Google Play Store
App Store

İtiraf sözcüğü çok karmaşıktır. Tanrıdan af dilemek isteyen kul, itiraf eder. Günah çıkarmak isteyen, gider bir Hıristiyan babanın huzuruna yine itiraf eder. Başka birinin kalbini kıran biri, -yaptığından pişmansa-, hatasını itiraf eder. Bunlar olumlu itiraflar. İnsanı -ve toplumu- ileri götürür.

Bir de başka türde itiraflar var. Yine af ve aman dilemek için ama bunda suçun içten bir kabulü ve ilerlemek yok. Bunda tek amaç kendini kurtarmak. O yüzden bu tür itiraflar, toplum tarafından hoş karşılanmıyor.

İtirafçı kelimesi -tarihi daha eski olsa da- doksanlarda yaygınlaştı. 12 Eylül’den beri pişmanlık yasaları ile örgütleri çökertmeye çalışan devlet, bu alanda büyük bir hukuki literatür yaratmıştı. Bundan kırk yıldan da fazla evveli TRT, her hafta bir ya da bir kaç itirafçıyı -Olayların İçinden adlı- programına çıkararak, güya örgütle mücadele ediyordu.

Bu yıllarda hemen her hapishanede bir itirafçılar koğuşu ortaya çıktı. Kapısında -nedense- devletin resmi bayrağı asılı bu koğuşlara girmek de, çıkmak da pek zor değildi. Bir zamanlar eline silah alıp dağa çıkmış, çatışmaya girmiş, bir süre sonra -genellikle zor altında- nedamet getirmiş silik tipler, bu koğuşların geçici misafirleriydiler.

Bunlar PKK itirafçıları adıyla nam saldılar. Bir kısmı, güvenlik mensuplarının önünde, eskiden kullandıkları dağları, geçitleri, vadileri gösterdiler. Bir kısmı bu kılavuzluk sırasında silah kullandılar. Bunlar, ödül ve takdirnameler aldılar, adları JİTEM’ciye çıktı.

Türkiye siyasi tarihinde bu tür itirafçılar, çok özel bir grup oluşturur. 1980’lerde Şemsi Özkan, 1990’larda Abdülkadir Aygan, Susurluk vakasında Ayhan Çarkın, Ergenekon davasında -gizli tanık kılığında- Şemdin Sakık ünlü isimlerdiler. Bunların itirafları yıllarca konuşuldu.

15 Temmuz askeri darbe girişimi sonrası, bu defa, Fethullahçılar denen dini örgütten sayısız itirafçı ortaya çıktı. Bunlar hiç de silik değildiler; generaller, albaylar, müsteşarlar, emniyet müdürleri, hâkimler, savcılar, üst meslek mensupları -ünlü kişiler- itirafçı oldular. Bunlar, hücrede tek kalmamak, ceza almamak, hapis yatmamak, mesleğine devam etmek veya başka tür bir pazarlıkla itirafçı olmuştular. Cezaevinde ayrı koğuşlara bile konmadılar, itirafçı ile adını verdiği aynı koğuşta kalıyordu.

Hayatı boyunca zoru görmemiş, en küçük badirede o güne kadarki tüm değerlerinden vazgeçen bu tiplerin, en baştan beri herhangi bir toplumsal ideali de yoktu. İşinde yükselmek, terfi almak, sınavda çalışmadan geçmek, mülakatta cemaat torpiliyle ilerlemek isteyen, hayalleri büyük ama karakteri düşük kişilerdiler. Hata bunların bir kısmı -fırtına gelmeden- 17-25 Aralık sonrası itirafçı olmuş ve devletteki yerlerini korumuşlardı.

Ve itirafçılar kervanına, İBB başkanı İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla, "işadamı itirafçılar" katıldı. Kamuoyunca pek de tanınmayan bunlarla, ihale sözcüğü bir arada anılıyordu. Bunlar, "suç örgütü" soruşturmasında içeri alınan ve o güne kadar başta AKP ve CHP belediyelerinden ballı ihaleler almış tiplerdiler. Hayatlarında değil hücre veya cezaevi, karakol kapısı görmemişlerdi. İkinciyle iş yaptıkları için, hükümet onları yardıma çağırmıştı: "Filanca başkan veya milletvekili aleyhine ifade ver, akşam ailenin yanında ol."

Bunlar, ANAP, MHP ve AKP gibi siyasi partilerden geliyordu. İBB el değiştirince ballı börekli ihaleleri kaybetmemek için saf değiştirmiş görünüyorlardı. İlk zorlukta sattıkları, demir attıkları yeni evin sakinleriydi.

Türkiye toprağı itirafçılar için verimlidir -Ahlak ve karakter eğitimi verilmeyen bir ülkede itirafçılık, günü gelir, övünülen bir şey bile olur-. Devlet her zaman onları yardıma çağırmaktadır. Dönemler, soruşturmalar, operasyonlar ve isimler değişir ama itirafçılar ve itirafçılık değişmez. Toplumun sevmediği bu tipleri, devletin sevmesi, bir madalyonun iki yüzü gibidir.