İsyana uzanan samimiyet dili: Anlatılan onların şiiridir
Özgün E. Bulut "Şiir devrimi örgütlemez belki. Ancak devrimin öncülerine yoldaşlık eder. Çoğu devrimcinin “şiirden geçerek devrime geldiğini” biliyoruz. Zaten içlerinde şair olanlar da var" diyor.
Veysi Erdoğan
Kısa süre önce Totem Yayıncılık tarafından 'Anlatılan Onların Şiiridir' eseri yayımlanan Özgün E. Bulut ile kitabı, şiir ve siyaset üzerine söyleştik.
Geniş bir havzayı çepeçevre saran bir iklimi var Anlatılan Onların Şiiridir’in. Marx’tan Mao’ya, Ernesto’dan Hüseyin Cevahir’e uzanan bir iple birbirine bağlanmış bu metinleri önemli bulduğumu belirtmek isterim. Şiiri devrimle yan yana okumuş bunca insana eğilip bazılarını bilinen kimliğinin dışında ele alma düşüncesi nasıl gelişti?
Devrim ve şiir birbirine çok yakışan iki sözcük. İkisi de hareketi sever. İkisi de muhalif. İkisi de insanlarla çok şeyi paylaşır. İkisi de kalpten ve yalnızlıktan beslenir. Sonra kol kola girip insanın o büyük yalnızlığını parçalayarak, onu çoğaltmaya dönüşür. Gençliğim bu iki ses arasında anlam buldu. 1980 darbesi ülkeyi kasıp kavurduğu gibi, kültürel ve sanatsal olarak da çorak bir iklim yaratmıştı. Devrimcilerin çoğu hapishanelerdeydi. Orada olmayanlar sürgünü ve dağları mesken tutmuştu.
1980’lerin ortalarına gelindiğinde solun toparlanma gayretleri vardı ve dergiler çıkmaya başlamıştı. Mayıs dergisi bunlardan biriydi. Arka kapağında Mahir Çayan’ın “Hücredeki Adalının Dünyası” şiirini görünce kafamda artık netleşmişti. Şiir ve devrim muhabbetini en iyi devrimci önderlerin şiirlerinde yakalayabilirdim. Daha önce Türkiye Yazıları dergisinde okuduğum Agustino Neto’nun atladığım şiirine döndüm ve Ho Şi Minh, Che dahil oldu sonra. Marx’ın biyografisini anlatan kitaplarda onun şiir yazdığını öğrendim. Elbette Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun sanat ve edebiyata dair yazılarını biliyordum. Engels’in şiir tutkusunu Ulaş Başar Gezgin’in çevirdiği “Bedevi” isimli şiirinden öğrendim. Çalışmalar böyle başladı. Dergilere, gazetelere bu anlamda yazılar yazdım. Sonra sevgili Başak Canda’nın önerisiyle, onun kanalına taşıdık ve beş bölüm olarak “Anlatılan Onların Şiiridir” dizisi yaptık. Büyük emek verdiler ve görsel anlamda belgesel kıvamında programlar oldu. Sonrası ise kaçınılmaz olarak kitaptı artık.
Yapmak istediğim, her biri ideolojik ve taktik olarak sistemin dayattığı her türlü çürümüşlüğe başkaldıran bu insanların duygu dünyalarındaki biçeme dair arayışlarına ortak olmaktı. Marx’ın genel olarak gördüğü hakikate karşın, bana ait dediği biçemin ardına düştüm. Hakikat devrimdi, biçem ise şiirdi. Devrim herkesindi, şiir ise sadece onlarındı.
“Hakikat devrimdi, biçem ise şiirdi” ifadeni yine bu kitabında dile getirdiğin “şiir ve devrim ilişkisi bana göre imgesel bir ilişkidir sözüyle ne derece yan yana okuyabiliriz. Durdukları ya da işaret ettikleri yer neresidir?
