin kalınca çizdiği çerçevenin içinde ararlar. Güçlü ve egemen olanlar ise kendi hayatlarını ve savaşlarını istisnanın krallığı içinde görmekten büyük mutluluk duyarlar. Gereksiz, kanlı ve kârlı savaşları kışkırtırlar; çıkarlarını saklamak, örtmek, gizlemek için, kendi hayatlarında sınır tanımayan, sınırları korumak ya da açmak kapatmak için, kâr oranlarını korumak, varlıklarını sürdürmek için egemenliklerini istisnanın karanlık dünyasında var ederler. “Düşman ya da dost olmanın kuralı da kararı da egemen olana aittir” diye yüksek perdeden fetva vermeleri bundandır.
***
Plattanberg’teki Kronjurist, hakkını teslim edelim, inişli çıkışlı hayatının son çeyreğinde, Nürnberg’de az bir cezayla kurtulup köyüne döndüğünde, yazdıklarını eklerle, düzeltmelerle ama eski görüşlerinden de taviz vermeden savunmayı sürdürdü. Şimdi de takipçileri bu eski ama tuhaf tezleri akademinin yüksek tavanlı salonlarında tartışıyorlar. Schmitt’in görüşleri zaman zaman parlayan bir tez olarak yeniden gündeme geliyor. Çünkü dost düşman ayrımıyla ve her zaman geçerli “egemen, istisna haline karar verendir” mottosuyla karanlıklar prenslerinin yazılarına ışık tutuluyor. Ne kadar güçlü bir kavramdır ki o istisna hali, dişlerini demokrasinin, kendini korumaktan aciz “sosyal hukuk devletinin” kapısında nanik yaparak gösterir. Başka güzel sözleri de var Kronjurist’in: Olağan zamanlarda pozitif yasa ya da normlar geçerlidir ama ya olağanüstü zamanlarda ne olacak? Düzeni korumak için önlem almak, “bekayı hukukun zincirlerinden kurtarmak” gerekir o zaman. Carl Schmitt egemeni kesin ve kararlı bir tutumla anlatır: “Souverean ist, wer über den Ausnahmezustand entscheidet - istisnaları belirleme yetkisi kimdeyse egemen odur.” “Ausnahme” yani “istisna” lafının ne kadar önemli ve belirleyici olduğu gözünüzden kaçmamıştır umarım sevgili okur.
***
Daha oralarda değiliz. Biraz yer etsin, kulağımız alışsın, anlamlandırmak mümkün olacak ya da çoktandır uygulanamayan normların aşındırılmasından sonra gelecektir zamanı. Biz şimdi uzaklardan gelen top seslerinden, süpersonik uçakların patlamalarından biraz tedirgin oluyoruz yalnızca. Unuttuğumuz ise yaşadığımız zamanlarda “mesafe” kavramının anlam değiştirmiş oluşudur. Artık atlara binip sınır boylarında cenge tutuşulmuyor. Bir de bakıyorsunuz “dost” “düşman” birbirine karışmış “norm” “Ausnahme-istisna” ilan edilmiş, Bize Mars’ı gösterip bak kaç ışık yılı uzakta bu gezegen, ohoo biz oralara gidene kadar ne ağaç kalacak buralarda ne su. Hem belki onlar bizden önce davranır, ansızın beliriverirler taşı toprağı siyanürlü tepelerin arkasında görünen denizin dibinde, mavisi kararmış göklerde. Aldırmayın egemen sorunları çözecektir. İstisnai olarak gelecek ve istisnai olarak kuşkusuz biteceği kesin ama ne zaman biteceği belirsiz “olağanüstü hal” durumlarında her şey çözümlenecektir. Mesele kulağımızın pası silindiğinde bizim ne yapacağımızdır.
***
Tarih, ilerlemeyi eşyaları, tekerleği, yolları, makineleri, bilgisayarları, bilimin ısrarlı gelişimini, hep yeni olanı, yeni kurulmuş, bulunmuş olanı önümüze koyarak gururlanır. Oysa düşüncede yeni olanın pek de yeni olmadığını yeniliğin en azından rüşeym halinde eski filozoflarda sanatçılarda kendini gösterdiğini anlamak o kadar da zor değildir. Schmitt dediğinizde onun tezlerinin teorik öncüllerini Hobbes’ta da bulabileceğinizi bilirsiniz. Hatta kimi zaman şu “göklerin altında yeni olan hiçbir şey yok” gibi tuhaf düşüncelere kapıldığınız bile olur. Leviathan, yani o “ejderha” (YKY, s. 136) kılık değiştirmiş ama özünden bir şey yitirmemiş haliyle kendine yeni bir egemen, egemenlik alanları, yöntemleri, biçimleri aramıyor mu? Şimdi boğuştuğumuz kimi dertler, sorunlar gerçekten yaşamaya devam eden pek eski kötülüklerden ilham almıyorlar mı? Tarikatlar şeriatı savunma ve kendi dar dünyalarında uygulama özgürlüğünün tadını çıkarmıyorlar mı? Sevgili Emre Ceren’in tertemiz Türkçesinden okuduğumuz Marcus Aurelius’un Kendime Düşünceler’indeki şu satırlar savaşın yüzyıllardır sürüp gittiğinin kanıtı değil mi? Resim öğretmeni Diognetus’tan öğrendiklerini şöyle anlatıyor Filozof Kral: “Diognetus’tan beyhude uğraşlardan sakınmayı, mucize simsarları ve büyücülerin büyüler, şeytan çıkarma ve bu gibi şeyler hakkında söylediklerini inanmamayı… öğrendim (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 3). Bunları okuyunca bir yandan neden hâlâ var bu kötülükler, insanlık bunca bilimsel gelişmeye karşın nasıl oluyor da hâlâ bu geriliğin tutsağı olabiliyor diye hayıflanıyoruz. Peki madem gerçek böyledir, biz de korkuyla hesaplaşıp mücadeleye devam öyleyse diyebiliyor muyuz?
***
İstisnai olana dönelim. Şu sıralarda sıkça karşımıza çıkıyor. İstisna kavramına duyulan gereksinim siyasetin gündeminde kendine yer arıyor. Ama “norm ile istisna” aynı cümlede yer alabilecek kavramlar değildir. İstisna normu hükümsüz kılar, onun yerine geçer, normdan kaynaklanan istisna olmaz. Ama son günlerde epeyce zedelenmiş hukuk normları istisna ile tümüyle devre dışı bırakılma tehdidi altındadır; siyasette istisnayı norma dönüştürmenin kapıları zorlanıyor. Kuşkusuz istisna hali hukuk normlarına köklü bir itirazdır, egemenlerin besleyip büyüttüğü sert koşullarda istisna hali ya da Schmitt’in diliyle “Ausnahmezustand” süreklilik kazanacak istisna olmaktan çıkacaktır. Korkumuz şudur ki, dünyamız gelişme, ilerleme ile gerilemenin arasındaki kavganın çıkmaz sokağında kendini yitirme tehdidi altındadır.
Böyle zamanlarda insanların gereksinimi, yenilgilere takılmamak, bir kere daha gerçekleşebilir ütopyaların peşine düşmek, zorlama siyasetlere boyun eğmemek değil midir sevgili okur.