Bana göre iki hakikat var. Biri bizi saran, besleyen, düşüncelerimize yön veren, toplumsal olarak besleyen ve doğayla bütünleştiren; diğeri ise bunlara engel olan, kuşatan, düşünmemizi engelleyen, attığımız adımları izleyen sistemin dayatmış olduğu. İşte devrim bu iki hakikatin çatışması sonucunda büyür. Devrimin olabilmesi için sömürülen ve ezilen kitlelerin kazanılması, devrim saflarına çekilmesi gerekir. Bunu yapanlar ise öncüler dediğimiz, o bir avuç güzel insandır. Onların yürüttüğü çetin mücadeleye kitleler ortak olunca, yürüyüş başlamış olur.
Ben şiirin hakikate burada dahil olduğunu düşünürüm. O büyük kavgada, çetin koşullarda devrimin ve devrimcinin sığındığı kalp atışıdır şiir. Öncülerin kalplerinden derin derin süzülürken, büyük bir anlama dönüşür. Söz ettiğim imgesel ilişki dize dize örülen bu anlamın içindedir. Ömürlerinin en güzel yıllarını ülkelerinin halkı mutlu yaşasın diye feda eden bu insanlar, elbette fikirsel mücadele vererek, ülkelerinin kurtuluşu için partileştiler ve parti disiplini ile mücadele ağları oluşturdular. İşte bu ağın en kırılgan yerinde onların imdadına sanat yetişti. En çok da şiir. Söylemek istediğim tam da bu. Devrim hakikatten yola çıkarak kitlelerle buluşur, şiir ise öncülerin kalbine devrimin biçemi olarak girer ve onlara ruh verir.
Marx, Engels, Stalin, Mao, Ho Şi Minh, Che Guevera, Agostinho Neto, Amilcar Cabral, Partıce Emery Lumumba, Leopold Sedar Senghor, Rogue Dalton, Eduardo Sancho Castaneda, Ernesto Cardenal, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Cihan Alptekin, Hüseyin Cevahir, Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran’ın yolları şiirle buluşmuş ve dizeler yürüdükleri yolların kenarında büyüyen, güzel kokan, rengârenk açan çiçekler olarak onlara eşlik etmiştir Tümünün yaşamına bakıldığında en zor koşullarda bile şiirin derinliğine inanıp, şiirle bütünleştiklerini görürüz. Şiirin, devrimin, devrimcinin işaret ettiği şey mutlu bir insanlığa doğru giden yolun sıcak ve aydınlık bir yol olduğudur. Hakikatten beslenen süreç, imgelemin omuz verdiği muazzam bir şiire dönüşür. Ben bu dönüşüme devrim diyorum.
Anlatılan Onların Şiiridir’de kapitalizmin kötülüklerinin karşısına bir uzun yol koşucusu olarak devrimi koyuyorsun. İçinde bulunduğumuz yüzyılı düşünüyorum. Marketlerde satılan bir nesnenin insandan daha önemli kılındığı bu sömürü düzeninde devrim ne ölçüde insanın elinden tutup onunla yürüyebilir? Bu durumda şiir burada ne yapar, nasıl bir yol izler?
Adorno Edebiyat Yazıları’nda şunu söyler: “Vızıldayan sürüler halinde birbirinin ikizi insanlar yetiştirilmektedir tüplerde. Kibarlık okullarında öğretilmiş güdümlü ve gülümsemeden milyonlarca insanın iletişim sanayince açılmış kanallarda akan standartlaşmış bilincine kadar, kapitalizmin en son aşaması tarafından günlük yaşama sokulmuş, sonsuz sayıda kopyanın yer aldığı ve uyanık olarak sürdürülen bir kâbus.” Ve devam eder. “İnsanlar artık sadece kartellerin sağladığı seri üretimin tüketicileri değildir; sanki kendileri de şirketlerin mutlak egemenliği tarafından üretilmiş, birey olmaktan çıkmıştır.” Zaten cümle insanın sistemdeki yerini anlatmaya yetiyor.
Şimdi kendi mecramıza dönersek... Ömürlerini devrime adamış bu insanlar, kendileri için bir şey istememiş, kapitalizmin ayrıcalıklarını ellerinin tersiyle itmişler. Kendileri için istedikleri hakları, kapitalizme teslim olmuş, aynı banttan çıkmış bu insanlar için de isterlerken, onları baskı altında tutan, uyuşturan sistemi yerle bir etmek için karşısına dikilmekle kalmayıp, onu yıkmak için mücadele yürütmüşler. Adorno’nun kâbus dediği fiilî duruma ve sisteme karşı isyan etmişler. Bugün hâlâ dünya kapitalizme teslim olmamışsa, doğa hâlâ bu talana direniyorsa, bir avuç insanın yarattığı rüzgârın sayesindedir. İnsana insan olmanın bilincini verir devrim süreci. Eğer bir yerde sömürü vahşileşiyorsa elbette orada onun o vahşetine dur diyecek devrimciler mutlak olacaktır. İşte Anlatılan Onların Şiiridir’ini kısa bir devrim tarihi olarak da anlamak gerekir. Çünkü dünyanın her bölgesinde kapitalizme, kolonyalizme direnen ve çoğu genç yaşlarında katledilmiş bir kuşağın şiirlerine tanıklık ediyoruz. Aynı zamanda onların yaşamları devrimin şiiridir. Sadece şiiri değil tarihidir de.
Şiir devrimi örgütlemez belki. Ancak devrimin öncülerine yoldaşlık eder. Çoğu devrimcinin “şiirden geçerek devrime geldiğini” biliyoruz. Zaten içlerinde şair olanlar da var. Bunu çok önemsiyorum. Şiir devrimin teorisi olmayabilir. Onun etkisi teorinin ve pratiğin içine yerleşmiş gün ışığı olarak görülmelidir. Daha doğrusu devrimcilerin kolundaki zamanı imgeleriyle gösteren kol saati olarak düşünülmelidir. O saatle birlikte devinime ve zamana eşlik eder.
Bu durumda senin devrime bağlı olduğun yer şiir. Varlığını ortaya koyduğun yol oradan geçiyor. Belki burada kendinden ve şiirinden bahsetmek istersin. Şair, şiirinin neresinde durur, onu nerelere taşır?
Sadece benim değil, şiirin de bağlı olduğu yer orası. Bu çalışmayı yaparken bizzat devrimin teorisini ortaya koyan insanların şiirle olan bağlarını inceledim. Şiir onların büyük kavgalarında soluklandıkları ve sığındıkları en büyük söz, hatta ses olarak yanlarındadır. Sigara yakarken, çay yudumlarken, defterlerine notlar düşerken, ağaç yapraklarının, otların hışırtısını dinlerken, suya ayaklarını sokarken şiir onlarladır. Onlar devrimi hayalden çıkarıp, hayalin kendisi olarak yaşadılar ve yanlarına şiiri aldılar. Anlatılan Onların Şiiridir, sözün tanıklığını kendilerine ilke edinen güzel insanların isyana uzanan tarihlerinde, samimiyet dilinin açıklanması olarak anlaşılmalı ve okunmalıdır.
Bana ve şiirime gelirsek... İsyanın ve vicdanın ruhuna inanan bir şairim. Sevdanın sonsuzluğunu, gökyüzünün enginliğini, yaşamdaki büyük dönüşümleri, kırılmaları gören ve yaşayan biriyim. İyi bir ülkede, savaşsız, sömürüsüz bir dünyada olmak, orada yaşamak en büyük isteğimdir. Bunun yolu da yıkılanı yerli yerine koyacak köklü değişikliklerden geçmektedir. Devrime değen bir şiirin şairi iseniz, doğal olarak devrimcisinizdir. Buradan bakıldığında şair şiirinin başlangıcından sonuna kadar her yerindedir. Onu bütün edebî disiplinlerle ortaklaştırır ve öncü görevi görür. Şiiri devrimle birleştiren ve şairi devrimci yapan yer öncü olmasındandır. Bana göre şairin işi söylediği şiiri ve gelişen güzelliğin ruhunu insanın kalbiyle buluşturmasıdır. Yine Adorno’nun sözüne sığınıyorum bir kez daha. “Günümüzde insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur.” Şair bu ahlak sorununa ortak olmadığı ve bunu ortadan kaldırma mücadelesi içinde olduğu ölçüde şiirin saatini kurmuş olur.